Medeniyetin Can Damarı: EĞİTİM

YAZAR : B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com

Gençlik; bir milletin istikbâli, yarınlarının teminatı, onu sonraki devirlere taşıyan vasıtası… olmak gibi, fevkalâde değeri hâiz bir cevherdir. Bu cevher ne kadar mükemmel bir şekilde işlenirse, milletin geleceği de o kadar parlak ve muhteşem olur. Bu itibarla eğitim, milletin ve onu yükseltecek olan medeniyetinin can damarı mesâbesindedir. Beceriksizlik, gaflet, dalâlet, hıyânet… gibi menfî sâiklerle bu paha biçilmez cevherin işlenememesi, milletin istikbâlinin heder edilmesi olur ki; bu vahametin gerçek boyutlarının tespiti asla mümkün olmaz. Ancak takrîbî çerçevesi bile pek acı bir manzara teşkil eder ki; ne kadar hayıflanılsa da, beyhûde olur. 1950’li yıllarda, hemen hemen aynı şartları hâiz olduğumuz bir kısım Uzak Doğu ülkeleri ile aleyhimize olan bugünkü farklılık, bunun çarpıcı bir misalidir.

Kalkınma ve eğitim gibi ana meselelerin; çıkarılan sun‘î meselelerle yüklü gündeme bir türlü girememesiyle, hebâ olup giden altın yılların hesabı yapılabilir mi? Kafa karışıklığı, kimlik buhranı gibi sebeplerle kendini kaybedip, bugün dünyaya hükmeden devletler arasında olamamanın gönül sızısı nasıl dindirilebilir? Bu hususla alâkalı olarak, merhum Cemil MERİÇ;

“Osmanlı’dan sonra, köklerimizden koptuk; rûhumuzu kaybettik.” tespitini yapar. «İ‘lâ-yı Kelimetullah» yolunda cihan devleti olup, «âleme nizam» veren şanlı ecdâdımızın vârisi olan ülkemizde; bir zamanlar maalesef, hayat kaynağımız olan yüce dînimizin terk edilip, Hıristiyanlığın kabulünün bile müzâkere edildiği, acı bir vâkıadır. Her ne kadar bu akla ziyan teklif, kuvveden fiile çıkarılamamışsa da; uzun yıllar, dînin içtimâî hayat için bir tehlike olduğu vehmi canlı tutulmuş, dînini öğrenmek ve yaşamak isteyen fertlerin kanun zoruyla engellenmesi yoluna gidilmiştir.

“Bilindiği gibi; 1947-49 yıllarındaki Sovyet tehdidine karşı Türkiye’nin batıya yaklaşması çerçevesinde, 27 Aralık 1949’da Türkiye ve ABD hükûmetleri arasında eğitim komisyonu kurulması hakkında bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşmanın 5. maddesi şöyleydi:

«Komisyon; 4’ü Türkiye vatandaşı, 4’ü ABD vatandaşı olmak üzere 8 üyeden oluşacaktır. ABD’nin Türkiye’deki diplomatik misyon şefi, komisyonun fahrî başkanı olacak ve komisyonda oyların eşit olması hâlinde kararı, komisyon başkanı verecektir!» Bu komisyonun görevi, Türk çocuklarının ilk, orta ve lisede okuyacağı derslerin müfredâtını belirlemekti.”*

Uzun yıllara rağmen, eğitim sistemimizin bir türlü mecrâına oturtulamamasında, şüphesiz bu anlaşmanın da tesirini aramak gerekir.

Ülkemizde, halkın deyişiyle; «ancak, cenâzeleri kaldıracak kimse bulunamaz hâle gelince», 1950’li yıllarla beraber din eğitimine başlanabilmiştir. Kendisini, imam-hatip okullarına adayan «Celâl Hoca» nâmıyla mâruf Celâlettin ÖKTEN Hocaefendi; bin bir türlü sıkıntıya göğüs gererek, imkânsızlıkları aşarak bu okullara hayat vermiştir.

«Öğretmenlik», peygamber mesleği diye de tarif edilir. Bu cümleden olarak, bütün peygamberân-ı izâm hazerâtı; insanları, Allah Teâlâ’nın inzal buyurduğu «ilâhî değerler manzûmesi» çerçevesinde tâlim ve terbiye ederek, onları dünya ve âhiret saâdetine kavuşturma gayretinde olmuşlardır. Herkes için, her bakımdan «en güzel örnek» olan son Peygamber, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; mükemmel bir eğitim usûlü ile, içinde bulunduğu câhiliyye cemiyetini, «Asr-ı Saâdet»e çıkarmıştır. Bu öyle emsalsiz bir inkılâptır ki; kaba-saba, taş yürekli insanlar, fevkalâde hassas ve gözü yaşlı bir hâle gelmişler; her biri «gökteki yıldızlar gibi» birer rehber olmuşlardır. Bu muhteşem vâkıayı ifade sadedinde, İmâm-ı Karâfî şöyle der:

“Allah Rasûlü’nün başka hiçbir mûcizesi olmasaydı; yetiştirmiş olduğu ashâb-ı kiram, Allah Rasûlü’nün nübüvvetini ispata kâfî gelirdi.”

Kur’ân-ı Kerim’de, «yüce emânet» kendisine tevdî buyurulan insan, bu değere liyâkat kesbedebilmesi bâbında şöyle îkaz buyurulur:

“… De ki: «Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu, ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.»” (ez-Zümer, 9) İslâm’ın, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in mübârek şahsında bütün insanlığa ilk emri; “Oku!”dur. Bu emrin keyfiyeti de;

“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” (el-Alak, 1) diye beyan buyurulur.

Ecdâdımız ulemâyı baş tâcı etmiş; hüküm fermâ olduğu Türkistan’dan Endülüs’e kadar bütün bir İslâm coğrafyasını, dünyanın ilim merkezi hâline getirmiştir.

Umumiyet itibarıyla, günümüzde ebeveynlerin evlâtları için kaygısı ve onların da gayreti; en kolay iş bulunabilecek ve en rahat geçinmeyi temin edecek, en yüksek geliri kazandıracak bir mesleğin tahsilini yapmaktır. Hadîs-i şerifte;

“Ameller (başka değil) ancak niyetlere göredir; herkesin niyeti ne ise, eline geçecek odur…” (Buhârî, Bedü’l-Vahiy, 1) buyurulur.

Eğitimde; «vatana, millete hizmet etmek; insanların duâsını alarak, Allah Teâlâ’nın rızâsını kazanmak» niyetini tezâhür ettirecek bir zihniyet inkılâbına ihtiyaç var. «Bol para kazanmak» niyetiyle yola çıkan fertler, nefsin ihtiraslarına kapılıp, hayatın çıkmaz sokaklarında heder olabilirler. Sâlih niyetliler ise; Hakk’ın rızâsını taleple, asla istikametten şaşmazlar. Nitekim, bir kısım insanlar cemiyetin hayrına faaliyetlere kendilerini vakfetmişken; en yüksek eğitimlerden geçmiş birçok kişinin ise, çeşitli «organize» suç çetelerine katılıp, hüsranlara dûçâr olmaları bunun acı bir misalidir.

Dînin bir tarifi de; Allah Teâlâ’nın emirlerine tâzim ve itaat, mahlûkatına da şefkat ve merhamettir. Eğitim; «ideolojik» değil, ilmî usûllerin ışığında, bu kıvamda bir şahsiyet inşâ etmelidir. Nitekim Hazret-i Ali -kerremallâhu vechehû-;

“Çocuklarınızı kendi zamanınıza göre değil; onların yaşayacağı zamana göre yetiştiriniz.” buyuruyor. Bilgi ve hikmeti terkip ederek, irfanla teçhiz olan böyle bir nesil; vatana, millete, bayrağa hizmetkâr olur, mukaddeslerini asla çiğnetmez, hiçbir şahsî menfaatle değişmez; mağdur ve mazlumlara gönlünü açarak içtimâî huzurun teminatı olur; her insanı aziz bilip, hakkın temsilcisi sıfatıyla adâletin tesisine çalışır…
_______________________________
* Ufuk COŞKUN, Milât Gazetesi, 12. 10. 2017.