YİĞİT EVLÂT

YAZAR : Halil KAŞIKÇI

Haziran ayında, kalp cerrahı doktor bir arkadaşımızla bir sabah kahvaltısında beraberdik.

Kahvaltıdan sonra bunu fırsat bilerek, kursumuzdaki talebelerimizle sohbet etmesini istedik. Sağ olsun kırmadı. Sohbetin sonundaki soru cevap faslında, gençler;

“–Başınızdan geçen sizi etkileyen bir hâtıranız var mı?” diye sordular. Bu gibi sohbetlerin klâsik sorusudur zaten.

“–Meslek itibarıyla bize göre olağan, fakat size enteresan gelecek bir hâdiseyi anlatayım…” dedi;

“Yoğun bakımda olan bir hastamızın kalp verileri ekranda eksiye doğru gidince, hemşire hanım hemen bizi çağırdı. İki arkadaş hemen müdahale için gittiğimizde, kalp atışlarının durduğunu ve ekranın düz çizgi hâlinde görüntü verdiğini gördük. Hemen kalp masajına başladık. 30-35 dakika kadar masaj yaptık. Bir ilerleme olmayınca arkadaşla göz göze geldik ex (yani ölüm) olduğuna karar verdik ve masajı bırakarak ailesine haber vermek için dışarıya doğru yöneldik. Tam çıkarken hemşire hanım heyecanla koşarak bizi çağırdı ve;

“–Hocam! Hastanın nabzı 120-80 olarak ekranda, hasta hayata döndü herhâlde, bakar mısınız?” dedi.

Heyecanla hastanın başında döndüğümüzde, gerçekten hayata döndüğünü gördük. Bilenler bilir, 120-80 gayet sağlıklı bir insanın kalp değerleridir. Yarım saatten fazla hiç hayat emâresi görünmedikten sonra birden, sağlıklı bir grafik… Gerçekten garip idi. Durumu ağır olan o hastamız, bu hâdiseden sonra 4-5 gün daha hayata devam etti. Demek ki nefes sayısını tamamlamıştı. Allah ona tanıdığı ömür ile eksik kalan nefes sayısını tamamlatmıştı.

Ecelin bir vakti var. Ne bir an önce ne bir an sonra!..

Bu hâdise bana tahminen 45 sene evvel, anne karnındaki bir bebeğin başından geçen ve adının «Yiğit» konmasına sebep olan sırlı bir vak‘ayı hatırlattı. Allah Teâlâ; bir kuluna ömür vermek isterse, ona hangi sebepleri vesile kılacağı, vasıta olarak kimleri nasıl kullanacağı; O’nun azametinin ve sonsuz kudretinin akıl ermez bir sırrı ve hikmetidir.

Anlatayım:

Edirne’de eczanemiz varken, İstanbul’dan gelen ilâç mümessilleri arasında; bir Alman firmasında çalışan, aslında hukukçu olan bir arkadaşımız vardı. Görüşlerimiz birbirine yakın olduğu için birbirimizi daha iyi anlardık.

Yine bir gün geldiğinde hâl hatır soruyorduk. Hanımı, serbest avukatlık yapıyordu. O sıralarda hamile olduğunu bildiğim için doğumun olup olmadığını ve sağlığını sordum;

“–Allâh’a hamdolsun bir oğlumuz oldu ve adını Yiğit koyduk, ancak hanım hastahânede yoğun bakımda…” dedi. Merakla;

“–Acaba doğum esnasında bir komplikasyon mu oldu?” diye sordum.

Anlatmaya başladı;

“–Bizim hanımın epeydir devam eden bir dâvâsı vardı. Hamilelikte son günlere gelmiş yani 9 ayı doldurmuş olduğundan; duruşmada hâkime rica ederek durumunun nezâketinden dolayı, yapılacak keşfin öne alınmasını, doğumdan evvel gidilmesini istedi.

Hâkim bey de iki gün sonra keşfe gidilmesine karar vermiş. Keşif mahalli, Küçükçekmece civarında bir yer. Keşif yapılmış ve keşif arabası olan minibüse binmişler. Anayola çıkarken gelen bir araba, hanımın bulunduğu yerden minibüse vurmuş. Araba takla atmış, hanım caddeye savrulmuş. Hareketsiz yatmaktaymış. Diğer hâkim, başkâtip, mübâşir ve bilirkişi daha hafif yaralıymış. Cankurtaran çağrılmış ve savcıya haber verilmiş.

Bu esnada bizim hanım yerde hareketsiz yattığı için; «Ölmüştür.» diye üzerini gazete ile örtmüşler. Savcı beklenirken; cankurtaran doktoru ve hemşire, hanıma müdahale için geldiklerinde, şahdamarında çok az da olsa bir hareketin olduğunu fark etmişler;

“Yaşıyor!” diye sevinmişler, tansiyonu almaya çalışmışlar, 2 derece tansiyon ölçmüşler.

Derken hanım, hemen hastahâneye kaldırıldı ve doğum gerçekleşti; ardından hanım, yoğun bakıma alındı.

O 2 derecelik tansiyonu doktor şöyle îzah etti:

“Çocuk 9 ayı doldurduğu için, gelişim tamamlanmış ve Yiğit’in minik kalbi, bağlı olduğu annesinin nabzını, 40 dakika kadar 2 derecede tutabilmiştir.”

9 ay yavrusunu besleyen anneyi, kırk dakika da evlâdı Yiğit beslemiştir!..

Yazımızın başında da bahsettiğimiz gibi, Allah bir kuluna ömür verecekse; bu murâdını isterse bir doktor vasıtasıyla verir, isterse bir Hak dostunun duâsını vesile kılar. O; isterse, ana karnında daha doğmamış bir yavruyu dahî vasıta kılabilir.

Ve bu Rabbimiz için hiç de zor değildir.

Allah -celle celâlühû- kulunu seviyor ve cennetine davet ediyor. Bunun için de peygamberler ve kitaplar göndererek bizleri îkaz ediyor, doğru yolu gösteriyor. Sonra da o kula ömrü içerisinde, böyle ibretlik hâdiseler yaşatıyor yahut temâşâ ettiriyor ki; Cenâb-ı Hakk’ın var olduğunu ve bir an bile olsa unutulmaması gerektiğini hiç aklından ve gönlünden çıkarmasın.

Ne mutlu bu îkaz ve ibretleri anlayarak yaşayan ve muhabbet ile âhirete göçebilenlere!..