ÎMÂNIN LEZZETİNE ERMEK

YAZAR : Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

De ki: Tek Rabbimiz Allah! De ki: Tek rehberimiz
Bize bizden de aziz, Sevgili Peygamberimiz!
De ki Seyrî: Bizi yâ Rab, bu şahâdetle yaşat,
Bu şahâdetle diriltip bizi rahmetle kuşat! (Seyrî)

BİR HADİS:

عَنِ الْعَبَّاسِ بْنِ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ أَنَّهُ سَمِعَ رَسُوْلَ اللّٰهِ j يَقُوْلُ :

« ذَاقَ طَعْمَ الْإ۪يمَانِ مَنْ رَضِيَ بِاللّٰهِ رَبًّا وَبِالْإِسْلَامِ د۪ينًا وَبِمُحَمَّدٍ نَبِيًّا »

Abbâs bin Abdulmuttalib -radıyallâhu anh-’tan rivâyet edildiğine göre, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Allâh’ı Rab, İslâm’ı din, Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i peygamber olarak benimseyip onlardan râzı olan kimse, îmânın lezzetini elde etmiştir.” (Müslim, Îmân, 56)

BİR MESAJ: “Hak din İslâm’a gönülden teslim ol ve hakkını vererek İslâm’ı yaşa!”

Son hak din olarak bütün insanlığa gönderilen İslâm; insanın maddî ve mânevî hayatını şekillendiren, gönlünü tatmin eden, kısacası insân-ı kâmil olma yolunda onu kemâle erdiren ve dönüştüren bir dindir. Bu mânâda İslâm, insanın hayatına müdâhil bir dindir.

Onun için bu dîni kabul eden müslümanlar, İslâm’a öyle gönülden bağlanmalıdırlar ki; hayatlarını bu dînin emir ve yasaklarına göre şekillendirmeli, bu dînin esaslarına bağlı kalarak kendilerini dönüştürmelidirler.

Çünkü İslâm, insanı terbiye ve tezkiye eden bir dindir. İslâm; gerek fert gerekse cemiyet hayatında, ahlâk esaslarına uyarak yaşamasını insana tavsiye ve emir buyuran bir dindir. Yani İslâm, insanı ahlâklı kılan bir dindir.

Evet, İslâm bizi terbiye etmeli. İslâm nefislerimizi tezkiye etmeli. İslâm ahlâkımızı kemâle erdirmeli. Kısacası İslâm, bizi dönüştürmeli.

Ancak ne hazindir ki; İslâm ile şereflenen, İslâm ile hidâyet bulup dönüşmesi gereken müslümanlardan bazıları, radikal İslâm, ılımlı İslâm, Kur’ân İslâmı vs. diyerek nefislerine göre İslâm’ı şekillendirmeye kalkıştı. Meselâ bu gruplardan Kur’ân İslâmı diye yola düşenler;

“Kur’ân Allah kelâmı…” gibi süslü cümlelerin arkasına sığınarak ve Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i bir kenara iterek Kur’ân’ı anlamaya ve anlatmaya çalıştılar.

Ne tuhaf ve ne acınacak bir durum ki, bu câhil ve cüretkâr insanlar; Kur’ân’ın kendisine indirildiği ve Kur’ân’ı en iyi anlayan ve yaşayan bir şahsiyeti dikkate almayarak, sıradan biri olarak görüp, küçücük akıllarına ve nefislerine göre Kur’ân’ı yorumlamaya çalıştılar.

Bu ne cehâlet yâ Rabbî!

Bu ne câhil cesareti yâ Rabbî!

Bu ne küstahlık yâ Rabbî!

Hâlbuki İslâm tektir. İslâm, Allah Teâlâ’nın gönderdiği en son ve kıyâmete kadar devam edecek olan dindir. İslâm; çok açık, duru ve net bir dindir. İslâm’ın helâli haramı, hudutları bellidir.

İslâm’ın insanı dönüştüren esasları, umdeleri vardır. Gerçek bir îmânı tesis edebilmek için; İslâm’ın bu esaslarına gönülden bağlanmak, bu esaslara gönülden teslim olmak lüzumludur.

Bu bağlamda yok ılımlı İslâmmış, yok radikal İslâmmış, yok Kur’ân İslâmıymış gibi yanlış ve müfsid yollara girmek; tehlikeli, bir o kadar da toplumu ifsâd eden bir hüviyete sahiptir.

İslâm’ın ılımlısı, radikali olmaz! İslâm tektir. İslâm, son hak dindir. İslâm; gönlümüzü, rûhumuzu tatmin ve teskîn eden bir dindir. Onun için farzı vâcibi sünneti ile, haramı helâli ile, mehruh, müstehab ve mubahıyla; kısacası her şeyi ile İslâm’a teslim olmak, din olarak İslâm’dan râzı olmak gerek.

Yüce Allah, bir âyet-i kerimede; dîni kemâle erdirdiğini ve bizler için din olarak İslâm’ı seçtiğini bildirmektedir. (el-Mâide, 5/3)

Rabbimiz’in bizler için uygun görüp seçtiği İslâm’a gönülden bağlandığımızda, İslâm hayatımıza yön verip bizi dönüştürdüğünde, işte o zaman îmânın tadına erebilir, işte o zaman cennet ve cemâlullah şerefine nâil olabiliriz.

Nitekim serlevha hadîs-i şerîfimizde Sevgili Peygamberimiz bu durumu şu veciz ifadeleriyle dile getirmektedir:

“Allâh’ı Rab, İslâm’ı din, Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i peygamber olarak benimseyip onlardan râzı olan kimse, îmânın lezzetini elde etmiştir.”

Bir başka hadîs-i şerifte; Allâh’ı Rab, İslâm’ı din, Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i peygamber olarak benimseyip onlardan râzı olan kimseye cennetin vâcib olacağı müjdesi verilmiştir. (İbn-i Ebî Şeybe, VI, 36)

Allah Teâlâ’yı Rab olarak kabul edip O’ndan râzı olmak; O’nu sevmek, O’na kulluğu sevmektir. Sadece O’nun hoşnutluğunu ummaktır. Sadece O’na kulluk edip, sadece O’na boyun eğmektir. Gerçek mânâda sadece O’ndan korkmak, sadece O’ndan ummak, sadece O’ndan yardım istemektir.

Rab olarak O’ndan râzı olmak; O’na karşı samimi olmak, O’na güvenmek, sadece O’na teslîm olup sadece O’na tevekkül etmektir. O’nun emir ve yasaklarına boyun eğmektir. O’nun kendi hakkındaki hükmüne râzı olmak, takdir ettiğine râm olmak, O’ndan gelene râzı olmaktır. Kısacası lütfunda bir kahrın da bir diyebilmektir.

Rab olarak O’ndan râzı olmak, O’ndan başka Rab arayışına girmemektir. O’nu hayatının tek otoritesi olarak kabul edip, hakkıyla; «Lâ ilâhe illâllah» diyebilmektir.

Peygamber olarak Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den râzı olmak; Hâtemü’l-Enbiyâ olarak O’nu kabul edip, O’na inkıyâd etmektir. O’nun emrini Allâh’ın emri bilmek, yasakladığını Allâh’ın yasağı kabul etmektir. O’nun sözlerine itibar etmek, sünnetine ittibâ etmeye çalışmaktır.

Peygamber olarak O’ndan râzı olmak, Kur’ân’ı anlamaya çalışırken O’nu aradan çıkarmamaktır. Kur’ân İslâmı diye yola çıkıp; «Gerçek hüküm sahibi Allah’tır.» gibi süslü cümlelerin arkasına sığınarak, mü’minlerin gönüllerini ve dimağlarını ifsâd etmemektir.

Peygamber olarak O’ndan hoşnut olmak; kendi nefsine bile O’nu tercih edip, O’nu kendi nefsin de dâhil her şeyden çok sevmektir. O’nu kendinden evlâ bilmektir. O’nun hükmüne râzı olmaktır. Bir hüküm verdiğinde, kalbinde en ufak bir zorluk yaşamamaktır. Bu aynı zamanda îmânın da bir gereğidir.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Hayır! Rabbine andolsun ki onlar; aralarında çıkan çekişmeli işlerde Sen’i hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslîmiyetle boyun eğmedikçe îmân etmiş olmazlar.” (en-Nisâ, 4/65)

Din olarak İslâm’dan râzı olmak ise; oraya buraya çekmeden, eğip bükmeden son ve tek hak din olarak İslâm’ı kabul etmek; ister emir olsun ister nehiy olsun, nefsin isteklerine muhalif olsa bile İslâm’ın bütün emirlerine tam bir teslîmiyetle boyun eğmektir. İslâm’ın emir ve nehiylerini yerine getirirken, gönlünde bir zorluk ve gevşeklik yaşamamaktır.

Yukarıda tavsif edildiği gibi, İslâm’a teslim olabilirsek, işte o zaman; Rabbimiz’in rızâsına, hoşnutluğuna nâil olabiliriz. İşte o zaman; O bizden râzı olur, biz de O’ndan râzı olan kullardan oluruz.

Cenâb-ı Hak, bir âyet-i kerîmede îmân edip sâlih amel işleyenlerin mükâfâtını anlatırken şöyle buyurmaktadır:

“Rableri katında onların mükâfâtı; içlerinden ırmaklar akan, içlerinde ebedî kalacakları Adn cennetleridir. Allah onlardan râzı olmuştur, onlar da Allah’tan râzı olmuşlardır. İşte bu mükâfat, Rablerine derin saygı duyanlara mahsustur.” (el-Beyyine, 98/8)

Ne mutlu Allâh’ın râzı olduğu kullardan olabilenlere!

Ne mutlu Allâh’ı Rab, Muhammed -aleyhisselâm-’ı peygamber, İslâm’ı din olarak kabul edip onlardan râzı olabilenlere!

Rabbimiz, cümlemizi İslâm’a gönülden teslim olanlardan eylesin!

Rabbimiz, bizleri gerçek mânâda İslâm’ı yaşayabilenlerden eylesin!

Rabbimiz, bizleri Allâh’ın râzı olduğu kullarından eylesin!

“Allâh’ım, îmânı bize sevdir. Kalplerimizi imanla süsle. Küfrü, fıskı ve isyanı bize çirkin göster. Bizi doğruyu bulanlardan eyle!” (Ahmed bin Hanbel, III, 424)

Âmîn…