UZUN YAŞAMANIN SIRLARI

YAZAR : Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

Allah Teâlâ; insanoğlunu yaratmış, ona belirli bir ömür tayin edip, bir imtihan için dünyaya göndermiştir. İnsana; diğer mahlûkattan ziyade olarak, akıl ve irade gibi iki mühim nimet verilmiştir. İnsana; bu nimetlerle hem kendisini hem de yaşadığı çevreyi îmar ederek sürekli, iyiye ve güzele ulaşması için fırsat verilmiştir.

Allah Teâlâ; dünyayı sınırsız nimetler ile süslemiş, ancak dünyaya da belirli bir ömür takdir etmiştir. İnsana bu nimetlerden meşrû şekilde faydalanma fırsatı tanınmış, ancak bu da bir imtihan vesilesi olmuştur. Ömrün sınırlı, nimetlerin sınırsız olduğu bir dünyada; insan, hep aç gözlü ve aceleci davranmış, bu aceleciliği sebebi ile hem kendi hayatını hem de çevresini zâyî etmiştir.

Yeryüzünde, öleceğini bilen tek mahlûkun insan olduğu söylenir. Öleceğini bildiği için de insan hep acele eder. Her şeyi elde etmek, varacağı yere bir an önce varmak ve daha fazla biriktirmek için olmadık yollara ve usûllere tevessül eder. Öleceğini bilmek, insanda aceleciliğe ve paniğe sebep olurken; bir diğer tesir olarak da ölümsüz olmak veya hep dünyada kalmak gibi bir çabaya da sürükler.

Ne gariptir ki insan; öleceğini bildiği hâlde, dünyada biraz daha fazla kalmak için beyhûde çabalar sarf ediyor. Bugün, insanoğlu; dünyada biraz daha fazla kalmak, uzun yaşamak ve ölümden kurtulabilmek için gerek sağlık ve ilâç sektöründe, gerekse kozmetik sektöründe dünya çapında büyük şirketler mârifeti ile devâsâ bütçeler ayırmakta ve büyük meblâğlar harcamaktadır.

Bu çalışmaların yansıması olarak, özellikle gazete ve televizyonlardan; «uzun yaşamanın sırları» diye, çeşitli gıdâ maddeleri ve gün içerisinde yapılacak spor aktivitelerinin listeleri açıklanıyor. Herhangi bir sağlık problemi olmayan insanlar bile, bu listeleri uygulamak sûretiyle, bütçelerinin büyük bir bölümünü bu işler için harcamakta bir beis görmüyorlar.

İnsanların dünyaya olan bu düşkünlükleri, yine insanlar tarafından bir sektöre dönüştürülüyor. Düzenli spor, sağlıklı beslenme, stresten uzak bir hayat, sürekli doktor kontrolü, tatiller ve daha nice faaliyetler insana uzun yaşamanın sırları olarak pazarlanmaya çalışılıyor. İnsanlar; «sağlıklı kalayım» diye doktorlara gidiyor, stresten uzak kalmak için, yılda sadece birkaç gün kalacakları devre mülkler alıyor, tatil beldelerine gitmek için her yıl avuç dolusu para harcıyor.

Oysa insan, ne kadar uzun yaşarsa yaşasın, kendisine takdir edilen ecelden kaçamıyor. Bu gerçeğe rağmen; âhiret hayatına göre bir akşam vakti veya kuşluk zamanı kadar kısa olan dünya hayatını, beyhûde gayretler ile çekilmez hâle getiriyor.

Hesap günü hiçbir insan; «Keşke dünyada biraz daha kalsaydım…» demeyecek. Aksine; «Keşke dünyadaki hayatımda, daha fazla amel etseydim de, burada rahat etseydim…» diye hayıflanacak, kendisine verilen defteri sâlih amellerle doldurmadığı için pişman olacaktır.

Bu hususta Süfyân-ı Sevrî -rahmetullâhi aleyh- Hazretleri, kendisinden tavsiye isteyen birisine;

“Dünyada kalacağın kadar dünyana çalış, âhirette kalacağın kadar âhirete çalış.” demiştir.

İnsan; sünnetullah îcabı olarak, bedenen uzun süre yaşayamaz. Ancak, bedenen değil de ortaya koyduğu eserleri ile vefatından yüzlerce hattâ binlerce sene geçse bile, yaşamaya devam edecektir.

Uzun yaşamayı, sadece dünya üzerinde kalmak olarak anlayan insanların, öldükten sonra elbette yok olup gitmesi normaldir. Lâkin uzun yaşamanın sırrına vâkıf olan insanların, hâlen daha canlı(!) ve faal olması, idrak edilmesi gereken bir gerçekliktir.

Âhiret inancı olan insana göre uzun yaşamak, dünya üzerinde biraz daha fazla kalmak ve arzın üzerinde gününü gün etmek değildir. Bilâkis, uzun yaşamak; kendisi ölse bile, ismi ve eserleri ile asırlar boyunca hâlen yaşamaya devam etmektir.

Şu anda yazdıkları eserleri okuduğumuz birçok âlim, uzun yaşamanın sırrını çözmüş ve çağlar sonrasında bile yaşamanın imkânına kavuşmuşlardır. Bu insanlar; yaşadıkları çağda, gecelerinden, gündüzlerinden, uykularından ve rahatlarından ferâgat ederek, bu sırra ermişlerdir. Bu fedâkârlıkla ortaya koydukları gerek ilmî eserler, gerekse inşâ ettikleri mâbedler ile kıyâmete kadar yaşama nimetine ulaşmışlardır.

Allah Teâlâ, insanın ömrüne bir sınır koymuştur. Lâkin kendi rızâsı için hareket eden, kendini Allah yoluna vakfeden insanların; isimlerinin ve eserlerinin kıyâmete kadar devam etmesi için de güzel bir imkân vermiştir. Topraklarımızda yaşamış ve hâlen varlığı devam eden yüzlerce eseri îmar eden Mimar Sinan’a kim 1588 tarihinde vefat etti(!) diyebilir? Bu insanın amel defterine, îmar ettiği eserler içerisinde her gün düzenli olarak yapılan ibâdetler sebebiyle, sevap yazılmaya devam ediyor. Kitaplarını okuduğumuz, fetvâları ile amel ettiğimiz, Kur’ân, hadis, fıkıh ve diğer İslâmî ilimlerde eserler yazan âlimlerimiz, bu okunan eserlerden yapılan amellerin sevaplarına ortak olmuyor mu?

Elbette ki her insan, bunlar gibi büyük eserler yapamaz. Ancak, her insanın gücü ve imkânı nispetinde çaba sarf ederek yapacağı işler vardır. Bu; bazen bir ilim talebesine el uzatmakla, bazen bir yetimin elinden tutmakla, bazen susuzluktan kuruyan topraklara su kuyusu açmakla, bazen bir fidan dikmekle olur, bazen de ümmete faydalı olacak bir evlât yetiştirmekle olur. Yeter ki insan; uzun yaşamak istesin, Allah Teâlâ o işe uygun nice yollar açar.

Bu sırra ermek için; önce sonsuz bir hayata îmân etmek, ondan sonra da o hayata hazırlık yapmak gerekiyormuş efendim. Bu sırra erenlere ve uzun yaşayanlara selâm, rahmet ve duâ ile…