DOĞRU DİYE SUNULAN YANLIŞLAR

YAZAR : Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

Görüp değiştirmediklerimizden, duyup düzeltmediklerimizden, şahit olup mâni olmadıklarımızdan bir gün hesaba tâbî tutulacağız. Müslümansak hayatı ciddîye almak durumundayız. Çünkü yarın vâr olduğuna kesin inandığımız o korkunç günde, Allah -celle celâlühû- korusun altından kalkamayacağımız hâllerle karşılaşabiliriz.

Bize ulaşan bilginin, anlatılan hâdisenin, gerçek diye gösterilenlerin doğruluğundan ne kadar eminiz? Yaşadığımız hayat senaryosunun içinde sunulanların kaçta kaçı doğru? Veya biz onları hangi bakış açısıyla değerlendiriyoruz?

Bir kere inanç sağlam temeller üzerine oturmalı ki, hâdiseleri doğru değerlendirelim. «Bu anlatılan benim inancıma uymaz!» «Bir müslüman böyle sapkın inanışlara kapılmaz!» diyerek derhâl «doğru diye gösterilen yanlışlar»ı zihnimizden silmeli değil miyiz? Ama tabiî bunun için, sağlam bir inanış gerekli. Bugün bu sağlam inanışları sekteye uğratmaktan geri durulmuyor. Din adına konuşanlar bile bunu yapıyorlar ne yazık ki. Doğrusu onları elîm bir âkıbet bekliyor!

İçimizdeki, fıtratımızdaki doğru inanışlarda karar kılmalıyız, onları kimsenin bozmasına müsaade etmemeliyiz. Her söylenene inanmamalı, kaynağını sorup soruşturmalı, uluorta her duyulanı etrafta yaymamaya âzamî gayret göstermeliyiz.

Günümüzde medyanın dayattığı yalan yanlış, bozuk ve sapkın fikirler; hemen hızla insanların doğru fikirlerini ifsâd ediyor, davranışlara çarçabuk sirâyet ediyor. Herkes kendilerine nasıl gösterildiyse, o şekilde anlatılana inanıyor, o hususta hızla keskin bir fikre sahip oluyor. İnsanlar yıllardır yanlış idrak ve ahlâka uygun düşmeyen fikirlerle beyinleri yıkana yıkana, artık yanlış unsurlara inanır olmuşlardır. Siz yeni bir şey söylediğinizde derhâl hiç düşünmeden, hâdiseyi tetkik etmeden itirazlar geliyor. Öyle durumlar da gelişebiliyor ki, insanlar o gerçek diye sunulan yanlışları eğerek bükerek kendi zihnî idraklerine uygun hâle getirebiliyorlar. Neticede ortaya çıkanlar, hakikatin dışında kabul edilemez şeyler oluyor. Şimdi sonuç bu mu olmalı, Hak aşkına!?.

İnsan kendisine sunulanları, yüce Rabbin özenle fıtrata koyduğu düşünce yeteneğini süzgeçten geçirerek değerlendirmeye tâbî tutsa da öyle inansa ve inandıklarını da o şekilde etrafına söylese, daha akıllıca bir iş yapmış olacak. Zira her şeyin hesabının verileceği bir âhiret gerçeği var…

Yanlış idrakler, sapkın fikirler; defolu zihinlere yerleşir. Zihinleri berrak olanlar; kuru kalabalık bozuk gürültülü görüşlere itibar etmezler, doğru değerlerinden tâviz vermezler.

Kötülüklerin alabildiğince yaygınlaştığı, âlim diye geçinenlerin zâlimliklerinin sergilendiği, mazlumların hiçe sayıldığı bir devirde yaşıyoruz. Kırgınlıkların arttığı, güvensizliklerin çoğaldığı, dostlukların azaldığı bir zamanda insanların emin dayanaklara sahip olması elzemdir. Yanlışlıklara, kötülüklere, çirkinliklere âlet olmamak için vahiy kaynaklı değerlerimize sıkı tutunmamız şarttır.

Sonra din, inanç ve îtikat anlayışımızı da derin bir süzgeçten geçirmemiz gereklidir. Bunun için şu soruları kendimize soralım:

Dînî inanış ölçüleri mi yoksa yaşanan genelgeçer ölçüler mi bizim üzerimizde hâkim? İslâmî hakikatler; hayatımızın tamı tamına merkezinde mi yoksa kenarında, köşesinde mi? Davranışlarımız inancımıza göre mi şekilleniyor yoksa içinde yaşadığımız toplumun bize dayattıklarına göre mi şekilleniyor? Bu sorulara devam edebiliriz ama mesele anlaşılmıştır.

Bugün maalesef müslümanlar yaşadıkları vasata göre hareket ediyorlar. Bununla da kalmayıp bir de kendilerine doğru diye takdim edilen yanlışları müdafaa etme hatasına düşüyorlar. Herkes bilhassa dînî kaideleri; kendi kafasına estiği gibi yorumluyor, keyfine göre eğiyor, büküyor, sağından-solundan kırpıyor, yontuyor. Neticede kimi keskin kimi radikal kimi gevşek kimi katı müslümanlar ortaya çıkıyor. Bu bir kavram kargaşasıdır.

Hâlbuki yüce dînimiz İslâm, hiçbir kavram kargaşasına meydan vermeyecek kadar açık ve net kaideler vaz‘ eder. İslâm’ın kaideleri ilâhî kökenli olduğu için, güvenilirliği tartışılamaz bile.

Böylesi mükemmel bir sistem neden tatbik edilmiyor o zaman?

Çünkü insanlar bir yere bağımlı kalmadan, serbest takılmak istiyorlar. Sürekli pompalanan hür kalma isteği, tek bir yere bağımlı olmayı reddediyor. İnsan; keyfine, nefsine, isteklerine, hazlarına bağımlı kalarak her arzusunu yerine getirmek istiyor. Arzu ve heveslerin ise sonu gelmiyor. Ne yazık ki insan, bu basit ideale bütün bir ömrünü harcıyor. Oysaki İslâm en fazîletli yaşanılır hayat tarzını insana takdim ediyor. İnsansa bunu elinin tersiyle itiyor ve;

“Ben keyfim ne isterse onu yapabileceğim bir hayat istiyorum.” diyor. Bu ne acı bir aldanıştır!

Yine İslâm, insanın herkesçe kabul görecek güzel ahlâkî fazîletlere sahip olmasını istiyor. Meselâ; doğru-dürüst, çalışkan, hak-hukuk gözeten, yardımsever özelliklerin insanda bulunmasını salık veriyor. Aynı zamanda insanın yüce Yaratıcısına güzel kul olabilen, ibâdetlerini aksatmadan yerine getiren bir mü’min olmasını istiyor. Zira ancak bu şekilde insan, yaşadığı vasata değer katar ve çevresine zarar vermeyen bir kişilik oluşturabilir. Fakat günümüzde bırakın diğer insanları, müslümanlar bile bu şekilde değil.

O zaman yanlış giden bir şeyler var demektir.

İslâm’ın ilk yayıldığı senelerde de insanlar arasında ne kadar çok yanlış inanış ve davranışlar mevcuttu. Aynen bugünkü gibi zulmün her çeşidi o devirlerde de kol geziyordu. İslâm’ın gelmesiyle her türlü yanlışlık düzeldi, kötülükler yerini iyiliklere bıraktı. Zamanla o câhiliyye devri insanları cihanda parmakla gösterilir yıldızlar hâline geldiler. Peki, bugünkü insanların önünde hazır buldukları İslâm niye onları ashab gibi değiştirmiyor, dönüştürmüyor? Neden ahlâkımız düzelmiyor? 14 asır önceki din değişmedi ki, mukaddes kitâbımız da aynı, en kâmil ahlâkı şahsında sergilemiş son peygamber bizim, hadisleri bize ışık tutuyor…

Neden biz güzel bir müslüman olamıyoruz? Neden? Neden?

Kanaatimiz odur ki, bizim İslâm’ın kaidelerini -din adamlarımız da dâhil- tam mânâsıyla tatbik etmek işimize gelmiyor. O kadar nefsimizi öne çıkararak yaşıyoruz ki dînî kaideleri uygulamak keyfimize uygun düşmüyor. Vakitler sürekli keyiflere sarf edildiğinden, ibâdetlere ayıracak zaman bulunamıyor yahut gereksiz görülüyor. Senelerdir ibâdet eksenli bir hayat telkin edilmediğinden, insanlar hep keyif merkezli yaşama gayretindeler. Böyle olunca ahlâk; fazîlet ötesine kaydı, basitleşti, kısırlaştı hattâ âdîleşti. Sonuçta ahlâk kalmayınca, ortada çeşit çeşit ahlâkî bozukluklar kol gezmeye başladı. Bugün neredeyse her şey mubah görülür oldu. Zulümler, ahlâksızlıklar, hak ihlâlleri, tecavüzler, öldürmeler sıradanlaştı.

Zaman içinde insanlar doğru düşünme analizi dahî yapamaz hâle gelebiliyor. İslâmî prensiplerin yerine, yaşanan hayatın prensipleri referans alındığında yanlışlar, çirkinlikler peşi sıra gelmeye başlıyor ve hattâ bu yanlışlar hayatı tümüyle kaplıyor. İnsanlar yaşadıkları hayatta canlarının istediklerine erişemediklerinde, hiçbir ölçüye tâbî olmadıklarından mutsuz oluyorlar hattâ bazen canlarına dahî kıyabiliyorlar. Devamlı egolar şişirildiği için, meselelere tevâzuyla yaklaşılamıyor. Hep nefisler öncelendiğinden, bencillikten yardımseverliğe pay kalmıyor. Böylesi bir hayat, hakikaten neticesi hüsran olan bir hayattır.

Ne yapmalı peki bu durumdan çıkmak için?

Her zaman söyleriz, din hayattır. Din ve dînî kaideler yaşanmak içindir. Din asla ve asla hayatın kıyısına konamaz. Din bütün insanların olmazsa olmazıdır, zira hayat din ile mânâ kazanır. Bunu mutlaka insanların kafasına kazımak gerekir. Ancak bugünün insanı dîni hayatından kovmak için elinden geleni yapmaktadır ve bunda başarılı olunduğu da açıktır. Bu kabul edilemez. İnsanlar eninde sonunda dînin kendileri için vazgeçilmez bir unsur olduğunu idrak edeceklerdir. Keşke bu, iş işten geçmeden olsa…

Müslümanlar da İslâm’ı eğmeden bükmeden, keyiflerine göre yorumlamadan; doğru kaynaklardan, doğru îtikādî bilgilerden öğrenmelidir. Peygamberî fazîletleri hayata yeniden getirmeye mecburuz. Doğru yerlerde, doğru ortamlarda, güvenilir kişilerden mânevî olarak beslenmeliyiz. İslâm’ı ciddî mânâda yaşayan kişilerin sözleri tesir eder, böyle kişiler örnek alınmalıdır. Yoksa ortalığın yanlışlıkları içinde -Allah muhafaza- mahvolup gidebiliriz.

Yüce Mevlâ İslâm’ı doğru anlamayı ve doğru yaşamayı bizlere muvaffak kılsın inşâallah. Âmîn.