BİR PAPAZDAN FAZLASI

YAZAR : Mücahid BULUT mucahidbulut@yandex.com

Amerikalılar felâket senaryolarını sever. Yüzlerce film çekmişlerdir bu mevzuda; Maya takvimine göre kıyâmetten, dünyayı yok eden meteor yağmurlarına, yeniden diriltilen dinozorlardan, uzaylı istîlâsına, ticaret merkezlerine çarpan yolcu uçaklarından, yerlerini tam bulamadıkları kimyevî bomba fabrikalarına kadar… Birilerinin her an onları yok etmeye çalıştığı fikrine kendilerini öyle kaptırmışlar ki; dünyanın en büyük savunma bütçesi de ABD’de, en yüksek sivil silâhlanma oranı da!.. AA’nın Haziran 2018 haberine göre; 326 milyon nüfuslu Amerika’da sivillerin (asker, polis vb. devlet vazifelisi olmayanların) elinde 393 milyon silâh var.* Kendi uydurdukları senaryolardan mı etkileniyorlar yoksa paranoyaları mı onlara bu filmleri çektiriyor muammâ!..

Geçtiğimiz Ağustos ayı içerisinde yüksek bütçeli felâket senaryolarından birini ülkemizde vizyona soktular. Mevzusu; uzmanların yıllardır dile getirdiği lâkin pek canlı şahit olmadığı «ekonomik savaş» üstüne… Senaryosu Hollywood’da yazılmış olmasa da en az onun kadar ihtiraslı ve tecrübeli bir kurum olan Pentagon’un elinden çıktığı âşikâr. Teması «Papaz kimde» oyunu gibi görünse de başrolünde TL ve Dolar var. TL’nin başta Dolar olmak üzere bütün döviz birimleri karşısında değer ve itibar kaybına uğratılıp Türk ekonomisinin çökertilmesi, bu çöküntüden iktidarın mes’ul olduğu intibâı verilerek önce iktidarın değiştirilmesi, sonrasında IMF, Dünya Bankası vb. gibi kurumlara yüksek miktarda borçlandırılarak, (tek parça olarak istemeseler de) yeniden ABD ve yandaşları emrine girmesini senaryolaştırmışlar. Bunun için içimizden; «Şöyle batıyoruz! Böyle batıyoruz! Dönüşü yok!» diye figan eden figüranlar da bulmuşlar…

Bir de; «Vay efendim, ortada saldırı filân yok… TL’nin gerçek değeri bu!.. İktidara oy vererek bunu siz yaptınız/hak ettiniz!..» diyerek, mahalle yanarken saçını taramaya çalışanlar var!.. Lâkin onlardan bahsedebilmek için RTÜK’ten özel izin almak gerekebilir…

Evet, ekonomimizin bir süredir iyi gitmediği âşikâr. Lâkin, 1970’lerin kovboy filmlerinden fırlamış gibi duran, karikatürize bir kötü adam tiplemesinin; «Papaz da papaz!» diye tutturmasıyla çökeceği kadar değil.

Neyse ki milletimiz; bu vaziyetin ne papazla ne de ekonomik dengelerle alâkalı olmadığını, bunun ülkemizi zayıflatıp, parçalamak için düzenlenmiş bir oyun olduğunu fark edip karşılık vermeye başladı. Başkanının çağrısıyla altınını, dövizini bozdurdu, ekonomimizi az da olsa rahatlattı. Lâkin tehlike geçmiş değil, hâlâ saldırıyorlar. Bizim de en az saldırılar kadar şedid bir şekilde mukavemet göstermemiz gerekiyor.

Bu saldırılar sırasında, ABD başkanın bir sosyal medya sitesinden yayınladığı yazı çok dikkat çekiciydi!..

“Türkiye uzun yıllar ABD’den yararlandı. Şimdi, ülkemizi büyük bir vatansever olarak temsil eden ve muhteşem biri olan rahibi tutuklu tutuyorlar. Masum bir adamın serbest bırakılması için hiçbir şey ödemeyeceğiz, Türkiye ile ilişkilerimizi azaltıyoruz.”

ABD başkanı; «Türkiye uzun yıllar ABD’den yararlandı!» diyordu. Peki bu gerçek mi? Gerçekten Amerika’nın müttefiki olmaktan yarar sağladık mı?.. Hemen birkaç misali hatırlayalım…

ABD ve Türkiye ilişkileri, ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyet tehlikesinde olan stratejik konumdaki ülkelere; Truman Doktrini ve Marshall Plânı çerçevesinde maddî yardımlar yapmasıyla gelişmeye başladı. 1947’de ekonomik bunalımda olan Türkiye için bu yardımlar ilâç gibi geldi… Ama zehirli bir ilâç!..

ABD; yardımların kullanılabileceği alanları kısıtlayarak, Avrupa sanayide atılım yaparken bizi kimyevî tarıma mahkûm etmiş, topraklarımızı mahvetmişti!.. Ayrıca aynı dönemde Full
bright Antlaşması’na zorlayarak bütün eğitim sistemimizi de kontrol etmeye başladı!..

NATO’ya alınmamızı sağlayarak Sovyetler tehlikesini de önlemişti!.. Bunun için önce Kore’de bine yakın şehid vermemize sebep oldu!..

ABD silâh ve mühimmat da veriyordu. Bunları Kıbrıs’taki kardeşlerimizi savunmak için kullanınca da ambargo uyguladı!

Komutanlarımızı da onlar eğitiyordu!.. 1980 darbesini yapan komuta kademesi için; “Bizim çocuklar yaptı.” demişti!

Bunları ve daha nicelerini yapan devlet; hem almayı reddettiğimiz 8 tane Knox sınıfı hurdalaşmaya yüz tutmuş eski savaş gemisini bize satmak hem de Türkiye’de istemediğimiz ABD «Çekiç Güç»ünün süresini uzatmak için göz dağı niteliğinde askerlerimizi vuracak değildi ya!..

Onu da yaptı;

2 Ekim 1992 günü Ege’de Kararlılık Gösterisi-92 adlı NATO tatbikatı düzenlendi. Tatbikata Türkiye Muâvenet muhribiyle katılmıştı, gerçek mermi kullanılması yasaktı… Tatbikatın sona ermesiyle Muâvenet geri dönmeye hazırlanıyordu ki; ABD savaş gemisi Saratoga’dan fırlatılan bir füzeyle vuruldu. Gemi komutanı Yarbay Kudret GÜNGÖR dâhil olmak üzere beş askerimiz şehid düştü.

Muâvenet’e fırlatılan füze Sea Sparrow (Deniz serçesi) denilen hava savunma füzesiydi. Fırlatılması için beş ayrı komuta kademesi izni, 12 ayrı işlem gerekiyordu ama ABD; “Yanlışlıkla fırlattık…” dedi!..

Dönemin Başbakanı Süleyman DEMİREL hâdiseyi, «üzücü bir kaza» olarak nitelendirebildi.

Demirel, mesajı almıştı; önce o 8 tane hurda savaş gemisi kiralandı. Sonra satın alınıp tamirine yenisinden daha fazla para harcandı, beş yıl sonra da hurdaya kaldırıldı.

Görünürdeki maksadı; Saddam Hüseyin’in muhtemel saldırılarına karşı, Kuzey Irak’ta bulunan halkı korumak olan İncirlik ve Pirinçlik’e konuşlanmış olan Amerikan, İngiliz ve Fransız birliklerinin süreleri altı ayda bir yenilenmek üzere 2003’e kadar uzatıldı. «Çekiç Güç» Eşref BİTLİS’in şehid edilmesi ve PKK’nın silâhlandırılmasında en çok konuşulan birlik oldu. Bugün DEAŞ bahanesiyle nasıl PYD’yi silâhlandırdıysalar o gün de Saddam bahanesiyle PKK’yı canlı tuttular… Maksatları bugün sere serpe ortada!.. İsrail’i bölgede rahatlatacak terörist bir devlet kurma plânlarını daha o günlerde hayata geçirmeye başlamışlardı…

ABD başkanının Türkiye’nin yararlandığı dediği hâdiselerin bazılarına yukarıda temas ettik… Bedelini en ağır şekilde ödemediğimiz hiçbir «yarar» yok iken, işte sözde müttefikimiz ABD başkanı; bu sözde yararlanmalara rağmen, rahibi geri istediğinde nasıl olup da; «Hayır!» dediğimizi sorguluyor.

Peki daha önce «Hayır» dediklerimizde ne olmuştu?

1974’te ABD; «Kıbrıs’a girmeyin!..» dedi. «Hayır!» dedik. ABD ambargo uyguladı. Ama hem soydaşlarımızı hem de Kuzey Kıbrıs’ı kurtardık…

2003’te Irak tezkeresine mecliste; «Hayır!» dedik. ABD, Süleymaniye’de askerlerimizin başına çuval geçirdi. Ama milyonlarca sivilin katledildiği zulme ortak olmadık…

2009’da İsrail’in zulmüne; «Bir dakika!» dedik. Mavi Marmara’da 10 şehid verdik. Ama hak yolda yürümekten, doğru bildiğimizi söylemekten vazgeçmedik. Kudüs’ün İsrail’in başkenti yapılmasına karşı koyabildik.

Galiba en çok da FETÖ’ye ve PYD’ye; «Hayır!» dememize bozuldu Amerika. 50 yıldır Türkiye’yi ihânet ağlarıyla ören FETÖ’yü bu cesur millet; tanka, F16’ya karşı koyarak bir gecede paramparça etti… FETÖ’den kurtulan TSK, bütün tehditlere rağmen önce Fırat Kalkanı, sonrasında Zeytin Dalı operasyonuyla PYD ile kurmaya çalıştıkları terör devletlerini topal bıraktı… İnşâallah geri kalanını da temizleyecek…

İşte o günlerden beri kuduz köpek gibi üstümüze saldırıyor Amerika… Halk Bankası dâvâsı, papaz dâvâsı, dövizdeki ânî yükselişler… eline ne geçerse, hiçbiri maksat değil hepsi vasıta…

Lâkin şurasını unutuyor ki, ne kendisi eski Amerika, ne de muhatabı eski Türkiye…

______________________________________

* https://www.aa.com.tr/tr/dunya/abdde-bireysel-silah-sahiplerinin-sayisi-ulke-nufusundan-fazla-/1179617