FITRAT; DÜNÜ, BUGÜNÜ…

YAZAR : Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

Efendim bu ay dergimizde «fıtrat» konusunu işleyeceğiz. Önce tarifle başlayalım. Fıtrat, sözlükte; yaratılış, belli yeteneklere ve yatkınlığa sahip oluş, karakter, mizaç, tabiî eğilim, huy mânâlarına geliyor. (el-Isfahânî, el-Manzûr, II, 197) Cenâb-ı Hak; insanın iyiye, güzele, hakikate, doğruya meylini, ona fıtrat olarak koymuştur. Bu özelliğinden dolayı insan, yeryüzünde hakkı hâkim kılma ve hakikatin tecellîsinde merkez konumdadır ve bu gerçek, insanı dünyada «halîfe» tahtına oturtur. Aynı zamanda bu şerefli vaziyet, onun imtihanıdır.

İnsan, dünyada bulunuş gayesine uygun fıtrat özellikleriyle mücehhez bir şekilde yaratılmıştır. O; yaratılışına muvâfık olarak, kemâlâta erişebilme kabiliyetine sahiptir.

“O Allah ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve ilk başta insanı çamurdan yaratmıştır.” (es-Secde, 7)

Allah Teâlâ’nın insana ve diğer canlılara bahşettiği, yetenek ve eğilimlerine ait işleyen sistem «fıtrat»tır. İnsandaki hakkı bilme ve bulma melekesi, kuşlardaki uçma özelliği, yırtıcı hayvanlardaki yırtıcı olma kabiliyeti fıtrattandır. İnsanda mevcut bütün meyiller, kendi yaratılış hikmetine yani tabiat-ı asliyesine doğrudur. İşte bu, fıtrattır.

Yüce Allah -azze ve celle- bize vahyin diliyle «fıtrat»ı anlatır:

“Böylece sen; bâtıl olan her şeyden uzaklaşarak yüzünü kararlı bir şekilde (hak olan) dîne çevir ve (Allâh’ın inşâ bünyesine nakşettiği fıtrata) uygun davran ki, Allâh’ın fıtratında bir bozulma ve çürümeye meydan verilmesin. Bu sahih (bir) dîn(in gayesi)dir, ama çoğu insanlar onu bilmezler.” (er-Rûm, 30) Âyet-i kerîmeden insanın Allah Teâlâ’nın gönderdiklerine yönelmesinin, en doğru yol olduğu anlaşılıyor. Selîm bir fıtratın gereği de budur.

«Selîm fıtrat»; arı, duru, saf, katışıksız, tertemiz; insanın tabiat-ı asliyesi yani özüdür. İnsanın fıtratı Allah Teâlâ’yı tanımaya uygun yaratılmıştır:

“Rabbim buyurdu ki:

«Ben bütün insanları fıtrat-ı selîm üzere ve hanif inancında yarattım. Sonra şeytanlar onları yoldan çıkardılar. Benim helâl kıldıklarımı onlara haram ettiler, bana şirk koşmalarını söylediler. Hâlbuki onların bu yaptıklarının hiçbir delili ve dayanağı yoktur.»” (Müslim, Cennet, 63-2865)

Cenâb-ı Hak, yarattığı mahlûkatın diliyle bizlere fıtratı anlatıyor. Varlıkların dilindeki ilâhî hikmeti anlayabilmemiz için «fıtrat» gerçeğini idrak etmemiz lâzım. Bu ise ancak «selîm bir fıtrat» ile çözümlenir. Yani bozulmamış doğru bir fıtrat anlayışıyla, hâdiseler doğru değerlendirilebilir.

İşte tam bu sırada, imtihan sırrı karşımıza çıkar. Her insan sağlam ve temiz bir fıtratla dünyaya gelir. Peygamberimiz -aleyhissalâtü vesselâm- buyuruyorlar ki:

“Her çocuğu annesi fıtrat üzere dünyaya getirir. Onun bu hâli konuşma çağına kadar devam eder; sonra anne-babası onu hıristiyan, yahudi, mecûsi (ateşe tapan) yapar. Eğer anne-baba müslüman iseler, çocuk da müslüman olur.” (Ebû Dâvûd, Sünnet, 18 -4714-; Tirmizî, Kader, 5 -2138-) Hadîs-i şeriften şunu anlıyoruz ki; her doğan, fıtrat üzere temiz olarak doğar. Ve yine her doğan aslına uygun davranışlar ortaya koymaya meyillidir, ancak içinde bulunduğu muhit onu şekillendirir. Doğruya, iyiliğe, hayra meyil fıtrattan; kötülüğe, şerre, yanlışa meyil şeytandandır. Bundan sonrası, insanın imtihanıdır.

Hak Teâlâ yüce Kitâbında;

“O; hem ölümü hem de hayatı yaratmıştır ki, sizi sınamaya tâbî tutsun (ve böylece) davranış yönünden hanginiz daha iyidir (onu göstersin) ve yalnız O(nun) kudret sahibi ve çok bağışlayıcı (olduğuna sizi inandırsın.)”
(el-Mülk, 2)

Fıtrata yerleştirilen kabiliyetleri şu âyet-i kerîme de bir başka cihetten anlatır:

“İnsan benliğini düşün ve onun nasıl (yaratılış) gayesine uygun şekillendirildiğini ve nasıl ahlâkî zaaflarla olduğu kadar Allâh’a karşı mes’ûliyet şuuruyla da donatıldığını!” (eş-Şems, 7-8) İnsanın özüne Hazret-i Allâh’ı bilme özelliğinin yerleştirildiği ve ondaki bu özellik sayesinde insanın hakça ve en doğru bir şekilde fazîletle yaşamaya muvaffak olduğu belirtiliyor. Ancak bu tarz bir fikriyatla; kader anlayışı doğru olarak idrak edilebilir, dünyadaki hayatın gayesi anlaşılabilir. Tersi, fıtrat bozulmasıdır. Bunu da insanın kendisi yapar. Şu âyet-i kerîme bu gerçeği te’yid ediyor:

“İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden, karada ve denizde fesat çıkar; Allah da belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını böylece kendilerine tattırır.” (er-Rûm, 41)

İçinde yaşadığımız dünyada yüce Yaratıcı’nın kâinâta koyduğu ölçüleri yani fıtratı korumak durumundayız. Tersi, pek çok felâketlere yol açabilir. Allah Teâlâ, yarattığı her şeyi belli bir ölçü ve düzen içerisinde yaratmıştır. Siz o düzeni yanlış işletirseniz veya buna müdahaleye kalkışırsanız sistem altüst olur. Her hususta vâr olan mevcut fıtrata uygun hareket edilmelidir.

Aynı zamanda insanlar «selîm fıtrat» üzere; iyiyi-kötüyü, güzeli-çirkini ayırt edebilecek bir şekilde yaratılmışlardır. Bu hususta faal kuvve, «vicdan»dır. İnsan şerre, kötülüğe meylederse; selîm fıtrat îcabı, vicdan derhâl devreye girerek şerre ve kötülüğe karşı çıkar. Fakat vicdânî melekeler körleşmişse işte o zaman problemler başlar. Fıtrata aykırı hareket eden insanlar, vicdânî melekeleri körleşmiş insanlardır. Böyle kişiler hem ait oldukları cemiyete hem de bulundukları yakın çevrelerine problem olurlar. Kendileri de rûhî yönden huzursuz, endişeli ve bunalımlı kişiliklerdir. Yüce İslâm dîni, insanın fıtratıyla uyum içinde bulunması için kaideler vaz eder, insanı kendi özüne yönelterek gerçek huzura ulaştırır.

İnsanın bedeni ile rûhu arasındaki dengeyi kuramamış batı toplumları; her şeyde maddeyi hâkim güç olarak gördüklerinden, onlardaki ahlâkî güzellik bütünlüğü hep yetersiz kalmıştır. Son senelerde öne çıkarılan batı değerleri yüzünden, bizim insanımızda müthiş fıtrat savrulmaları olmuştur. Hattâ öyle ki pek çok hususta zihnî, rûhî, ahlâkî ve bedenî problemler; toplumumuzu tedirgin etmiş ve etmektedir. Şimdi de bunlara temas edelim.

ZİHNÎ FITRAT

Dünyadaki mevcut dengenin bozulmadan devam etmesi, onu nasıl kullandığımızla alâkalıdır. İnsan; Cenâb-ı Hakk’ın vâr ettiği düzeni hak üzere kullanıp, Allah Teâlâ tarafından konan kaideleri bozmamakla mükelleftir. Bunda akıl, his ve sezme kabiliyeti faal güçlerdir. Dünya denen âleme gözlerini açan her insan, kâinâtı ve kendisini yoktan vâr eden Rabbü’l-Âlemîn’i tanıyabilme yeteneğiyle yaratılmıştır. Bunun yanı sıra insan, dünya yolculuğunda; Kur’ân’a ilâveten, kendisini müstakîm bir yolda yürütecek yol kılavuzları olan peygamberlere ulaşabilme kabiliyetine de sahiptir.

İnsanın vâr olan özellik ve kabiliyetleri onun aslî vazifesinin «kulluk» olduğunu gösterir. Zira Rabbü’l-Âlemîn;

“Ben cinleri ve insanları, ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.” (ez-Zâriyat, 56) buyurarak, insan için kulluğun üzerinde duruyor. Hazret-i Allâh’ı bilmek ve O’na kulluk varken, Allah Teâlâ’yı inkâr, küfürdür ve bu durum fıtrata terstir. Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de;

“Göklerdeki ve yerdeki herkes ister istemez O’na boyun eğmişken ve O’na döndürülüp götürülecekken; onlar, Allâh’ın dîninden başkasını mı arıyorlar?” (Âl-i İmrân, 83) buyurarak da insanları uyarır. Temiz ve selîm fıtrat, küfür ve günahlarla kirlenir ve bozulur.

Peki; «O zaman, neden herkes fıtrata muvâfık davranmıyor?» denirse, deriz ki;

İnsanın; imtihan gerçeğine muhatap olduğu mükellef yaşından itibaren, kendisini bu dosdoğru yoldan alıkoymaya çalışan ihtirasları, güçlü olmaya olan düşkünlüğü, şehvet, para, makam sevgisi gibi hislerin etkisinde kalması sebebiyledir. Bu gibi hisler insanı aldatabiliyor ve kişiyi Hakk’a tâbî olmaktan uzaklaştırabiliyor.

Fıtrata uygun hareket eden fertler ve dolayısıyla cemiyetler huzurlu olurlar. Dünyada mevcut olanlar, kendilerine çizilen ilâhî istikamette yol alırsa düzen bozulmaz.

RÛHÎ FITRAT

“Yarattığı her şeyi güzel yaratan, insanı başlangıçta çamurdan yaratan, sonra onun soyunu, bayağı bir suyun özünden yapan, sonra onu şekillendirip rûhundan ona üfleyen Allah’tır. Size kulaklar, gözler, kalpler verilmiştir. Öyleyken, pek az şükrediyorsunuz.” (es-Secde, 7-9)

Âyet-i kerîmede belirtildiği üzere, Allah Teâlâ Hazretleri, insana kendi rûhundan üflemiştir. Bu sebeple insan, şerefli ve azizdir ve rûhu hep güzelliklere müştaktır. İnsan vicdanından gelen hayır sesleri, fıtratın hareket alanıdır. Her varlık, fıtratı bozacak şeyler olmadığı sürece hep hayır yolunda ilerler ve nihayetinde kemâlâta varır. Tabiî burada irade söz konusudur. Fıtratın önüne çıkan engeller, imtihan vesilesidir.

Allah Teâlâ insanı mükerrem olarak yaratmış ve Zâtının isimlerinin bazılarını insana bahşetmiştir. Meselâ Cenâb-ı Hak kendi «İlim» sıfatını insana lutfettiğinden insan, öğrenmeye isteklidir. Cenâb-ı Hakk’ın «Vedûd» sıfatıyla insanlar birbirlerini severler, O’nun «Rahmân» sıfatıyla insan merhamet sahibi olur. O’nun «Kudret» sıfatıyla insan güç elde eder. Yine Cenâb-ı Hakk’ın «İzzet» sıfatıyla insan, zulme karşı çıkar. İnsana lutfedilen bu vasıflar, insanın fıtrata uygun doğru olarak yaşamasını temin eder.

İnsan kendisinde mevcut olan bu özellikleri doğru kullanmadığında, fıtratta sapmalar görülür. Her doğan fıtrat üzere doğar. Herkesin yaratılışındaki fıtrat esasları bâkî kalmak ile birlikte, bir de insanlarda şahsî fıtrat özellikleri vardır. Ruh, insanın şahsî meyillerini yaratılış gayesine uygun yönlendirebilir. Meselâ; bir çocuk iyi terbiye edilirse, ruh onu hayra yönlendirir. Fıtrat sağlamdır. Bozulmalar sonradan olan müdahalelerdir. Kişilerin içinde yaşadıkları çevrenin ki bu çevre aile, okul veya iş çevresi olabilir, o bulundukları çevreye göre ahlâkı ve davranışları kemâlât yolunda yahut süfliyat yolunda ilerleyebilir.

İnsanoğlu; Allah Teâlâ’ya yaraşır bir kulluk ortaya koymak için «selîm bir fıtrat» üzere terbiye ve eğitim üslûbunu benimsemeli ki, fıtrata muvâfık olmayan davranışlar icrâ etmesin. İcraatlar ancak müstakîm bir şekil arz ettiğinde, fıtrat bozulmaz. Pek tabiîdir ki bu esnada, insanlar hep imtihan hâlindedirler.

BEDENÎ FITRAT

Kâinatta bütün varlıklar fıtrat üzere yaratılmışlardır. Her varlık kendi fıtratının gereğini îfâ eder. Meselâ; civcivin yumurtadan çıkması, kuşun uçması, balığın yüzmesi fıtrattandır. Canlılar, kendilerine sunulan fıtrata karşı çıkamazlar. Doğuştan Cenâb-ı Hak tarafından bahşedilen fıtrî özellik ve güzellikleri insanın değiştirme hakkı yoktur. Temiz fıtratın her zaman muhafazası sağlanmalıdır. Çünkü vücudumuz bize emânettir. Emânet sahibinin bize verdiği şekli korumak gerekir. Meselâ; kadın ve erkeğin cinsiyet değişikliği aslolan fıtrata müdahaledir. Bu kabul edilemez. Fıtrata müdahale, Allâh’a karşı gelmek demektir. Hayat, ancak fıtrata uygun yaşamakla mânâ kazanır.

Nefsin isteklerine kanıp, şeytanın tuzaklarına düşerek fıtrat dışına çıkanlara ve yalan dünyanın câzibesine aldananlara Cenâb-ı Hak şöyle seslenir:

“Ey insan! Seni yaratan, şekillendirip ölçülü yapan, dilediği bir biçimde seni oluşturan cömert Rabbine karşı seni ne aldattı?” (el-İnfitâr, 6-8) Rabbim bizleri aldananlardan, fıtratı bozanlardan eylemesin.

Fıtrata uymayan şeyler terk edilmeli, fıtrat üzere yaşamalıdır. Müslümanlar, kendi inançları istikametinde; yaşantı, kılık-kıyafet, davranış olarak hep fıtrata muvâfık bir hayat tarzını benimsemelidir. Böyle davranmaları her zaman kendi menfaatlerinedir. Bugün başta aile hayatı olmak üzere kadın ve erkeğin rollerinin değişmesi, ev içindeki vazife paylaşımındaki farklılıklar; fıtratı örselemiş, ailelerin temelinde müthiş sarsıntılar oluşturmuştur. Hâlbuki kadın ve erkeğin yaratılış fıtratlarındaki başkalıklar, onların kendilerine has işlerde çalışmasını temin eder. Yine günümüzde hanımlara dayatılan moda ve şov merakı; cemiyetin genel ahlâkının bozulmasına ve aynı zamanda kadının fıtratının bozulmasına, onun erkekleşmesine sebebiyet vermektedir. Bilinmelidir ki, kadının fıtratına en muvâfık olan «annelik» ve «tesettür» hususları, kadına itibar kazandırır.

“Rasûlullah, erkeklerden kadınlaşanlara, kadınlardan da erkekleşenlere lânet etti.” (Buhârî, Libas, 62, Hudûd 33; Ebû Dâvûd, Edeb, 61) hadîsi unutulmamalıdır.

Aynen bunun gibi insan vücudundaki âzâların da kendilerine has fıtrî vazifeleri vardır. Göz, el, ayak, kulak, zihin, yürek; fıtrata uygun olarak vazifesini yapar. Kendi fıtratına yaraşır kullanılmayan organların fizyolojisi bozulur. Göz eğer helâle bakmada kullanılırsa fıtrat zedelenmez. Son günlerde hastahânelere başvuran o kadar çok göz hastası var ki! Bunlar neyi gösteriyor? Televizyon, internet yani ekran bağımlılığı, gözlerin haram bakışlardan korunmaması, gözün fizyolojik yapısını bozuyor. Hâkezâ ayaklar hayra giderse ne âlâ; şerre giderse, gayr-i meşrû işler irtikâp eder meselâ, zinâya giderse fıtrat zarar görür. Böyle toplumlar iflâh olmazlar. Meşrû evlilikler ile sağlanan aile yuvası mutluluğu, fıtrata uyan en huzurlu hâldir. Misalleri çoğaltmak mümkündür.

Selîm fıtrata uygun hareket eden temiz şahsiyetler; yalanı, sahtekârlığı, eğriliği, kötülüğü bilmezler. Bunlar sonradan oluşan menfîliklerdir. Fıtratın gereğini yapanlar; kendilerine emânet olarak verilen sağlıklarını korurlar, itidal ve denge üzere olurlar, hak yemezler, dürüst ve adâletli davranırlar, merhametli olurlar, günah işlememeye çalışırlar. Böyle bir şey olursa derhâl pişman olarak tevbe ederler. Bunları yapmayanlar, fıtrata aykırı davrananlardır.

Fıtrat her zaman müstakîm ve hayırlı istikamettedir. Yeme-içme ihtiyacı insanın tabiat-ı asliyesindendir. Ama bu yeme-içme ihtiyacı lüzumundan fazla kullanıldığında, fıtrat bozulur. Bilhassa günümüzde insanlar; sağlıksız yiyeceklerle, abur-cubur atıştırmalıklarla, fast-foodlarla sağlıklarını bozuyor, fıtratlarıyla oynamış oluyorlar. Artan obezite ve diyetler, fıtrata aykırılığın sonucudur. Diğer taraftan fıtrata yakışmayan ahlâkî zayıflıklar hem kişilerin hem de onların ait oldukları toplumların bozulmasına yol açar. Daha geniş çerçevede düşünüldüğünde; insanlar Cenâb-ı Hak tarafından kendilerine sunulan «selîm fıtrat»ı hoyratça, keyiflerine uyarak, kendilerine dayatılan gündem şartlarına göre değiştirmeye çalıştıklarında fitne ve fesâdın yayılmasına ve neticede bugün olduğu gibi huzurun bozulmasına sebep olurlar.

Her şey yaratılış fıtratına uygun kullanılmalıdır. Aksi tahribat doğurur. Toprağın, suyun tabiatının bozulması; o yörenin o bölgenin düzenini sarsar. Atmosfer dengesinin bozulması; dünyamızı içinde hava alınamaz, yaşanamaz hâle getirir. Yine ozon tabakasının delinmesi, fıtrata aykırı hareketlerin sonucudur. Şahsî olarak fıtratın bozulmasından kaynaklanan problemler düzeltilebilir; ancak çevre kirliliğine kadar varan içtimâî problemler, çok büyük hasarlara yol açar. Bugün, fıtrata muvâfık olmayan anlayışlar iflâs etmiştir.

Şunu da belirtmeliyiz ki teknolojik alandaki gelişmeler, fıtrata uygun olarak tasarlanmalıdır. Aksi takdirde her şeyin içinin boşaltıldığı bir vasatta, insanın hayatı doğru yaşamasında lâzım olan değerlerin sıfırlanmasına kadar gider ki, devrimizde maalesef bu durum yaşanmaktadır. Bunları yazarken, teknolojiye karşı olduğumuz anlaşılmasın. Biz, teknolojik gelişmelerin fıtratı zedelemesine müsaade edilmemesi gerektiğini söylüyoruz. Bugün insanlar teknolojik yönden gelişmiş cihazlarla iç içe yaşadıklarından, aldıkları radyasyonla vücut dengeleri bozulmaktadır. Yeni tasarımlarda insan merkeze alınarak fıtratın örselenmemesi sağlanmalıdır.

Ancak yaşadığımız bilgi çağında insan bazı şeylerin farkına varmıştır. Son günlerde fıtrata dönme gayretlerinin arttığı görülmektedir. Meselâ, gıdâ maddelerindeki katkı maddelerinin fıtratı bozduğu gerçeğinin idraki ile insanlar organik maddelere yönelmiş, hattâ bizzat kendilerinin oluşturdukları bağ ve bahçelerde tabiî, organik ürünler yetiştirme gayretine girmişlerdir. Bunlar, sevindirici gelişmelerdir.

Netice olarak şunları söyleyelim:

İslâm fıtrat dînidir. Müslüman evvelâ kendi şahsiyetini inşâ sürecinde fıtrata uygun bir seyir izlemelidir ki, düzgün davranışlar icrâ edebilsin. Bilindiği gibi hayata geliş gayemiz bir imtihandan ibarettir. Mü’min; bu imtihan dünyasında, hayatını fıtrata uygun davranışlarla yönlendirirse sırât-ı müstakîm yolunda şaşmadan mesafe kat eder. Bunun tersinde insan yolunu şaşırır, kendisine yakışmayan bozuk davranışlar içine girer. Unutulmasın ki ancak Hakk’ın emir ve yasakları, fıtrat sapmasını önler. İşlenen günahlar fıtratı zedeler, rûhu aşındırır. Duâ, tevbe ve istiğfar fıtratı tamir eder, aşınmanın önüne geçer. Fıtrata uygun bir hayat yaşamak, her doğan canlı için en muvâfık hayat tarzıdır vesselâm.