MEDİNE’DE İLK CUMA NAMAZI

YAZAR : Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr

İslâm güneşi her tarafı öyle bir aydınlatmaya başlamıştı ki; Yesrib’in, Medine olmasına az kalmıştı. Her yaştan ve kabîleden insanlar İslâm’a koşuyorlardı. Müslüman sayısı her geçen gün daha da artıyordu. Sadece rakamdaki artış değildi bu tabiî!

İslâm ile şereflenen bu seçkin müslüman topluluğun kaynakları, Allah Kelâmı Kur’ân-ı Kerim idi. Rasûlullah -aleyhisselâm-; her zaman, her yerde ve her şeylerine yansıtmaya çalıştıkları örnekleriydi. Mus‘ab bin Umeyr -radıyallâhu anh- ise hocaları…

Kaynağıyla, örneğiyle ve hocasıyla öyle güzel yetişmişlerdi ki; sadece o yöre ve o dönemin değil, bütün zamanların nâdîde örnekleri oluyorlardı.

Rasûlullah -aleyhisselâm-, yeni nâzil olan âyet ve sûreleri Medine’ye gönderiyordu. Bazen de onlar alıyorlardı. Yani içinde bulundukları şartları ve yeni gelişmeleri de dikkate alarak, Mekke ile bağlantılarını sürdürüyorlardı. Böyle durumlarda ya Hazret-i Mus‘ab gidip alıyor ya da yetişmiş birini göndererek, yeni vahyi Medine’ye getirtiyordu.

Peygamberimiz -aleyhisselâm- gönderdiği yazıda; cuma günü zeval vakti çıktıktan sonra, cemaatle kılacakları iki rekât «Cuma Namazı» ile Allâh’a yakınlaşmaya çalışmalarını ve bu vesile ile müslümanlara hitapta bulunmasını emir buyurmuştu.1

“Yahûdîlerin cumartesi günleri toplanıp Zebûr’u açıkça okuduklarını göz önünde bulundurarak, kadınlarınızı ve çocuklarınızı toplayın ve cuma günü, güneş zevalden yarıyı geçince, iki rekât namazla Allâh’a yaklaşın!”2

Her birine yeni bir soluk getiren bu nebevî tâlimat üzerine, hemen harekete geçildi. Cuma namazı kılınacak en uygun yere sahip olduğunu düşünen Hazret-i Sa‘d bin Hayseme -radıyallâhu anh- öne çıktı:3

–Ey Mus‘ab! Cuma namazı kılmak için en uygun yer, bizim evdir. Salonu çok geniş olup, çevrede rahatsız olacak kimse de yoktur. Siz de uygun görürseniz, hemen hazırlık yapayım!

–Allah evini de ehlini de mübârek kılsın ey Sa‘d!

–Ne diyorsun, cuma namazı için hazırlık yapalım mı?

–Cuma namazı; Allâh’ın emri, Rasûlullâh’ın tâlimatıdır ey Sa‘d!

–Öyleyse hazırlık yapıyoruz biz…

–Allah ve Rasûlü sizden razı olsun!

Hazret-i Sa‘d bin Hayseme -radıyallâhu anh-, hemen gidip hazırlık yaptı. Onlar da ailece müslüman oldukları için; ailenin her bir ferdi, bütün çalışmalarda sürekli beraberlerdi. Yine öyle olmuştu.

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın dediği vakit girince, kadın-erkek-çocuk bütün müslümanlara özel olarak çağrı yapıldı. Medine müslümanları, Hazret-i Sa‘d bin Hayseme’nin evinde topladılar. Cuma namazı hakkında malûmat sahibi olanlar olduğu gibi, bu ibâdeti ilk defa duyanlar da vardı.4

Hazret-i Mus‘ab bin Umeyr -radıyallâhu anh-; cuma namazı ile ilgili Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın tebliğini okuyup, oradaki herkese duyurduktan sonra, yine Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın tâlimatı ile bu namazın nasıl kılınacağını anlattı.

Cuma namazı ile yine bir araya gelen bu müslümanlar, Mus‘ab Hocaya, bir de cuma namazı için uymuşlardı. Mus‘ab Hoca da; çok veciz bir hitâbede bulunarak, mes’ûliyetlerini dile getirmiş, bütün güzel alanlarda «öncüler» olmalarını istemişti.5

Namazdan sonra onları çok özel bir ziyafet bekliyordu. Hazret-i Sa‘d bin Hayseme -radıyallâhu anh-; ailece yaptığı hazırlığı, sevgili kardeşleriyle paylaştı. Böylece zihinlere silinmez bir şekilde kazılan çok güzel bir gün yaşamışlardı.6

Mus‘ab Hoca başta olmak üzere, bütün müslümanların duâsını alan Hazret-i Sa‘d; her zaman hazır olduğunu tekrar tekrar vurguladı. O gün bayram havası gibi geçerek, çok muhabbetli bir ibâdet aşkı yaşandı Medine’de…

Başka bir cuma günü de, bu vazifeyi Hazret-i Es‘ad bin Zürâre -radıyallâhu anh- yerine getirdi. Hazret-i Es‘ad; Medine’de, Nakîu’l-Hadım Âtta adı verilen Benî Beyzâ yurdu kara taşlığı denen yerde, kırk kişi toplayıp cuma namazı kıldırdı.7

Bir bayram havasında geçen bu özel gün dolayısıyla, cuma namazı sonrası yine ziyafetler verildi…

Sahâbe-i kiram; Peygamber Efendimiz ne buyuruyorsa, büyük bir aşk ve muhabbetle, O’nun buyruklarını yerine getiriyorlardı.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

________________

1 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 77, 146-147; Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 255-256.
2 Muhammed Hamîdullah, el-Vesâiku’s-Siyâsiyye, s. 35; Alûsî, Rûhu’l-Me‘ânî, c. 28, s. 99.
3 Beyhakî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 524-525.
4 Kurtubî, el-Camîu’l-Ahkâmi’l-Kur’ân, s. 18, s. 98-99.
5 İbn Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 3, s. 118; Süheylî, er-Ravdu’l-Unuf fî Şerhi’s-Sîretü’n-Nebeviyye li’bn-i Hişâm, c. 4, s. 101-102.
6 Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 213-214.
7 İbn-i İshâk – İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 77; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe fî Ma‘rifeti’s-Sahâbe, c. 2, s. 99; Alâüddin Ali, Kenzu’l-Ummâl, c. 6, s. 387.

(Muhammed Hamîdullah, el-Vesâiku’s-Siyâsiyye, s. 35)