İLİM ve İRFAN SAHİBİ OLMAK.
YAZAR : Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com
BİR HADİS:
عَنْ عَبْدِاللّٰهِ ابْنِ عَمْرٍو قَالَ كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ j يَقُولُ :
« اَللّٰهُمَّ إِنّ۪ي أَعُوذُ بِكَ مِنْ قَلْبٍ لَايَخْشَعُ وَمِنْ دُعَاءٍ لَا يُسْمَعُ
وَمِنْ نَفْسٍ لَا تَشْبَعُ وَمِنْ عِلْمٍ لَا يَنْفَعُ أَعُوذُ بِكَ مِنْ هَؤُلَاءِ الْأَرْبَعِ »
Abdullah bin Amr -radıyallâhu anh-’den rivâyet edildiğine göre Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle duâ ederdi:
“Allâh’ım! Huşû duymayan kalpten, kabul edilmeyen duâdan, doymayan nefisten ve fayda vermeyen ilimden Sana sığınırım. Bu dört şeyden Sana sığınırım.” (Tirmizî, Deavât, 68)
BİR MESAJ:
“Faydasız ilmin peşine düşme,
ilim ve irfan sahibi olmaya bak!”
“İrfan; kemâle açılan kapı, amelle taçlanan ilim.”
(Cemil MERİÇ)
Yukarıda geçen serlevha hadîsimizde Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, dört şeyden Allâh’a sığınmaktadır. Allâh’a sığındığı bu dört şeyden biri de faydasız ilimdir.
Günümüz müslümanlarının birçoğunun karşı karşıya kaldığı en önemli meselelerden biri; faydasız ilmin peşinden gidip, irfandan mahrum bir bilgi/ilim inşâ etmeye çalışmalarıdır.
İnsan; günlük yaşantısında birçok bilgi ile karşılaşır, birçok bilgiyi öğrenir ve zihnine yerleştirir. Acaba bu bilgilerin ne kadarı lüzumlu ne kadarı da dünya ve âhirette hiçbir faydası olmayan bilgidir? Bu bilgilerin ne kadarı insanı, irfan boyutuna taşımaktadır?
Bütün bu hususlar, büyük bir soru işareti olarak karşımızda durmaktadır.
Eğitim sistemimizde de benzer bir problem söz konusudur. Acaba okullarda verilen bilgilerin ne kadarı faydalıdır veya daha doğru bir şekilde soracak olursak; faydalı olarak görülüp de öğrencilere verilen bilgilerin ne kadarı, onları hikmet ve irfâna sevk etmektedir?
Üzülerek ifade edelim ki okullarımızda icrâ edilen eğitim-öğretim işi; genelde bilgi/ilim merkezli olup, talebeye sadece bilgi yüklemesi yapılmakta, ağırlıklı olarak işin öğretim kısmı üzerinde durulmaktadır. Eğitim kısmı sadece tabelâlarda kalmakta; işin terbiye, edep, hikmet ve irfan boyutu ihmal edilmektedir. Hoş, öğretimin ne kadar kaliteli verildiği de tartışmalıdır!
Böyle olunca neticede eğitim müesseselerimizden umumiyetle; irfandan mahrum, aşk ve muhabbetten uzak, kuru bilgi sahibi insanlar yetişmektedir. Bu şekilde yetişen insanların; vatana, millete, dîn-i mübîne fayda sağlaması nasıl düşünülebilir?
Hâlbuki ilim, ekseriyetle eşyanın bilgisini zihne nakletmekten ibarettir. Bir İslâm âliminin dediği gibi; bir ambarda üst üste eşya yığmak gibi bilgileri zihinde istiflemek, onların ziyan edilmesinden başka bir şey değildir. Bilgileri üst üste istiflemek, kişiyi gerçek huzur ve saâdete kavuşturmaz.
Bilgi, hikmet nurlarıyla bezenirse değer kazanır ve insanı mutlu kılar ki bu da bilginin irfan boyutudur. Bir başka deyişle, ilimden irfâna bir intikal söz konusu olmalı ki gerçek anlamda bir kemâlât elde edilebilsin.
İlim, ilk adımdır. Sonrası irfan olmalıdır. Bu ikisi biri diğerinden üstün değildir. İnsan-ı kâmil olma yoluna giren her mü’minin, bunların her ikisine de ihtiyacı vardır.
Bu mânâda ilim ve irfan, kuşun iki kanadı gibidir. Eğer bunlardan biri eksik olursa, yeryüzünde fesat ortaya çıkar. İlim eksik olursa, cehâlet kol gezer. Bâtınîlik düşüncesi yeşerir. Birtakım sapık düşünceler, hurâfeler fert ve cemiyetlerde tesirini göstermeye başlar. Toplum içerisinde; şerîat olmadan hakikate erme iddiasında bulunan insanlar, baş gösterir. Bütün bunlar, toplumun fesâda uğramasına sebep olur.
İrfan eksik olursa; «Ben bilirim, ben bilgiliyim.» havasında olduğu için, en başta insanların enâniyet duyguları kabarır. Terbiye, edep gibi mefhumlar bir kenara itilir. Ortada kuru bir ilim iddiası kalır. İrfan boyutu eksik olduğu için insanlar arasında; iddia, münakaşa, tartışma gibi insanı içten içe eriten hastalıklar çoğalır. İnsanlar; çok bilgili olduklarını iddia ettikleri konuları, nezâket ve nezâhet içerisinde ele alamazlar.
Bu bakımdan ilmin, bilginin yanında; irfan ile donanmak gerekmektedir.
Çünkü irfan; en başta derûnî bir îmâna sahip olmaktır, îmanda derinleşmektir. İrfan güzel ahlâktır; irfan edep ve hayâdır.
İrfan, tefekkürdür. İrfan kendini bilmektir. Bir mütefekkirin dediği gibi irfanın ilk adımı, önce kendini tanımaktır. Kendini bilen, kendini tanıyan; Rabbini bilir ve Rabbini tanır.
Yûnus’umuz bu hususu ne güzel dile getirir:
İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir,
Sen kendini bilmezsin,
Yâ nice okumaktır.
İrfan estetiktir, irfan aşktır, irfan muhabbettir. Şair Fuzûlî’nin ifadesiyle;
Aşk imiş her ne vâr âlemde,
İlm bir kîl u kāl imiş ancak…
İrfan sadece aşk gibi bir duygu değil; aynı zamanda aksiyondur, ameldir, tecrübedir. Cemil MERİÇ merhumun dediği gibi irfan; kemâle açılan kapı, amelle taçlanan ilimdir. Bu bakımdan irfan, bildiklerini hayata yansıtmaktır. Hayata yansımayan, hayata dokunmayan bir bilgi; kuru bir bilgidir, faydasız bir bilgidir. İlim «kāl» ise irfan «hâl»dir.
İrfan medeniyettir. İslam medeniyeti, ilim ve irfan medeniyetidir.
Mârifet ve irfan, aynı kökten gelir. Onun için irfan, mârifettir. Mârifet de gerçek bilgidir. Bilginin künhüne vâkıf olmaktır.
İlim, Cenâb-ı Hakk’ın «ilim» sıfatının bir tecellîsi iken; irfan da «Hâkim» ism-i şerîfinin tecellîlerinden biridir. Hukm kökünden gelen ve yüce Rabbimiz’in güzel isimlerinden biri olan «Hâkim» kelimesi; hâkim, hüküm ve hikmet sahibi, hükmünü yürüten ve yerinde iş yapan mânâlarına gelmektedir.
Öyleyse irfan basîrettir, firâsettir. Bilgileri yerli yerinde kullanmaktır. Tâlim yoluyla elde edilen bilgiler, irfan yoluyla yerinde kullanılır. Onun için eğitim öğretimde; salt bilgilerin yanında ferâset, basîret ve siyaset gibi ilimlerin tahsili mühimdir. Eskiden medreselerde şer‘î ilimlerin yanında bu zikredilen ilimler de verilirmiş.
Çünkü sadece kuru ilim öğrenmesi, talebeyi doğru yere götürmez. Böyle bir ilim, ona rehberlik etmekten uzaktır. Talebenin edindiği ilmi açığa çıkaracak, onu faydalı hâle getirecek bir nûra ihtiyaç vardır ki o da irfandır.
Bu mânâda irfan, talebenin tahsil ettiği ilme fonksiyonellik katar. Onda, basîret ve ferâsetle o ilmi kullanma kabiliyetini geliştirir.
Öyleyse eğitimin hedefi; bir yandan her gün üzerine yeni bilgiler ekleyerek zihinleri bilgiyle donatırken, bir yandan da bu bilgileri yüce Yaratıcı’nın murâdına uygun bir şekilde hayata yansıtarak gönülleri nurlandırmak olmalıdır. Bir başka deyişle, ilim ve irfan sahibi fertler yetiştirmek olmalıdır.
Bu mânâda şayet okullarımızda ilim ve irfan sahibi nesiller yetiştirebilirsek, işte o zaman bu insanlar; gittikleri yerlerde etraflarına nur saçacaklar, bilgileriyle, edepleriyle, örnek hâlleriyle insanları aydınlatacaklardır. İlim ve irfan ile donanmış bu insanlar; bu hâlleriyle insanlara rehber olacaklar, bilgi sahibi olmanın yanında; edep, irfan, hikmet, tevâzû, şefkat, muhabbet ve hürmet gibi fazîletlerle donatılmış olacaklardır.
Ne mutlu ilim ve irfan sahibi olabilenlere!
Rabbimiz, cümlemize bildiklerimizle amel etmeyi nasip ve müyesser eylesin!
Rabbimiz, bizleri ve neslimizden gelenleri ilim ve irfan sahibi olanlardan eylesin!
Âmîn…