İBRÂHİMÎ MESAJLAR

YAZAR : Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

Dalâlete sapmayan, hep doğruluğa meyleden, dinler tarihinde «Hanîf» olarak bilinen Hazret-i İbrahim; hayatı ve fazîletleriyle, insanlığa en güzel misal teşkil eden mesajlarıyla, hâlâ dünyamıza ışık tutmaktadır. Maddî-mânevî, kültürel ve teknolojik yönden gelişen dünyada; İbrahim -aleyhisselâm-’ın mesajlarını insanlığa ulaştırmak her âkıl insanın vazifesidir. İnşâallah yazımız, bu kutlu vazifeyi îfâ sadedinde olsun; diyerek başlayalım efendim…

İbrahim -aleyhisselâm-, Kur’ân-ı Kerim’de Musa -aleyhisselâm-’dan sonra en çok ismi anılan peygamberdir. Muhtelif âyetlerde 69 defa ismi geçen İbrahim -aleyhisselâm- için, sırf kendi ismine tahsis edilen bir sûre de vardır. (İbrahim Sûresi) Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm- üç semâvî dînin birleştirici şahsiyetidir. mûsevîler, hıristiyanlar ve müslümanlar onun yüceliğiyle şereflenmek isterler. Ancak yahudiler ve hıristiyanlar; dinlerine bulaştırdıkları şirk ve beşerîlik münasebetiyle, tevhid inancından uzaklaşmışlardır. Aslından bugüne, hiç tahrif olmadan gelen Kur’ân-ı Azîmüşşân’da Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-’dan şöyle bahsedilir:

“…O, sizi seçmiş, babanız İbrahim’in yolu olan dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır. Daha önce ve Kur’ân’da; Peygamber’in size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için size müslüman adını veren O’dur…” (el-Hacc, 78) Âyette belirtildiği üzere Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-’ın müslüman olduğu anlaşılıyor.

O, çok yönlü bir peygamberdi. Kâbe’nin kurucusu, hac ibâdetinin öncüsü, İslam dînindeki saf tevhid inancının ilân edicisi, müşriklikle sistemli bir mücadelenin başlatıcısı gibi onun nice mümtaz yönleri, şerefli üstünlükleri ve tertemiz ilkleri vardır. Kâbe’yi inşâdan sonra; Mekke’yi haram ilân ederek orada hem insan kanı dökülmesini yasaklamış hem av yasağını koymuş hem de ağaçların kesilip yapraklarının koparılmasını, otların yolunmasını men ederek bugünkü insanlığa yol gösteren ilk çevrecilik timsâli olmuştur.

HİÇ ŞÜPHESİZ ONDA GÜZEL BİR MİSAL VARDIR

İşte delil âyet:

“İbrahim ve onunla beraber olanlarda sizin için uyulacak güzel bir misal vardır…” (el-Mümtehıne, 4)

Kur’ân-ı Kerim’de Hazret-i Muhammed -aleyhisselâm-’ın da ona uyması istenmektedir:

“Şimdi; «Ey Muhammed! Sana; doğruya yönelen, puta tapanlardan olmayan İbrahim’in dînine uy!» diye vahyettik.” (en-Nahl, 123) Aslında bu emir sadece Peygamberimiz’e değil, bütün bir ümmetedir.

HAZRET-İ İBRAHİM’İN FAZÎLETLERİ ve MESAJLARI

* Tahkîkî îmân ehli idi:

“Yakînen bilenlerden olması için İbrahim’e göklerin ve yerin hükümranlığını şöylece gösteriyorduk: Gece basınca bir yıldız gördü;

«–İşte bu benim Rabbim!» dedi. Yıldız batınca; «Batanları sevmem!» dedi. Ayı doğarken görünce; «İşte bu benim Rabbim!» dedi, batınca;

«Rabbim beni doğruya eriştirmeseydi and olsun ki sapıklardan olurdum!» dedi.

Güneşi doğarken görünce;

«İşte bu benim Rabbim, bu daha büyük!» dedi; batınca;

«Ey milletim! Doğrusu ben ortak koştuklarınızdan uzağım!» dedi.

«Doğrusu ben yüzümü, gökleri ve yeri yaratana, doğruya yönelerek çevirdim, ben ortak koşanlardan değilim.»” (el-En‘âm, 75-79) Bu âyetler ondaki îmânın tahkik boyutunu gösteriyor.

* O, müşriklerden olmamıştır:

Kur’ân-ı Kerim’de tam altı yerde onun müşrik olmadığı bildirilmiştir. Hattâ En‘âm Sûresi 79. âyet-i kerîmede bizzat kendi ağzından;

“… Ben müşriklerden değilim.” buyuruluyor. Elbette bir peygamberin müşrik olmayacağı nettir. Ancak bu hususun Kur’ân-ı Kerim’de ısrarla vurgulanması, onun tevhid akîdesinde ne kadar hassas olduğunu anlatmaya yöneliktir.

* O, teslîmiyetçi idi:

Aslında yeryüzünde; hakikî, saf, tevhid dîni İslâm’ı temsil eden Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-’dır. (el-Hacc, 78) Allah Teâlâ o güzel peygamber için şöyle buyurmuştur:

“Rabbi ona; «Teslim ol!» buyurduğunda; «Âlemlerin Rabbine teslim oldum!» demişti.” (el-Bakara, 131) O, Rabbinin ihsan ettiği çocuğunu kurban edecek kadar büyük bir hassâsiyet isteyen emirlere bile her dâim teslim ehli idi.

* Doğru sözlü (sıdk sahibi) idi:

Bu vasfı Kur’ân-ı Kerim’de şöyle anlatılır:

“Şu kitapta (Kur’ân’da) İbrahim’i de an. O; şüphesiz, sıddîk (dosdoğru) bir peygamberdir.” (Meryem, 41)

* O, hanîf idi:

Yani bâtıla değil Hakk’a meyilliydi. İbrahim -aleyhisselâm-; daima müsamahalı, hoşgörülü ve kolaylaştırıcı idi. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulur:

“O; sizi seçmiş, babanız İbrahim’in yolu olan dinde sizin için zorluk kılmamıştır.” (el-Hacc, 78)

* Sabırlı ve müttakî idi:

Sabır onun en bâriz vasfıydı. Çünkü o, tevhid akîdesi uğruna; ateşlere atılmış, hapislere konmuş, memleketinden uzaklaştırılmış, hanımını küçük çocuğuyla beraber ıssız bir çöle bırakmış, oğlunu kurban etmeyi göze almıştır. Bütün bunlara o güzel peygamber, sabırla göğüs germiştir.

* Nimetlere şükredici idi:

Hazret-i İbrahim, Rabbinin sonsuz nimetlerine hep şükredici bir kul oldu. Kur’ân-ı Kerim’de bu husus da belirtiliyor:

“İbrahim, şüphesiz Allâh’a boyun eğen ve O’na yönelen bir ümmetti. Puta tapanlardan değildi. Rabbinin nimetlerine şükrederdi.” (en-Nahl, 120-121)

* Temiz vasfını hâizdi:

Rabbi tarafından Kâbe’nin temizliği kendisine emredilmişti:

“Kâbe’yi, insanlar için toplanma ve güven yeri kılmıştık. «İbrahim’in makamını namaz yeri edinin.» dedik. «Evimi; ziyaret edenler, kendini ibâdete verenler, rükû ve secde edenler için temiz tutun!» diye İbrahim ve İsmail’e ahid verdik.” (el-Bakara, 125)

O; sadece Kâbe ve avlusunu temizlemekle kalmayıp, Mekke ve civarını da temizlik işine dâhil etmişti.

* O, vazifelerini yerine getiren bir kişi idi:

Peygamberlerin atası Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-, kendisine tevdî edilen vazifeleri eksiksiz yerine getiren bir sorumlulukta idi. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de;

“Sözünü yerine getiren İbrahim.” (en-Necm, 37) olarak anılır. Onun hayatı, çeşitli imtihanlarla doludur. Rabbi tarafından isteneni hep yapmıştır. Gördüğü rüya üzerine oğlunu kurban etmeyi göze almıştır. Kâbe’nin inşâsını yerine getirmiş, Kâbe ve civarının temizliği emrine uymuştur. O, her vazifeye ciddiyetle sahip çıkmıştır.

* Misafirperverdi:

İbn-i Kesîr’in tefsîrinde bahsedildiği üzere o, ilk misafir ağırlayan ve «misafirler babası» lakabı takılandır. (İbn-i Kesîr, Tefsîr, Beyrut, 1966, c. 6, s. 69) Kur’ân-ı Kerim’de, Zâriyat Sûresi 25-30 arasındaki âyet-i kerimelerde bahsedilen, ansızın gelen misafirlere onların bir talebi olmadığı hâlde -semiz bir buzağı- keserek mükellef bir sofra hazırlaması, onun ne kadar cömert ve misafirperver olduğunu gösterir.

* O; ibâdette güçlü, dinde firâsetli idi:

“(Ey Muhammed!) Güçlü ve anlayışlı kullarımız İbrahim, İshak ve Yâkûb’u da an. Biz onları (âhiret) yurdunu düşünen, bu hususta pek samimî olan kimseler kıldık. Doğrusu onlar katımızda seçkin, iyi kimselerdendir.” (Sâd, 45-46)

* Hazret-i İbrahim; halîmdi, evvâh idi, münîbdi:

Kur’ân-ı Kerim, İbrahim -aleyhisselâm-’da halîm sıfatı olduğunu belirtir. (et-Tevbe, 114) Gerçekten o, ağırbaşlı ve yumuşak huylu idi. Yalnızca Hazret-i İbrahim için kullanılan «evvâh»; kusurunu bilerek çok ah eden, samimiyetle duâ eden, kalbi rikkatli, merhametli mânâsındadır. (Hazret-i İbrahim’in Mesajı, Prof. Dr. İbrahim CANAN, İst, 1998, s. 75) ve tamı tamına İbrahim -aleyhisselâm-’a uyan vasıftır. Yine o, sadece Rabbine sığınan münîb bir şahsiyetti.

* O, kalb-i selîm sahibi idi:

Hazret-i İbrahim; saf, arı-duru, temiz bir kalp sahibi idi. Kur’ân-ı Kerim’de onun için;

“Çünkü o, Rabbine kalb-i selîm ile geldi.” (es-Sâffât, 84) diye zikredilir.

* Herkesi kapsayan bir iyiliğe sahipti:

İbrahim -aleyhisselâm-, Allah Teâlâ’nın râzı olduğu bir ahlâk üzeredir. Bu sebeple o, insanlar arasında; mümin-kâfir, iyi-kötü, teslim ehli-âsî ayrımı yapmadan insanların tümüne hak ve adâlet üzere en güzel muameleyi yapan bir kişi idi.

* Mücadelesinden asla taviz vermezdi:

Hazret-i İbrahim, düşmanların onca acımasızca saldırıları karşısında hiçbir şekilde taviz vermemiş hep Hakk’ı haykırmıştır:

“… Biz, sizden ve Allah’tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizin dîninizi inkâr ediyoruz. Bizimle sizin aranızda yalnızca Allâh’a inanmanıza kadar düşmanlık ve öfke baş göstermiştir.” (el-Mümtehine, 4)

* O, Hazret-i Allah için «hicret» edendi:

İbrahim -aleyhisselâm-; memleketinde tevhid inancını yaşama imkânı kalmayınca, tıpkı Peygamberimiz -aleyhisselâm- gibi -Nisâ Sûresi, 97. âyet-i kerîmede emredildiği üzere- yurdunu terk ile «hicret» etmiştir. O, «hicret»e dînini korumak ve kurtarmak ve de Rabbine ibâdet emniyeti sağlamak amacıyla karar vermiştir. (es-Sâffât, 99)

* Aile ve soy gerçeği:

Namazların sonunda atamız Hazret-i İbrahim’in şerefini yüceltmek için;

“Ey Rabbimiz! İbrahim’e ve İbrahim’in âline rahmet ettiğin gibi, Muhammed’e ve Muhammed’in âline de rahmet eyle.” diyoruz. Bilinmelidir ki;

“Kendilerini «millet-i İbrâhîmiyyeden bilenler», nebîlerden oluşan bir silsile-i nûrânî, Hazret-i İbrahim’in duâsının neticesidir, bereketidir. Duânın makbuliyeti de onun «Halîlullah» oluşundandır.” (İ. Canan, a.g.e., s. 93)

* O, mümtaz bir şahsiyetti:

“… Biz onları âhiret yurdunu düşünen ihlâslı kimseler kıldık. (Hazret-i İbrahim, Hazret-i İshak ve Hazret-i Yâkub kastediliyor.) Doğrusu onlar katımızda seçkin, iyi kimselerdi.” (Sâd, 46-47) Cenâb-ı Hak Hazret-i İbrahim’e; kıyâmete kadar devam edecek şerefli, mümtaz, seçkin bir nesil bahşetmiştir:

“Bir zamanlar Rabbi, İbrahim’i birtakım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince;

«–Ben seni insanlara önder yapacağım.» demişti.

«–Soyumdan da (önderler yap, yâ Rabbî!)» dedi.

Allah;

«–Ahdim zâlimlere ermez (onlar için söz vermem!)» buyurdu.” (el-Bakara, 124)

Kur’ân-ı Kerim’de anılan peygamberlerden hemen hepsi, İbrahim -aleyhisselâm-’ın soyundan gelir. Bizim peygamberimiz Muhammed -aleyhisselâm- ise en müstesnâ mevkîdedir. Bu bağ İbrahim -aleyhisselâm-’ın şerefini artırmakla kalmaz; Son Peygamber, onunla olan irtibatından dolayı iftihar eder. (İ. Canan, a.g.e., s. 104)

* İbrahim -aleyhisselâm-, atalarını taklit etmedi:

Hazret-i İbrahim, asla körü körüne atalarının geçmişte yaptığı yanlışlıklarına îtibar etmedi. Babasından başlamak üzere tebliğine devam etti;

“O, babasına ve kavmine;

«–Şu karşısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller de ne oluyor?» demişti.

Dediler ki:

«–Biz, babalarımızı bunlara tapar kimseler bulduk.»

«–Doğrusu, siz de babalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz.» dedi.

Dediler ki:

«–Bize gerçeği mi getirdin yoksa sen oyunbazlardan biri misin?»

«–Hayır!» dedi. «Sizin Rabbiniz, yarattığı göklerin ve yerin de Rabbidir ve ben buna şahitlik edenlerdenim.»” (el-Enbiyâ, 52-56) Ümmet-i İbrahim’e üsve (en güzel) misal Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-’dır.

* O, dünya saltanatına değer vermedi:

Cenâb-ı Hakk’ın kendisi için takdir ettiği imtihanları hep yüzünün akıyla geçen İbrahim -aleyhisselâm-’a sâdece mâneviyat ikram edilmemiş, ona pek çok maddî lütuflar da ikram edilmişti. Fahruddîn-i Râzî, tefsirinde bu husustan şöylece bahseder;

“… Ona maldan ve mevkîden ücret verildi; malı öylesine çoğaldı ki, sürüsünün ve sağmal hayvanlarının sayısını ancak Rabbi bilirdi. Mevkîe gelince; o, öyle bir makama sahip oldu ki diğer bütün peygamberlere okunan salât ü selâmlarda ona salât ve selâm okunmaktadır. Ve bu kıyâmete kadar devam edecektir.” (İ. Canan, a.g.e., s. 127)

* Duâya çok ehemmiyet verirdi:

Bilindiği gibi duâ ibâdettir. İnsan; şahsı, ailesi ve ümmeti için her zaman ısrarla ısrarla duâlar etmelidir. Pek tabiî duânın yanı sıra olmasını arzuladığımız şeyler için teşebbüs ve gayretlerimiz de olmalıdır ki, bunlar fiilî duâdır. Fiilî duânın îfâsından sonra; belirli bir edep içerisinde tefekkür ve tezekkürle, içten bir samimiyetle kavlî duâlar yapılmalıdır. Duâlarda tıpkı İbrahim -aleyhisselâm- gibi tevbe ve istiğfâra yer verilmelidir:

“Ey Rabbimiz! Bizi Sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de Sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibâdet usûllerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira, tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak Sen’sin.

Ey Rabbimiz! Onlara; içlerinden Sen’in âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara Kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü üstün gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız Sen’sin.” (el-Bakara, 128-129)

* Hazret-i İbrahim; ailesini düşünür, onların dünyevî ve uhrevî meselelerini takip eder, duâ yapar, tedbir alırdı:

“Onun, hayat yolcuğunda ilâhî bir plânın parçası olarak ailesini mukaddes belde olan Mekke’ye yerleştirmesi tesadüfî bir hâdise değildi.” (İ. Canan, a.g.e., s. 164) İbrahim Sûresi’nde şöyle buyuruluyor:

“Rabbim! Ben çocuklarımdan bir kısmını, namaz kılabilmeleri için; Sen’in mukaddes evinin yanında, ziraata elverişsiz bir vadiye yerleştirdim.” (İbrahim, 37)

Bu âyetten şu mesaj çıkıyor:

“Terbiyede öncelik dînî yöndür, terbiyenin gerçekleşmesinde çevre şartları önemlidir. Burada çocukların yetişmesi için dindar bir muhit, emin bir çevre ehemmiyet arz eder. Zira muhit, kültürel değerlerin kalıbıdır.” (İ. Canan, a.g.e., s. 165-167)

İbrâhimî ailede pek çok dikkate şâyan mesajlar vardır. Meselâ, rızık temini için;

“Rabbimiz! Şükretmeleri için onları meyvelerden rızıklandır.” (İbrahim, 37) buyurulur.

Dînî şuur ve namaza önem vermek var:

“Rabbimiz! Beni ve çocuklarımı namaz kılanlardan eyle! Rabbimiz duâmı kabul buyur!” (İbrahim, 40) Pek tabiî namaz kulluk için yeterli değildir. Onun tamamlayıcısı mağfiret talebi de vardır:

“Rabbimiz! Beni, annemi, babamı ve mü’minleri hesap gününde mağfiret eyle!” (İbrahim, 41)

Yine hayırlı vasiyet isteği var:

“Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti. Yâkub da; «Oğullarım! Allah sizin için bu dîni (İslâm’ı) seçti. O hâlde sadece müslümanlar olarak ölünüz.» (dedi.)” (el-Bakara, 132)

İbrâhimî ailevî mesajlardan biri de ailedeki teslîmiyettir. O, hanımı Hacer’i henüz bebek olan oğlu İsmail ile ekime elverişli olmayan bir mevkie tek başlarına bırakma hâdisesinde, Hacer Vâlidemiz İbrahim -aleyhisselâm-’in arkasından seslenerek;

“–Bunu sana Allah mı emretti?” diye sorduğunda;

“–Evet!” cevabını alınca;

“–Öyleyse Allah bizi zâyî etmez!” deyişindeki teslîmiyeti örnektir. (Taberî tefsîri, 1, s. 255)

Yine oğlu İsmail’e rüyasında onu kurban etmek durumunda gördüğünü belirtince oğlundaki teslîmiyeti de ibretliktir:

“Ey babacığım! Ne ile emrolunduysan onu yap. İnşâallah beni sabredenlerden göreceksin.” (es-Sâffât, 102)

Demek ki ideal İbrâhimî ailede bütün fertler, yüce Yaradan’a teslim olmuş kişilerdir. Bu da «hanîf» olmanın gereğidir.

Hâsılı baştan bu yana konuyu hulâsa edersek, dünyada herkes imtihan hâlindedir. Peygamberler dâhi imtihan hârici tutulmamıştır. İmtihanın mantığı yoktur. İmtihan olan hayatı yaşarken; dîne bağlı yaşayanlar, kazananlardır. Kaderin önüne geçilemez. Dünkü gibi bugün de çirkinliğin ve putçuluğun delili olamaz. Onlar haklı gösterilemez. Elbette dinde zorlama yoktur. Hazret-i Allâh’ın işine karışılamaz. Hak daima galiptir. Gerçek güç Hak’tadır. Rabbim bizleri; tıpkı İbrahim -aleyhisselâm- gibi kayıtsız-şartsız Hakk’a tâbî olanlardan, Hakk’ı her dâim baş tâcı edenlerden eylesin inşâallah. (Âmîn…)

(NOT: Bu çalışma, merhum Prof. Dr. İbrahim CANAN’ın; «Hazret-i İbrahim’in Mesajı» kitabından istifade ederek hazırlanmıştır.)