İSLÂM KAHRAMANLARI

YAZAR : Halil KAŞIKÇI

15 Temmuz 2016’da Cenâb-ı Hakk’ın yardımıyla tecellî eden millî şahlanış, asil milletimizin şehâdete duyduğu iştiyâkın son büyük misallerinden biri oldu. Dînî ve millî duyguları kurutmaya yönelik onca hile ve tedbire rağmen; halkımızın gönlünde, Allah yolunda can verme iştiyâkının bir kor gibi yaşaması; elbette, diğer mânevî ve kudsî hissiyat gibi, Hak dostlarının gayretleriyle mümkün oldu.

İşte bir misal:

16 Temmuz 1999’da ebediyete uğurladığımız Hâce Musa TOPBAŞ ç Hazretleri; ruhlara ve gönüllere işleyen sohbetleri yanında, abdestli kalemiyle de hakkı beyân eder, makale ve eserleriyle tefekkür ve tehassüs âlemimize eşsiz meltemler takdim ederdi.

Hâce Musa Efendi’nin güzîde eserlerinin üçü, şu başlığı taşıyor:

İslâm Kahramanları

Bir serî hâlindeki bu eserler, asr-ı saâdetten başlayarak Çanakkale ve Millî Mücadele’ye kadar nice «İslâm Kahramanı»nı tanıtıyor ve onların şehâdet iştiyâkını dile getiriyor.

15 Temmuz Destanı işte bu silsileye, 260 kahraman şehîdi daha ekledi.

Bu kıymetli serîden birkaç paragrafı okuyucularımıza arz eder, Musa Efendi Hazretleri ve bütün İslâm kahramanlarına Fâtihalar istirham ederiz:

Ebû Hüreyre t rivâyet eder: Rasûl-i Ekrem j Efendimiz buyurdular:

“Kim gazâ ve cihâd etmeksizin, cihâdı arzu edip de kendi kendine (keşke ben de mücâhidlerden olsaydım) demeksizin vefat ederse münafıklık huyundan bir şube üzerine ölmüş olur.” (Müslim, İmâre, 158; Ebû Dâvûd, Cihâd, 18) (İslâm Kahramanları 1, s. 8)

Peygamberimiz j’in şecaat ile birlikte «Necdet» sıfatı vardı. Necdet; korku ve dehşet yerlerinde, olağanüstü hâller karşısında sabır ve sebat göstermek, korkuya düşüp uygunsuz iş yapmamaktır. Mekke’de Kureyş müşrikleri; O’nun evini kuşatmışlar, içeriden çıkar çıkmaz, canına kıymak için kılınçlarını sıyırmışlardı. O; hiç korkuya kapılmadan, kapısını açmış müşriklerin başlarına toprak saçmış ve Yâsîn-i şerif Sûresi’nin ilk âyetlerini okuyarak aralarından çıkıp gitmişti. (İslâm Kahramanları 1, s. 15)

Hazret-i Ebû Ubeyde t; Yermük’e hareket ederken, Hazret-i Ömer t da İslâm ordusuna şu emri gönderdi:

“–Ömer size selâm eder ve der ki:

«Ey İslâm’ın rüknü olan yiğitler! Düşmanlarınızı îmanla karşılayınız! Üzerlerine arslanlar gibi hücum ediniz! Ve onlara zerre kadar ehemmiyet vermeyiniz! Sizin ihrâz-ı muvaffakiyet edeceğinizi biliyoruz!»” (İslâm Kahramanları 1, s. 38)

Hazret-i Hâlid bin Velid (m. 642 / h. 21) yılında Humus’ta hastalandı. Yanında silâh arkadaşları vardı. Vefat edeceği sırada kılıncını istedi. Kabzasını tutarak şefkatle okşadı. Sonra;

“Nice kılınçlar elimde parçalandı, işte bu ölümümü görecek olan son kılıncımdır. Beni en çok üzen, hayatı hep savaş meydanlarında geçip yatak yüzü görmemiş olan bu Hâlid’in yatakta ölmesidir.

Âh Hâlid! Şehîd olamayan Hâlid! Harp benim etimi çiğneyemedi. Şehidlik mertebesi hâriç elde etmediğim makam kalmadı. Vücudumda bir karış yer yoktur ki ya kılınç yarası veya bir mızrak yarası olmasın. Ömrü boyunca dîn-i İslâm’ı yaymak için savaşlarda at koşturan kimsenin sonu böyle yatak üzerinde mi olacak? Ölümümü, harp meydanlarında, atımın üzerinde; düşmana Allah için kılınç sallarken şehîd olarak beklerdim.” dedi.

“Ey yakınlarım! Cihâda sarılın. Bu topraklar ancak cihâd etmekle korunabilir. Yermük, Rumlarla yaptığımız ilk büyük muharebedir. Bundan sonra daha nice savaşlar birbirini takip edecektir.

Sakın gaflete düşmeyin!.. Şimdi kendimi at kişnemeleri arasında; «Allah! Allah!» nidalarıyla insanlara dar gelen Yermük Vadisi’nde hissediyorum. Vallâhi Rabbim’den beni her gazâda diriltmesini ve o savaşın hakkını vermeyi isterim…” buyurdu.

Sonra;

“Vasiyetimi bildiriyorum: Beni ayağa kaldırın!” deyince, ayağa kaldırdılar;

“Beni bırakınız, şimdiye kadar hep taşıdığım kılıncım, artık beni taşısın.” diyerek kılıncına dayandı.

“Ölümü savaşta imişim gibi ayakta karşılayacağım; öldüğüm zaman atımı, muharebelerde tehlikelere dalabilen bir yiğide veriniz. Atım ve kılıncımdan başka bir şeye sahip olmadan öleceğim. Mezarımı bu kılıncımla kazınız. Kahramanlar kılınç şakırtısından zevk alır.” buyurdu.

Ve yatağına düşüp kelime-i şahâdet getirerek rûhunu teslim etti. t (İslâm Kahramanları 1, s. 89-90)

(Harputlu Ömer Çavuş, Çanakkale’deki muvaffakiyetlerini medenî cesaretlerine bağlayan subaya şöyle cevap verir:)

İngiliz topları buraları ateşe tuttuğu sırada; birliğimizdeki hocalar, mevzîlerde dolaşarak, bizlere şehidlik mertebesinin üstünlüğünü, her müslümana on kâfirden fazla hasım düşmedikçe, kaçmanın câiz olmadığını îzâh ettiler, anlattılar. Biz de arkadaşlarımızla hep birlikte;

“Ya şehîd olacağız yahut da din düşmanlarına siperlerimizi teslim etmeyeceğiz!” diye karar verdik.

Bu sebeple; mevzîlerimizi koruyabilmiş olmamız, medenî cesaretimizden değil, hocalarımızın anlattıkları şehidlik makamına olan îman kuvvetimizdendir. Eğer Kur’ân-ı Kerim’den okudukları âyetlerle, hocalarımız şehidliğin ulviyetini anlatmamış olsalardı; bu siperlerde kimse hayatını fedâ etmeyecek, hepimiz çekilecek idik. Buna cesaret-i medeniyye değil, cesaret-i îmâniyye demek isabetli olur, kumandanım! (İslâm Kahramanları 2, s. 191)

(Malazgirt Savaşı öncesinde Halîfe’nin okuttuğu duâdan) (İslâm Kahramanları 2, s. 20)

“Allâh’ım! İslâm sancağını yükselt ve İslâm’a yardım et! Şirki, başını ezmek ve kökünü kazmak sûretiyle yok et! Sana itaat için, canlarını fedâ edip kanlarını, Sana tâbi olma hususunda akıtan Sen’in yolunun mücahidlerini, onları kuvvetlendirerek yurtlarını, güvenlik ve zaferle dolduran yardımlarından yoksun kılma!”

Âmîn!..