SEVERİZ BİZ, YAZ AYLARINI!

YAZAR : M. Aşır KARABACAK ma.karabacak@gmail.com

Geçmişten beri severiz yaz aylarını. Toparlanırız kışın uzun gecelerinde; hem maddeten hem mânen yenileriz eskimiş-pörsümüş yönlerimizi, yuyup-yıkarız kirlenen yanlarımızı ve dincelmiş, coşkun, halâskâr bir aşkla; «Sefer!» der yürürüz düşman üstüne, gösterince güneş, ateşli yüzünü…

Ateş olur, aydınlatırız oklarımızın ışık yüklü peykânlarında zulmün karanlık sînelerini.

Yağmur olur, kireç gibi solgun yüzlere tebessüm aşılarız.

Tohum olur; en bağrı yanık dağları, gökyüzünün engin maviliğini bile görünmez göz alıcı yeşil bir ormana tebdil eyleriz.

Medeniyet olur, skolâstik çukurun içinde boğulan insanlığı tutup çıkarırız ve halîfe olduğunun bilgisini tattırırız kokuşmuş beyinlerine.

Kirazı dalından yemeyi sever, kiraz üzerine kanlı güzellemeler değil, küçüklerimizin kulaklarına tatlı küpeler yaparız.

Hâsılı, severiz biz yaz aylarını.

***

Bir ağustos ayında girmişiz ve ilelebet vatan yapmışız Anadolu’yu kendimize; ehl-i salîbin kararmış elinden tutup çekerek, yed-i beyzâ bir İslâm yurdu yapmışız. Güneşin doğduğu yerden, güneşle birlikte ve yine güneş gibi doğmuşuz Anadolu’ya.

Sultan Alparslan; canlarını hiçe sayan mücâhidler ordusuyla çıkmış, kendisinden dört kat daha kalabalık olan Bizans’ın karşısına ve giydiği beyaz kıyafetine;

«Ak kefenimdir!» demiş, harp meydanında teslîm-i ruh ederse eğer.

1071’in 26 Ağustos’unda bir Cuma öğleden sonrası; bütün mü’minlerin elleri mavi göğe doğru açık, gözleri yaşlı, gönülleri tevâzu içinde Yaratan’dan zafer temennî ederken, yürütmüş ordusunu Romen Diyojen’in temsil ettiği haçlı ordusunun üzerine.

Akşam olmadan çözülmüş düşman ve o kutlu yılın bereketli yazının hâsılâtı olarak, Diyâr-ı Rum artık Anadolu olmuş bize; anayurt olmuş, ata yurdundan daha cilveli, ata yurdundan daha sevimli, ata yurdundan daha nazlı olmuş. Ceddimiz Alparslan’ın o meşhur vecîzesi ile;

“Ebediyen bize vatan olacak!” bir toprağa adım basmışız; bu bereketli toprağı yeni vatanımız, yeni evimiz bilmişiz o yaz.

***

Velhâsıl, severiz biz yaz aylarını.

Otlukbeli Zaferi’ni kazanmışız yine bir Ağustos günü 1473 yılında. Yaz güneşinin altında Türk-İslâm dünyasını iki parça yapan fitneye; «Dur!» demişiz ve 400 yıllık vatanımızda bizleri zayıf düşürmek isteyen şeytanın oyuncaklarına karşı sağlam durmuşuz.

Çaldıran’da, Türk-İslâm aşına karıştırılmaya çalışılan fitneye, Yavuz bir sultan eşliğinde engel olmuşuz bir ağustos ayında. Müslüman olan Türklüğün bâtınî fitnesine düşmesini, 1514 yılının yazında engellemişiz.

Belgrad’ı açmışız, gülzâr etmişiz 1521 Ağustos’unda.

Mohaç’ta yeni bir fethin sesleri duyulmuş 1526 Ağustos’unda.

Ve daha niceleri…

Seferi bekler olmuş ordumuz, her kış çekildiği kışlağında. Ve her bahar gözünü yeni bir «Kızılelma»ya çevirmiş; güneş bekleyen, zulmün bataklığından kurtulma ümidiyle çırpınan yeni ufukları aydınlatmak, îmar etmek için.

***

Sadece harp meydanında mesleği savaşmak olan askerler değil, topyekûn yedisinden yetmişine bir millet olarak;

“Vatan denilince gerisi teferruattır!..” şuuru, -daha doğarken nasıl ki ezan ve kāmet okunur kulaklara- öyle tahkiye edilmiş, o küçücük fakat aşkla çarpan sînelere…

Geçen asrın başında, bin yıldır bizim olan topraklardan bizleri bir daha çıkarıp atmak istemiş düşmanlar.

Fakat Antep, Gazi olmuş; Maraş Kahraman; Urfa Şanlı ve bütün vatan evlâdı bir millî kudretin tarihten yansıyan şerâresi. Toprağımıza uzanan necis fikirlere; «Dur!» demiş ve yakmış uzanan her bir murdar eli…

Hani, ne demiştik?

Severiz biz yaz aylarını.

2016’nın 15 Temmuz’u gelmiş.

Katran karası, azap ve felâket yüklü bir gelişle gelmiş. Kimi vatan evlâtlarını; hissiz, boş kafalı, öz annesini bile tanımayan bir mankurta çevirmişler, oyunu kuranlar. Ne yazık ki hiç haberimiz olmamış, hep hüsn-i niyet şırıngası vurmuşlar mücadele ve müdahale refleksimize.

O büyüyen mankurt kafatasları; bir gün, içindeki insanı ve müslümanı tamamen öldürdükten sonra, vatanına gelmiş sıra. Sorgusuz ve sualsiz bir saldırı başlatmış vatandaşlarına.

Bu mankurtlar;

Vatan müdafaası için uzun yıllar kendisine verilen kurmay eğitimini, kokuşmuş bir çoraba satmış,

«Düşmanların korkusu olsun.» diye emrine verilen silâhını, tüfeğini, bombasını, tankını, helikopterini, uçağını ne idüğü belirsiz hezeyanlı bir hastanın kirli çamaşırına satmış,

«Namusundur.» diye anlatılıp kendisine emânet edilen vatan serhaddini 1 dolara satmış.

İşte bu satın alınmış hâinler hem karadan hem denizden hem de havadan saldırmışlar ansızın bir cuma gecesinde.

Uyuşturulmuş beyinlerinde halüsinasyonların gölge oyuncakları gibi ne emredilmişse, sorgusuz sualsiz icrâya dökmüşler baş satılmışın rûhunu kutsamak adına.

Gecenin karanlığında; şeytanın kara plânını, gündüzün aydınlığının üstüne örtmeye azmetmişler.

Fakat bilememişler ki; şeytan huzurdan kovulurken savurduğu tehditlerin altında nasıl ezilmişse, onlar da bu kara plânlarının altında öyle kalacaktır.

Allah nûrunu tamamlayacaktır.

Bu millet; tarihinin ahfâdı olduğunu hatırladı mı bir kez, karşısında duracak dağları, değirmende elenmiş una çevirir.

Yeter ki;

Fatih gibi geceyi güne katan ruh diriliğinde görsün akıncı beyini…

Yeter ki;

Bâyezid gibi neş’et ettiği kaynağın Yaratan’ın son ilâhî îkazı olduğu idrâkinde görsün sultanını…

Yeter ki;

Yavuz gibi atına binip tehlikenin üzerine sürerek ölümü korkutan bir ruh taşısın hânı…

Yeter ki;

Kanunî gibi ömrünü çilenin dikenli tellerine fedâya hazır görsün serdarını…

Yeter ki;

Abdülhamîd-i Sânî gibi devrinin bütün siyâsî liderlerini hallaç pamuğuna çevirir görsün liderini.

Şairin dediği gibi:

Ben kimim görmeyerek harp çıkaran peşrevler,
Gördü karşımda benim, bir cücedir tüm devler,

Kahraman kundağıdır bizde ocaklar, evler;
Bin düvel etse hücum, bizlere Allah yâver!

(Seyrî)

İşte bu yürek kıvamında bakınca millet, bir Bedir daha yaşatmış tarihte.

Evet, bir Bedir daha yaşatmış.

Baba, oğula karşı oğul babasına;

Kardeş kardeşe karşı; dayı-amca, yeğenine…

Bedir’de nasıl ki bütün akraba kayırmacılığı, soy-sop taassubu sona ermiş de İslâm kardeşliği hukuku devreye girmişse; 15 Temmuz’un gecesinde de aynı şekilde vatan kardeşliği devreye girerek, kara geceyi iklim ötesi bir değişimle nurlu ve aydınlık yarınlara gebe olacak kutlu bir şeb-i arûsa çevirmiştir.

Milletimizin Anadolu hikâyesini bitirmek, İslâm ümmeti içindeki nüfûzunu yok etmek için kurgulanan ve icrâ edilen 15 Temmuz; bir bitiş, bir son, bir iniş değil, bilâkis yine ve yeniden muazzam bir başlangıç olmuştur.

Kardelen baş vermiştir çoktan şehidlerin aziz kanlarından aldığı neşveyle.

Ve artık baharın müjdesi muştulanmıştır.

Toprağa düşen her bir şehîdimiz; binlerin, milyonların ruhlanmasına, şuurlanmasına vesile olmuş ve kıvrılıp akan şehid kanlarımız, ecdâdın Kızılelma ülküsünün bilâ-hudut bir hedef olduğunu hatırlatmıştır geride kalanlarımıza.

Bundan sonra dönüşü olmayan yüce dirilişin tohumları büyümüş, meyveye durmuştur.

Doğu ve batı gibi ortaya çıkmıştır hakikatin temiz ve nurlu yüzü.

Ulu çınar, dallarını açmış, tüm mahzun ve mazlumların hâmîsi ve muhafızı olan ecdâdının bıraktığı yerden, doldurmaya başlamıştır tarihin şanlı sayfalarını.

Âdeta şöyle haykırmıştır:

Biz biriz, biz iriyiz, biz diriyiz birlikte,
Kardeşiz, Türkiye’yiz, muhteşemiz dirlikte,
Bize dünyâda rakip yok bu cihangirlikte;
Ey cihan, sanma sakın çâreyi kâfirlikte! (Seyrî)

***

Bu kıvılcım yanmıştır artık. Yüz yıl önce;

“Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç!..” dedirten ahval, bugün Allâh’ın nusretiyle, artık «tan vakitlerini» müjdeleyen zafer şarkıları söyler olmuştur.

Yine bir diğer güzel yaz ayı olan Haziran’da da koca bir ümmetin yükselen sesi olan Türkiye; 24 Haziran 2018 seçimlerinde bütün takiyye, hâinlik, düşmanlık ve bilumum sosyal silâhlarla kendisine yapılan karanlık fikir saldırılarını bertaraf etmiş ve 15 Temmuz 2016’da uyanan, şanlı mâzîsindeki iftihar tablolarından tevârüs ettiği izzetli duruşu ile karşı koymuş, millî şahlanışın devamına yönelik sebatkâr tavrını değil, düşmanların ve hâinlerin oyunlarını bozmuştur.

Allâh’ın izniyle bundan sonra:

Diriliş başladı artık, geçti vakt-i izmihlal
Durdukça mavi gök, durmaz; dalgalanır bu hilâl!