MÜESSESELEŞME

Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr

Hazret-i Es‘ad bin Zürâre -radıyallâhu anh-’ın evi, kısa sürede Medine’nin ilk resmî müessesesi hâline gelmeye başlamıştı. İslâm’a giren Medine müslümanları, ilk müesseselerini oluşturuyorlardı yani.

Îman ile başlamıştı her şey. Îman, kadınıyla-erkeğiyle bu yola girenlerin en güçlü bağlarıydı. İslâm ile her biri, yeni bir kimlik sahibi olmuştu.

En temel oluşum; aidiyet diye de ifade edeceğimiz, İslâm insanı olmaktı. Bu hareket, İslâmî hareketti çünkü. İslâmî hareket de İslâm çerçevesinde olurdu elbet.

Müslüman kimliği ile hareket etmeye başlayan bu seçkin insanlar, hayatlarında her yönü ile ait oldukları inanç sistemini temsil edecek bir kıvâma doğru ilerliyorlardı.

Dâru’l-Es‘ad müessesesinde ders ve sohbetlere katılarak belli bir mesafe alanlar, aynı zamanda yeni ufuk sahibi oluyorlardı. Hazır ortamlara gelip sohbetlere katılmanın yanında, kendileri de ortam oluşturma gayreti içine giriyorlardı. Bu konuda öne çıkan bir tabloyu takdim etmeden geçemeyeceğiz:

Sohbeti büyük bir aşk ve şevk ile dinleyenler arasında olan Hazret-i Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî -radıyallâhu anh-, artan bir aşk ve şevk ile Mus‘ab Hocanın yanına girdi. Selâmlaşıp hâl hatır sorduktan sonra hemen mevzuyu açtı:

–Senden bir isteğim var ey Mus‘ab!

–Buyur ey Hâlid!

–Sadece ben değil, aile olarak hepimiz istiyoruz bunu.

–Sizi dinliyorum.

–Bizim evi biliyorsunuz…

–Evet; davetinize icâbet ederek, evinize gelmiştim.

–Es‘ad bin Zürâre’nin evinde yaptığınız gibi, bazı dersleri bizim evde yapamaz mısınız?

–Elbette yaparız. Ancak bu konuyu Es‘ad ile görüşmeniz daha uygun olur.

–Onunla da görüşeceğim tabiî. Önce size sorarak uygun olup olmadığını öğrenmek istedim.

–Benim açımdan uygundur.

–Bizimkiler çok sevinecekler buna, çünkü bizim aile sizi çok seviyor ey Mus‘ab!

–Ben de sizleri seviyorum ey Hâlid bin Zeyd!

–Öyleyse ben de zaman geçirmeden Es‘ad ile görüşeyim.

–İyi olur.

Her şey sadece Es‘ad bin Zürâre’nin sırtına yüklenmemişti. Her bir sahâbe işin bir ucundan tutuyordu. Ama bu arada dikkatlerden kaçmaması gereken bir şey daha var ki, o da çok önemliydi.

Yapılan iş, öyle çalakalem yapılmıyordu. İş, iş olsun diye de yapılmıyordu. İşin ne olduğu, işin uzmanları tarafından çok iyi biliniyordu. Bundan dolayı da her şey büyük bir incelik ve ciddiyetle yapılıyordu.

Adı konmasa da ciddî bir cemiyet-teşkilât-kurum oluşuyordu. Yeni bir toplum hareketi, sosyal bir olaydı bu. Dolayısıyla da toplum hareketi ciddî bir yönetim isterdi. Çünkü hem zamanı hem insanı ve hem de programı yönetmek gibi ciddî konular vardı önlerinde.

Es‘ad bin Zürâre -radıyallâhu anh-, başlangıcından beri bu işin başındaki isimdi zaten. Meseleyi bütün boyutlarıyla gördüğü için, yetişmiş bir uzmana ihtiyaç duydu. Rasûlullah -aleyhisselâm-’dan bunun için uygun birini istedi.

Mus‘ab bin Umeyr -radıyallâhu anh-, bu işi yürütecek yetkili kişi olarak gönderildi. Yani bir nevî vazife tahsisi yapıldı. Aynı zamanda da ciddî bir şekilde yetkilendirildi. Peygamberimiz -aleyhisselâm-’ın vazifelisi olarak icraat yapıyordu.

Yetkisi ve imkânları dâhilinde; karar alıyor, programı takip ediyor, gereken tâlimatları veriyor ve sonuçlandırıyordu.

Hazret-i Es‘ad -radıyallâhu anh-; ciddî bir şekilde zamanı, insanları ve programı yönetiyor, Mus‘ab Hoca’ya sürekli yeni fırsatlar hazırlıyordu. Bu sadece basit bir sohbet hâdisesi değildi. Ciddî bir icraat isteyen idare meselesiydi. O da en iyi bir şekilde yönetmeye çalışıyordu.

Hazret-i Hâlid bin Zeyd -radıyallâhu anh-, Mus‘ab Hoca ile görüştükten sonra Es‘ad bin Zürâre’nin yanına vardı. Selâm ve hâl hatırdan sonra isteğini dile getirdi:

–Ey Es‘ad! Mus‘ab ile görüşüp onun tasdikini aldıktan sonra, yine Mus‘ab bin Umeyr’in yönlendirmesi ile senden bir isteğim olacak.

–Nedir bu isteğin ey Hâlid?

–Bazı ders ve sohbetleri bizim evde yapsak diyorum, ne dersin?

–Mus‘ab bin Umeyr uygun görmüşse, bence de uygundur.

–Onun için önce Mus‘ab bin Umeyr ile görüştüm.

–Peki, bana niye gönderdi seni?

–Bu işin başında sen varsın ey Es‘ad. Senin idaren ve programlaman çerçevesinde çalışıyoruz biz. Yani oluşmakta olan bu topluluğun başı sensin!

–Benim baş olma gibi bir niyetim, istek ve hevesim yoktur ey Hâlid!

–Mus‘ab bin Umeyr’i, Rasûlullah -aleyhisselâm-’dan isteyen sen değil miydin?

–Sadece ben değilim ki; arkadaşlarla istişâre ettikten sonra, böyle bir istekte bulunduk.

–Akabe’de de sözcü sendin. Ben o gün yoktum maalesef. Ama senin o güzel konuşman ve isteklerini arkadaşlar anlattılar. Tam bir idareci gibi bir tavır sergilemişsin. Yanlış anlama Es‘ad, biz senin idarenden çok memnunuz. Her şeyi güzel idare ediyor, iyi programlıyorsun.

–Her ne yaptımsa Mus‘ab ile beraber yaptım. Mus‘ab bu hususta da çok iyi.

–Rasûlullah -aleyhisselâm- buraya onu gönderdiğine göre çok iyi olmalı tabiî.

–Gerçekten çok kaliteli bir adam şu Mus‘ab.

–İşte bunun için bizim evde de sohbet ve dersler olsun diye teklif ettiğimde, hemen; «Olur.» demedi. Benim bu isteğimi senin de programa alıp, netleştirdikten sonra uygulamaya koymamızı istedi.

–Ey Hâlid! Sen de görüyorsun ki, yepyeni bir hayata; «Merhaba!» diyoruz. Yıllardır büyük bir taassupla tapageldiğimiz putlardan kurtulduk hamd olsun!

–Hamd olsun!

–Her şeyimizle yeniden derlenip toparlanıyoruz. Daha doğrusu Mus‘ab bin Umeyr’in yol göstermesiyle yepyeni bir topluluk oluşuyor. Ciddî bir cemiyet ile beraber ciddî bir teşkilât hâline de geliyoruz.

–Çok güzel ifade ettin ey Es‘ad! Cemiyet ve teşkilât!

–Oluşan bu cemiyetin de ciddî bir şekilde yönetilmesi gerekiyor.

–Haklısın.

–İşte bunun için, her şeyi plânlı ve programlı bir şekilde yapmalıyız; diyorum.

–Elbette plânlı ve programlı çalışmalıyız.

–Mus‘ab da seni bana bu yüzden göndermiş olmalı.

–Bu durumda, bizde de yapacak mıyız bu ders ve sohbetleri?

–Mus‘ab da onayladıysa yaparız elbet.

–Ben evimde çok misafir ağırladım. Mus‘ab bin Umeyr’i da davet etmiştim biliyorsun.

–Senin misafirperverliğini ve cömertliğini bilmeyen mi var ey Hâlid?

–Fakat bu iş başka. Bu alanda ilk davetim olacağı için, neler yapmam gerektiğini söyler misin bana?

–Öncelikle kimleri davet ettiğini bilmemiz lâzım. Muhatapları tanımadan konuya girmek istemeyen Mus‘ab bin Umeyr, bunun üzerinde çok duruyor.

–Az çok bildiğin kişiler işte…

–Olsun, yine de kimleri davet ettiğini bilelim.

–Başka?

–Davetlilere bir şeyler ikram etmeyi düşünüyor musun?

–İkramsız olur mu hiç?

–İyi, bunu da güzel organize etmelisin. Sohbetin yapılacağı mekânın uygun olmasına da dikkat etmelisin.

–Evin içinde ya da bahçede düşünüyorum.

–Hangisi uygunsa artık. Davetlileri karşılaman, uygun bir şekilde oturtman ve ortamı Mus‘ab Hocaya hazırlaman da gerekiyor.

–Onlar da tamam, diyelim.

–Diyelim olmaz ey Hâlid, bu işi de ciddî bir şekilde organize etmelisin.

–Ederim Allâh’ın izniyle…

–Senin çocukların küçük oldukları için, onları aşar bu iş. Bu yüzden görev paylaşımı yapmalısın. Yani kimleri çağıracaksan, her birine adam göndermelisin. Onları kapıda karşılayacak biri olmalı. İçeri alınca da uygun bir şekilde yerleştirmelisin.

–Anladım, başka?

–Mekân ve muhataplar başta olmak üzere, her şey hazır olunca bana haber ver. Ben de Mus‘ab bin Umeyr ile beraber gelirim. Mus‘ab nereye oturacak, etrafında kimler olacak, hizmetini kimler görecek, bütün bunları da dikkatlice organize etmelisin.

–Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın temsilcisini şânına uygun bir şekilde ağırlarız Allâh’ın izniyle. Yeter ki, amacımız sadece Allâh’ın rızâsı olsun.

–Sonunu çok güzel getirdin ey Hâlid, amacımız sadece Allâh’ın rızâsı!

Evet. O günler için, “kurum” (müessese) kelimesi kullanılmasa da ciddî bir şekilde “kurumsallaştıklarını” görüyoruz. Bilindiği gibi her müessese, kendi değerleri ve ilkeleri çerçevesinde çalışır. Bir teşkilât ve üyeleri belli bir disiplin içinde yürür. Müessese, müessese gibi çalışmazsa, o müessese, müessese olmaktan çıkar!

Peygamber medresesinde yetişenlerin tarzları buydu çünkü.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-