GERÇEK HAYAT BİLGİSİ

YAZAR : Halil KAŞIKÇI

Şimdi yetişen neslin tek bildiği şey internet, akıllı telefon, sosyal medya ve onun yönlendirdiği hayat. Maalesef gerçek olan hayatın kendi elimizle «sanal» bir hayata dönüştürülmesi…

Böyle olunca hedefi olmayan, iradesi başkalarının çıkarlarına bağlı, sanki selde sürüklenen bir odun parçası, nerelere çarpacağı, nerede duracağı belli olmayan bir ömür ve bir zaman kaybı.

Senin bir parçan olan evlâdına ulaşamazsan, onunla ortak paydada buluşamazsan, eğer dayanak olmamışsan, müracaat mevkii olamamışsan, o zaman o boşluğu dolduracak ve kendi emellerinde kullanacak birileri; kurt gibi ağzını açmış, bir fırsatını veya bir zafiyetini bularak ânında damardan giriyor.

Artık senin olmayan evlâdının giderken, örfünü, âdetini, ahlâkını, sevgisini, muhabbetini ve dînini, hattâ -Allah korusun- îmânını da alıp gidiyor.

Sonra bocalama sırası anne ve babaya geliyor. İş işten geçmiş, geri dönüşü neredeyse imkânsız, hattâ boşa harcanan maddî ve mânevî emek.

Sonrası akrabadan, ortamdan, cemiyetten kaçış, hatayı örtme gayreti.

Bir taraftan bunları yazarken bir taraftan da çarelerini aramayı düşünüyorum.

Evet, belki kuşak farkı diyeceksiniz amma klâsikleşmiş olan ana temellerin eskimediği bir gerçek. Bizi olgunlaştıran değerlerin günümüzde de hâlen geçerliliğini yitirmediğini, ancak ufak bir günümüze uyarlama ile kaybolan evlâtlarımızın, gençlerimizin kazanılmasının mümkün olduğunu düşünüyorum.

Nedir günümüzün problemleri:

•Maddî doyumsuzluğun küçük yaşta başlaması,

•İleri yaşlara kadar mes’ûliyetle tanışmamak,

•Tecrübe kazandıracak, alın terinin kıymetini ve üçüncü şahıslarla münasebeti öğretecek her şeyden uzak durmak,

• Bütün bu eksiklikleri hissedememek neticesinde gençlerde oluşan büyük bir boşluk.

Bizler bu boşluğu ya bir tanıdığın yanında çırak olarak çalışarak veya ufak ufak ticaret yaparak doldururduk. Bize göre el (yabancı) olan o amcalar bizlere ne tecrübeler öğrettiler, ne deneyimler kazandırdılar!..

Bir hâtıramı anlatayım:

Tahminen 1956-1957 yılları, 12 veya 13 yaşlarındayım.

Ben yaz aylarında sebze vs. satardım. Bir gün kalem biberi aldım, onu satıyorum. Boynuma asılan bir terazim vardı. Bir kefesine yarım kilo, diğer kefesine de bir kilo biber koydum. Bağırarak satıyorum.

Kayseri’nin manifatura tüccarlarından, eşraftan olan bir amca çağırdı. Kimin oğlu olduğumu sorduktan sonra, bana;

“–Biber tatlı mı?” diye sordu. Ben de satma heyecanı ile

“–Tatlı, amca tatlı!” dedim.

Terazinin kefesinden acı bir biber seçerek;

“–Isır bakayım!” dedi.

Biber zehir gibi acı. Gözümden yaş gelmeye başladı. Amca tekrar sordu;

“–Biber tatlı mı?” diye.

Ben de hâlâ;

“–Tatlı, amca tatlı!” dedim.

“–Peki…” dedi; “Şuraya boşalt da gel paranı vereyim.”

Sonra da;

“–Tam bilmediğin bir şeyde ısrar etme! «Bilmiyorum.» dersin evlâdım!” dedi.

Ben dersimi aldım ama acı biberi de bir güzel yedim.

Yine bir gün bu sefer marul satıyorum. Marulun bir tekerlemesi var:

Has marul, sürahi marul,
Has bahçenin gülü marul!
Lahana gibi dürüm dürüm dürülmüş!..

diye bağırarak dolaşıyorum. Derken bir dükkân sahibi çağırdı. Bana tekerlemeyi bağırarak tekrar söyletti, utanmayayım diye. Sonra bir marul seçti ve yapraklarını koparmaya başladı. Her yaprak koparışında; «Ya almazsa ben nasıl satarım!» diye korkmaya başladım.

Bu arada tekerlemeyi bana bir daha söyletti. Sonra da;

“–Al bunu git caminin şadırvanında yıka da gel!” dedi.

Daha alıp almayacağını da söylemedi, fiyat da sormadı. Yıkadım getirdim. Bir yaprak koparttı, yemeğe de başladı. Ağzı marul dolu yerken bana sordu:

“–Kaça aldın?”

Ben;

“–Sermaye söylenmez amca, 15 kuruşa satıyorum.” dedim.

“–Hıı…” dedi ve 15 kuruşu verdi. Bu arada marul da yarıya gelmiş idi. O amca alacak mı almayacak mı diye duyduğum heyecanı hiç unutamam.

Sabrı öğrenmiştim, para kazanmanın zorluğunu öğrenmiştim. Emek vermeden ticaret olmayacağını öğrenmiştim. Ticarette doğruluğu, hile yapmamayı, müşteriye hizmeti, sermâyenin mahremiyetini öğrenmiştim.

Yine bir hâtıra:

Eskiden Kayseri’de ev düğünlerinde gelin hamamı diye hamam eğlencesi yapılırdı. Bizim mahallemizde bir hamam vardı. Böyle bir gelin hamamı merasiminde simit satılır diye ben de hamamın dış kapısında simit satayım diye karar verdim.

Simit fırınlarında simit tablaları olurdu. Bunlar 20 x 50 cm ebadında, önü camlı tahta sandıklardır. Boyna asılması için kayışları olur, içi 25-30 tane simit alır. Fırıncı simit sandığını bana verirken tembih etti.

“–Bu sandığın camını yeni taktırdım, kırarsan 50 kuruş alırım!” dedi.

Fırından 25 tane simit aldım, tanesinde bir kuruştan 25 kuruş kazanacağım. Simit sata sata hamama doğru geldiğimde gördüm ki, gelin gelmiş, başından para atılıyor. Âdettir, bir gösteriş ifadesi ve aynı zamanda gelini koruma hamlesidir. Bu para kapışılırken bende kapayım diye simit tablasını yere nasıl sert bırakmışsam sandığın camı kırıldı. Bende bu kapışmadan 100 para (2,5 kuruş) kapabildim. 100 para kaptık ama 50 kuruşluk cam kırıldı! Canım sıkıldı, akşama kadar da harcadığım emek boşa gitti.

Ne yapayım, eve gittim annemden 25 kuruş aldım, 25 kuruş da simitten kazanmıştım, fırıncının cam parasını ödedim. Bir daha da simit satmadım.

Yazımızın başına döner isek; şimdi yetişen evlâtlarımız hayat bilgisinden mahrum, tecrübe yoksunu, ben-merkezli bir menfaat düzeni içinde, etrafından bîhaber, sorumsuz, nereden gelip nereye gittiğini bilmeyen bir durumda.

Oysaki Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’inde; kulunun hayat tarzını, neyin insan için faydalı, neyin zararlı olduğunu, helâli, haramı, mekruhu bildirmiş. Ayrıca o Kur’ân’ı en mükemmel bir örneklik ile yaşayan bir Peygamber’e bizleri ümmet kılmış. Hakikaten Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gerek kavlî ve gerekse fiilî sünnetleri ile, bizlere rehber olmuş, bir insanın hayatında karşılaşabileceği her türlü hâdiseyi yaşayıp bize en güzel çözümleri aktarmıştır.

Esas olan; işte bunları tahsil edebilecek bir neslin yetişmesi. Rabbini bilip Kur’ân’a uyan, Peygamber’ini bilip sünnetine sarılan ve tatbik eden nesillerin yetişmesi…

Allah Teâlâ, cümlemizin neslini muhafaza etsin. Yüce Rabbimiz; mes’ûliyetini bilen, diğergâm ve yaşadığı toprağın kıymetini, en önemlisi de zamanının değerini bilen evlâtları herkese nasîb eylesin.

Âmîn…