ÖZÜMÜZE DÖNELİM

YAZAR : Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

Allah -celle celâlühü-, insanı fıtrat üzere yaratmıştır. Fıtrat mefhumu, insanı diğer varlıklardan ayıran ve onlara üstün kılan ortak yaratılış özelliklerinin tamamını ihtivâ eden bir mefhumdur. Bazı âlimlere göre fıtrat, İslâm’dır. “İslâm fıtrat dînidir.” denirken bu mânâ kastedilmektedir.

Evet; yüce Allah, insanı, fıtrat üzere yaratmıştır. Onun için insanda, fıtratı gereği en başta Yaratıcı’sını bulma, bilme ve sevme temâyülü vardır. Bu, yaratılıştan gelen bir hususiyettir. Bir başka açıdan bakılacak olursa, insanın yüce Allâh’ı Rab olarak telâkkî etmesi;

“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna verilen cevap olan ve bir nevî ezelî sözleşme ve ahitleşme olan «Kālû belâ»dan gelmektedir. Âyet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır:

“Hani Rabbin (ezelde) Âdemoğullarının sulblerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak;

«–Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» demişti. Onlar da;

«–Evet, şahit olduk (ki Sen bizim Rabbimiz’sin!)» demişlerdi. Böyle yapmamız kıyâmet günü; «Biz bundan habersizdik.» dememeniz içindir.” (el-A‘râf, 7/172)

Fıtratın gereği olarak; insanda en başta hâsıl olması gereken duygu, Allâh’a îmandır. Buna bağlı olarak insan, fıtrattan gelen ahlâkî fazîletlerle de tezyin edilmiştir. Yeter ki insan; o fazîletleri açığa çıkarabilsin, hâricî tesirlerle o fazîletlerin üstünü örtmesin.

Buna göre insan; fıtrat ve tabiatı gereği iyilik ve doğruluğu sever, kötülük ve yalandan nefret eder. İnsan, fıtrattan gelen bir sâik ile hak ve hakikatin peşinden koşar. İnsan fıtratı gereği, güzele temâyüllüdür. Yaratılıştan gelen bir tesir ile insanın; güzel ses, renk ve şekillere karşı bir temâyülü vardır. Buna iltisaklı olarak, insanın sanat ve estetiğe karşı bir ilgisi vardır. Ama bu salt ve îmandan soyutlanmış bir sanat ve estetik anlayışı değil; eserden Müessir’e götüren, sanattan Sanatkâr’a sevk eden bir anlayıştır.

Fıtrat, yaratılış özümüzdür. Onun için fıtrat, özdür. Fıtrat, tabiattır.

Fıtrat, kalb-i selîmdir. Allah Teâlâ, insanı yarattığında ona kalb-i selîm lutfetmiştir. İnsan, kalb-i selîmini muhafaza etme ve bu emâneti aldığı gibi huzûra getirme mes’ûliyeti içerisindedir. Aksi takdirde, mahşer gününde zorluklar içerisinde kalacaktır. Bu onun aynı zamanda bir imtihanıdır.

İnsan; kalbini koruduğu gibi bedenini de gayr-i fıtrî unsurlardan temizlemeli, yaratılıştan gelen beden özelliklerini muhafaza etmelidir. Zaten Allah, insanı en güzel sûrette yaratmıştır. Onun için İslâm’da fıtrata uygun düşmeyecek şekilde vücuda hâricî müdahalelerde bulunmak men edilmiş, bunların Allâh’ın yaratmasına yani fıtrata müdahale mânâsı taşıyabileceği ifade edilmiştir.

Ne hazin bir durumdur ki insanoğlu; kendi elleriyle kendi tabiatını bozduğu gibi, yeryüzünü de ifsâda uğratmıştır. Bu hususta Rabbimiz biz müslümanları şöyle uyarmaktadır:

“Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın!..” (el-A‘râf, 7/56)

Bu mânâda müslüman; Cenâb-ı Hakk’ın kâinâta nakşettiği muvâzeneyi muhafaza edip, ekolojik dengeyi bozmama hususunda hassâsiyet göstermek durumundadır. Yani bir nevî kâinâtın fıtratını korumalıdır.

Dolayısıyla fıtrat, muvâzenedir. Aslında Cenâb-ı Hak; bütün bir kâinâtı, muhteşem bir muvâzene üzere yaratmıştır. Rahmân Sûresi’nin 55-57. âyet-i kerîmelerinde şöyle buyurulmaktadır:

“Güneş ve ay bir hesaba göre hareket etmektedir. Bitkiler ve ağaçlar, Allâh’a secde ederler. Göğü Allah yükseltti ve mîzânı (dengeyi) O koydu.”

Şu bir hakikattir ki; Cenâb-ı Hakk’ın yeryüzünde koyduğu dengeyi bozan her kimse cezasını önce kendi çeker, sonra bütün bir insanlık bu ifsaddan etkilenir. Âhiretteki cezası bâkî olmak şartıyla, daha dünyada iken cezası tahakkuk eder. Âyet-i kerîmede şöyle buyurulur:

“İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle, karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır.” (er-Rûm, 30/41)

Hâlbuki insan; yeryüzünü îmar etmek için memur kılınmış, hattâ yüce Rabbimiz tarafından «Yeryüzünün Halîfesi» olarak ilân edilmiştir. Bu insana aynı zamanda öyle bir mes’ûliyet yüklemiştir ki; hayvanı, kuşu, ağacı, bitkisi, dağı ve taşıyla aynı ortamı paylaştığı bütün yeryüzü nimetleri, kendisine emânet edilmiştir.

Bu mânâda yeryüzü nimetlerinin istîmâlinde israf edilmemelidir. Zira israf, fıtrata ters bir vaziyettir. Şu hususu unutmayalım ki; kendi evimizde yaptığımız bir su israfı, bütün dünyanın su kaynaklarını etkileyebilecek bir israftır. Hiçbir insan; «Ben nasıl olsa bu nimetlere fazlasıyla sahibim!» diyerek asla israf etme hakkına sahip değildir. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir defasında ashâbından Sa‘d bin Ebî Vakkâs Hazretleri’nin abdest alırken israf yaptığını, gereğinden fazla su kullandığını müşâhede etmiş ve;

“–Bu israf nedir?” diye uyarmıştı.

Bu durum karşısında Hazret-i Sa‘d bin Ebî Vakkâs;

“–Abdestte de israf olur mu yâ Rasûlâllah?” diye sormuştu.

Çevre hassâsiyeti hususunda çok hassas olan Peygamber Efendimiz bu sahâbîye ibretli bir cevap vermiştir:

“–Evet, akan bir nehir üzerinde bile olsan (abdestte israf vardır).” (İbn-i Hanbel, II, 221)

Öyleyse müslüman; yeryüzü hilâfetini hakkıyla yerine getirmeli, kendi bedenini emânet olarak gördüğü gibi, havası, suyu, yeşilliğiyle her türlü nimetinden istifade ettiği tabiata karşı da vazife ve mes’ûliyetinin idrakinde olmalı, fıtrata mugayir hâl ve hareketlerden uzak durmalıdır.

Bu durumda her türlü günah, isyan ve kötülük fıtratı ifsâd eder. Hak ve adâletten uzaklaşma, fıtrattan sapmadır. Bütün bu ve buna benzer fıtratımıza ters olan hususlar, bizi aynı zamanda özümüzden uzaklaştırır.

Îmân eden mü’minler olarak; fıtrata dönmeliyiz, özümüze dönmeliyiz. Dolayısıyla yüzümüzü fıtrat dîni olan İslâm’a çevirmeli, ona dönmeliyiz. Zira yüce Allah bize şöyle nidâ etmektedir:

“Hakk’a yönelen bir kimse olarak yüzünü dîne çevir. Allâh’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata, sımsıkı tutun. Allâh’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (er-Rûm, 30/30)

Ne mutlu fıtratını, özünü koruyabilenlere!

Rabbimiz, fıtrata ters hâl ve hareketlerden bizleri muhafaza buyursun! Özümüze dönmeyi nasip ve müyesser eylesin!

Âmîn…