ÎMÂNIN ZAFERİ: ASALET TABLOSU

YAZAR : M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

Her girdaptan;

İnsanlığın kurtuluşu ve selâmete çıkışı, ancak tevhid ve îman ile oldu.

Beşeriyet;

Hak’tan, hakikatten ve îmandan koptukça, insâniyetini yitirdi, dünyayı zulüm ve kan gölü hâline getirdi.

En gerçek çare de;

Daima îman ve İslâm oldu.

Son peygamber Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bunun için geldi, bunun için çırpındı ve bunu başardı.

O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

Azgın ve çılgın bir câhiliyyeti, en âsûde ve mükemmel bir fazîletler medeniyetine dönüştürdü.

İnsanlığı;

Göklerden gelen en doğru îmân ile ihyâ etti, Kur’ân ile eğitti, muhteşem ve âbide şahsiyetler yetiştirdi.

O’nun müstesnâ terbiyesinde;

Ebûbekirler yetişti.

Ömerler yetişti.

Osmanlar yetişti.

Aliler yetişti.

Küfür ve zulmün, şirk ve sapkınlığın hazımsızlığı, saldırganlığı ve îmânı yok etmek için sayısız hücumlarına karşı ayakları kaymayan, dimdik duran, baş verse de dâvâsını vermeyen yiğitler yetişti.

Hubeybler yetişti.

Âsımlar yetişti.

Hazret-i Peygamber, yeni müslüman olmuş Adal ve Kāre isimli aşîretlerin talepleri üzerine onlara Kur’ân hâfızı on kişilik bir muallim heyeti göndermişti. Yol üzerinde Huzeyl uzantısı Lihyânoğulları, ne hazindir ki o ehl-i Kur’ân’a Recî denen yerde fecî bir pusu kurdular ve vahşîce saldırdılar:

O yolcular geçiyorken Recî denen yerden,
Pınar başında biraz durdular, fakat birden,
Kuşattı onları, kātillerin rezil çeşidi,
Huzeyl uzantısı, Lihyânoğulları’ndan idi.
Sığındı kāfile yüksekte bir küçük köşeye,
O dar mekânı saran zorbalar; «Zafer bu!» diye,
Bağırdılar: “‒Bize teslîm olun, görün şafağı,
Yeminle söz, sizi öldürmeyiz, inin aşağı!”
Siper alıp dedi Âsım: «‒Bakın yılan özüne,
Ne varsa aynısı bir kâfirin çürük sözüne,
Güven duyup da ben inmem; ölümden artığı yok!»
Rezilce başladı düşman hücûmu, atmaya ok!

El açtı göklere Âsım: «Şehîdin eyle bizi,
Rasûl’e bildir İlâhî, bizim bu hâlimizi!..»
İçip şehâdeti ok yağmurunda on kişiden,
Sekiz şehîdin akan kanlarıyla doldu çimen.
Ağırca bir yara almıştı Âsım’ın bedeni,
Ölür iken dedi: «Yâ Rab, bırakma küfre beni!
Günün başında gözettim, Sen’in ki dînini ben,
Günün sonunda kanat ger şehid vücûduma Sen!»
Gazapla fırladı düşman: «Günün bu nâmı için,
Şu nâ‘şı parçalayın Bedr’in intikāmı için!
Kadeh yapıp kafasından kızıl şarap içelim!»
O anda oldu şehîd Âsım’ın duâsı nesim,
Hemen gelip arılar çevresinde ördü duvar;
«Verilmesin.» dedi Allah; «Şehid vücûda zarar!»
Ne yapsalar yeni bir set çekip yığınla arı,
Birer birer geri döndürdü kanlı zorbaları.
Sefil gürûh, işi mecbur, bıraktılar geceye,
O nâ‘şı Hak da o akşam yok etti, sor niceye!
O günden Âsım için, ey nesil, bu oldu nişan:
«Bu bir şehîd, arılar hikmetiyle tam korunan!»

İşte millî şairimiz M. Âkif’in;

Âsım’ın nesli diyordum ya nesilmiş gerçek,
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek!

dediği Âsım, o Âsım’dır.

O şehîd oldu, ancak îmânıyla kazandı. Îmânının zaferine ulaştı.

Daha sonra yaşanan ve bu defa 69 hâfız muallimin şehîd olduğu Bi’r-i Maûne fâciasında da aynı zafer kazanıldı mâhiyet itibarıyla.

Nitekim:

O zulme kandırılan Cebbar ibn-i Sülmâ der:
“–Fuheyre oğlu bir Âmir de vardı, hâli hüner;
Önünde dağ gibi şahlandırıp da kısrağımı,
O göğse öyle çetin sapladım ki mızrağımı,
Ta çıktı sırtına, lâkin, diyordu: «‒Sen de inan!
Yeminle, işte kazandım!» deyip de göçtü o can!
Kafam karıştı, şaşırdım, ne kârı var, o ölü,
Netîce ben onu öldürdüm, işte, soldu gülü!
Yazık ki, zannediyordum yenildi, öldürülen,
O ses; «‒Hayır, »dedi; «Vallâhi, ben kazandım ben!»
Semâya uçtu peşinden, onun şehid cesedi,
Sonunda anladı gönlüm, niçin o böyle dedi.
O ân açıldı gözüm, ben de aynı cân oldum,
Ebed hakîkati gördüm de müslümân oldum!”1

İşte;

Ömrün gayesi ve hâsılı.

Son nefeste kazanmak ve kazandırmak.

İşte;

Hakikî bir mü’min ufku ve îmânın zaferi.

İşte;

Tam bir asalet tablosu.

Bu tablonun en muhteşemi ise Bedir’de yaşandı.

Orada;

Îman ve küfür mücadelesinde insanlık tarihine muhteşem bir mühür vuruldu.

O gün;

Zayıf, güçsüz, çelimsiz ve az görünen küçük bir topluluğun Allâh’ın yardımı sayesinde binlerce melekle te’yid edilecek nasıl büyük bir ordu hâline geldiği ve «Allah!» diye şahlanarak nasıl bir îman zaferi kazandığının en ihtişamlı tecellîsi gerçekleşti.

O gün;

Allâh’ın en büyük yardımlarından biri, bütün mü’min yüreklerden her türlü korkuyu söküp almasıydı. Çünkü insanı çökerten şey; güçsüzlüğü ve azlığı değil, korkuya mağlûp olması. Zafer; her şeyden önce insanların ayaklarına, bileklerine ve yüreklerine çelme takan bütün korkuları yenmekle başlar.

O gün;

İslâm kahramanları, evvelâ Allâh’ın lutfu ile tüm korkuları yendiler, sonra da kendilerinden kat kat güçlü düşmanı alt ederek müthiş bir îman destanı yazdılar.

Çünkü o gün;

Cenâb-ı Hak, mü’minlere savaştan önce çok özel bir uyku hâli verdi. Çok tatlı ve hafif bir uykuydu bu. O esnada yüreklere sızmış olan tüm şeytânî vesveselere ve beşerî korkulara dair ne varsa bizzat Allah söküp aldı. Bunların yerine de yüce bir îman sebatkârlığı ve sarsılmaz bir cesaret ihsan buyurdu.

Yani:

Hudâ, sahâbeye bahşetti çok özel uyku,
Şuur ve kalbi pekiştirdi, sızmadan korku.2

اِذْ يُغَشّ۪يكُمُ النُّعَاسَ اَمَنَةً مِنْهُ وَيُنَزِّلُ عَلَيْكُمْ
مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً لِيُطَهِّرَكُمْ بِه۪ وَيُذْهِبَ عَنْكُمْ
رِجْزَ الشَّيْطَانِ وَلِيَرْبِطَ عَلٰى قُلُوبِكُمْ وَيُثَبِّتَ بِهِ الْاَقْدَامَۜ

Buyurdu Hak: «Sizi Allah BİR EMNİYET OLARAK,
HAFİF BİR UYKUYA DALDIRDI lutfedip ancak;
PEKİŞTİRİP SİZİ KALBEN, arıttı her irini,
TEMİZLEYİP İÇİNİZDEN DE ŞEYTANIN KİRİNİ;
SİZİN AYAKLARINIZ KAYMASIN DEYİP YOLDA,
Semâdan, arza su yağdırdı rahmetiyle Hudâ!»3

Çünkü;

Elemdi zor yürünen kum, azaldı bir de sular,
Elinde vesvese şeytan da üflüyordu zarar.
Harıl harıl idi, mü’min tarafta korku için,
Diyordu: «–Karşı taraf öyle güçlü, siz ne hazin!»
Şükür ki, gökleri yağdırdı Rabbimiz o gece,
Edip zemin kumu sağlam, sular çoğaldı nice!

Artık îman cephesi;

Heybet ve dirâyet itibarıyla âdeta aşılmaz dağlar gibiydi.

O demde;

Müşrik ordunun başındaki mel’un Ebûcehil, İslâm saflarının gücünü ve vaziyetini tespit için iki kişi yolladı. Ebû Üsâme ve Vehboğlu, sağlam bir keşiften sonra geldiler ve başladılar anlatmaya. Dediler ki:

‒Bizim 200 atlımıza karşılık, müslümanlarda sadece 3 atlı var.

‒Bizim 700 develi savaşçımıza karşılık, onlarda sadece 70 develi adam var.

‒Bizim seçkin savaşçılarımıza karşılık; onlarda çocuk ve ihtiyarların da olduğu karma, zayıf, cılız ve az bir topluluk var.

Ebûcehil ve avenesinin, bunları dinledikçe neredeyse ağızları kulaklarına vardı. Bu kadar basit bir lokmayı yutmak, kendileri için nefes almak kadar kolay olacaktı çünkü, görünüşe ve anlatılanlara göre. Fakat Ebû Üsâme ve Vehboğlu;

‒Lâkin, bütün bunlara rağmen…
deyince, herkes, yeniden kulak kesildi. O sessizlik içinde onlar da, son tespit olarak tane tane dediler ki:

Sakın küçümsemesin kimse ehl-i İslâm’ı,
Görünmeyen gücü var onların şudur nâmı:
TAMÂMI ÖLMEYE GELMİŞ, dönüş kederleri yok,
Siper, kılıçlarıdır, belki zırhı, miğferi yok!
SÜVÂRİ AZ, DEVE AZ,
ASKER AZ, HAZIRLIK AZ,
Fakat YÜREKLERİ MÜTHİŞ,
BU ORDU ALT OLMAZ!»4

Tüm müşrik kumandanların suratları bir anda sararıp soldu. Zira kendileri dönmeye gelmişti. Ama karşılarında dönmemeye gelen 313 kişi vardı. Ortalığı tarifsiz bir endişe kapladı. Hepsinin moralleri âdeta dibe vurdu.

Îmânın var oluş zaferi, işte o an başladı:

Bedir, ne şanlı zafer, son hidâyetin sesi o,
O gün kılıç bile Allah diyordu, müjdesi o!
O müjde, şanlı Bedir, tüm zaferlerin nefesi,
Yok olmayan, var oluş rûhunun mücâdelesi!
Ne muhteşem o Bedir, Hak Nebî, bizim iledir,
Bütün zaferlere devranda şanlı besmeledir!
Müyesser olduğu an yeryüzünde böyle zafer,
Edeple hamd ü senâ, secde etti Peygamber!
Ve ehl-i dîni kibirden uzakta tutmak için,
Hudâ buyurdu peşinden bu muhteşem zaferin:

فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ قَتَلَهُمْۖ
وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ رَمٰىۚ
وَلِيُبْلِيَ الْمُؤْمِن۪ينَ مِنْهُ بَلَٓاءً حَسَنًاۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ

«O attığın vakit aslında atmadın hiç sen,
Fakat ki attı Hudâ, ey Nebî o ân zâten.
Kesin bu, hiç sizin öldürmeniz değil onlar,
Bilin ki, hepsini Allah’tır öldüren Kahhâr!
Bilin, sebep şu; güzel bir keder, belâ vererek,
Onunla her inanan halkı, bir güzel denemek!
Ne şüphe, hep işitendir, bilendir Allâh O!»5
Yegâne sâhibi her kudretin O, billâh O!…

Diyor ki Bedr’e katılmış olan Ebû Dâvûd:
«İçimde müşriği kırmaktı kaynayan maksud,
Bir ismi tâkibe aldım, bırakmadan savaşı,
Fakat henüz kılıcım değmemişti, düştü başı!
Kim öldüren onu, sezdim, benim dışımda biri..»6
O bir melekti, bu yardım da Rabbimin emri.”

Bu zaferin özünde;

İlâhî yardım olarak dikkat çeken bir nokta, mûcizevî bir uyku hâlinde bütün mü’min gönüllere Cenâb-ı Hakk’ın verdiği mûcizevî bir cesaret vardır. Aynı tecellî Uhud Harbi’nde de vâkî olmuştur. Orada, savaşın ilk anlarındaki kesin galibiyete bakıp da İslâm ordusunun sırt tarafını koruyan okçular ve bazı tecrübesizler, ganîmet rehâvetine düştüklerinde müşrikler hem arkadan en önden çift hücum gerçekleştirdiler. Böylece İslâm safları zor anlar yaşadı. Sonra Hazret-i Peygamber’in emsalsiz sebat ve dirâyetiyle mü’minler yeniden toparlandı ve Allâh’ın yardımı geldi:

Uhud, Uhud, ne kadar olsa karmaşık bir gün,
Hüküm bu, hakkın inancında hak olan üstün.
Sabır, sebat gibi her imtihân olunca edâ,
O gün Nebî’ye özel merhamet buyurdu Hudâ,
Onunla tam inananlar da şânı vermediler,
Beter hedef ile müşrikler ufka ermediler.
Sonunda anladılar ehl-i şirkin aklı neci,
Rezil niyetleri kursaklarında kaldı fecî.
Ve gördü Ahmed’i ashab bütün toparlandı,
Ve hepsi bir daha Gül çevresinde şahlandı.
Rakipte başladı ard arda zâyiat yeniden,
O şirkin ordusu korkup biraz çekildi hemen.
Nebî de topladı ashâbı tüm Uhud Dağı’na,
Bütün muhâfaza muhkemdi gayrı, her mânâ.
Yukardan istedi inmek, bu kez Ebû Süfyan,
Ne yapsa olmadı mümkün, tıkandı kaldı o an.
Büyük dağın o korunmuş içinde mü’minler,
TEMİZ BİR UYKUYA, bir daldılar ki, ömre değer.
HUZURLU, TATLI BİR UYKUYDU,
GÜÇ İÇİN BU HALÂS,
LÜTUFTU, SÂDECE OLMUŞTU
MÜSLÜMANLARA HAS.
Bu uyku yoktu münâfıkta, bir de şüphecide,
Ya korku, onları aslā uyutmayan şedde,
Ya türlü endişeler vardı içlerinde fesat,
Ya öldürür diye müşrikler oldular berbat.7
Uhud Dağı’nda şükür, doğdu tâze bir ordu,
Bu ordu, müşriğe heybetle, öyle bir durdu.
Çekindi Mekkeliler, attı hepsi dönmeye can,
Ömer’le kahr ile tartıştı zıt Ebû Süfyan,

Değildi aldığı tatsız netîce, tatminkâr,
Bunun ürettiği hırsıyla attı ortaya zar:
“‒Buluşmamız gelecek yıl Bedir’dedir, buyurun!”
Nebî buyurdu: “‒Cevap, yâ Ömer, olur olsun,
Bağır: «Diler ise Allah, Bedir buluşma yeri!»”8
Bu sözle titredi müşriklerin çürük ciğeri.

Mânidardır;

Varlık-yokluk meselesi olan çok çetin iki büyük muharebede Allah, zorluklarla yıpranan mü’min gönüllere ilâhî yardım olarak;

‒Önce dinlendirici hafif bir uyku verdi.

‒Sonra, o esnada mü’min yüreklerden esrarengiz bir şekilde bütün korkuları söküp aldı.

‒Sonra, emsalsiz bir cesaret bahşetti. Herkes bir anda en cesur kimseler oldu.

‒Mü’minlerin gönüllerini de ayaklarını da sağlamlaştırdı.

‒Meleklerle te’yid etti.
‒Zafer bahşetti.

Mânidardır:

15 Temmuz’da da ülkemizde yaşanan var oluş mücadelesinde bir bakıma aynı tecellîler yaşandı.

O gece…

Yatsıdan sonra…

İnsanlar uyku mahmurluğuna henüz giriyorlardı. Hafif bir uyku hâlindeydi herkes.

İşte o esnada;

‒Yüce Allah bu aziz milletin tüm vatanperver, îmanlı yüreklerinden her türlü korkuyu söküp aldı.

‒Herkes bir anda en cesur kimseler oldu.

‒Cumhurbaşkanımızın çağrısıyla birlikte mâşerî vicdanlar şahlandı. Kadını erkeği, ölümün üzerine yürüdü. Milletçe dirilişin güneşi doğdu ülkemize.

‒Allah zafer bahşetti.

‒Yepyeni bir var oluş destanı yazıldı.

15 Temmuz’da Mevlâ;

Bedir’de, Uhud’da, İstanbul’un fethinde, Çanakkale’de ve Kurtuluş Harbi’nde milletçe sergilenen aynı îmânın aynı zaferini bir daha gösterdi.

Bir daha gösterdi ki;

Evlâd-ı fâtihan nesiller, dünya durdukça îman-küfür mücadelesindeki yaşanmış ve yaşanacak olan hâdiseleri hiç unutmasın!

Bütün nesiller;

Hak ve bâtıl arasındaki o barışı olmayan düşmanlıkları idrâk etsin ve gerçek dostlarını bilsin!

Tüm ehl-i îman;

Dünyanın asırlardır gidişâtında kendilerine pusu kuran düşmanları, onlara karşı nasıl galip gelineceğini, dünden yarına bu milletin ve bu toprakların tarihî gerçeklerini hiç unutmasın.

Hele;

Îmânını hiç, ama hiç unutmasın!

«‒Unutmam, unutamam!» desin!

Desin ki:

Unutmam hiç; o îman çünkü Son Peygamber’in sırrı,
Unutmam hiç; o îman tüm bu halkın en büyük kârı.
Unutmam hiç; Boğaz Harbi’nde gālip güç, o îmandı,
Unutmam hiç; son istiklâlde sâhip güç, o îmandı.
O îmandan, şükür, hep doğdu tekrar milletin kendi,
Bu halk, Allah deyip birlikte haykırdıkça güçlendi!

Unutmam hiç; bu minval işte hâlâ öz vatan dimdik,
Yarın cennet eder dünyâyı tekrar bir çınar diktik!

Zeminden Arş’a dek mest etti her gün güçlenen ahvâl,
Unutmam; kendi bağrından olurken memleket, ikmâl;
Dışardan: «‒Düşsün ay yıldız, kazansın haçlılar!» dendi,
İçerden, ey nesil; aldanma, garbın aynıdır fendi.
Bu mü’min milletin hakkında isterler derin âfet,
Herifler çok açıktan söylüyor: «‒Yensen de sen kaybet!»
Taşarken ufka biz, onlar bu yüzden taştı nefretle,
Gavur ağzıyla, isyân ettiler, en kahpe lânetle!
HEMEN DUR ÇEKTİ GĀZÎLER,
ŞEHİDLER; ÇEKTİ GÖKLER: «HÛ!»
NELER YAZDIRDI TÜM DÜNYÂYA
ON BEŞ TEMMUZ’UN RÛHU!
Unutmam hiç; rezil kalkışmanın tam zıddı kalkış ne,
Unutmam hiç; asırlar geçse hür ufkumda alkış ne!
Unutmam hiç; nasıl bir şeydi yüz yıl önce girdaplar,
Unutmam hiç; niçin tam aynı yüz yıl sonra bir tekrar!
Eğer Abdülhamidler, Erdoğanlar, almayıp gardı,
Boyun bükseydiler, tüm haçlılar, alkış tutarlardı.
Demezler başka şey, en kahraman îlân ederlerdi,
Karış toprak bırakmazlar, bütün bir mülkü yerlerdi.
Unutmam hiç; yok etmek, tek plândır haçlı ellerde,
Bakın; İspanya’nın bağrında mü’min Endülüs nerde?
Tamâmen kestiler milyonla mâsum müslüman halkı!
Bizim, devranda yokluk, onların varlık mıdır hakkı?
(…)
Unutmam hiç; bugün birlik olan dirlikte, yüz solmaz,
BU HALK, ALLAH DEYİP BİRLİKTE
HAYKIRDIKÇA ALT OLMAZ!

Bu şekilde Allah deyişi;

Hiç bırakmamak lâzım. O îmânı hiç yere düşürmemek lâzım. Engel tanımayan ve en ağır imtihanların üstesinden gelen o îmâna sımsıkı sarılmak lâzım.

Hakikaten;

15 Temmuz’da bizlere hazırlanan büyük tuzaktan, bütün milleti yutacak devâsâ bir uçurumdan kurtuluş, o îmân ile nasîb oldu.

O îmân ile;

Millet ve memleketi tarihteki gibi şanla büyütecek olan hedeflere kanat kanat yollar açıldı.

O îman ile;
Bu millet, tarihin o en zifirî gecesi olan 15 Temmuz’da yıldız ve hilâlin nûrunu gördü, o nûrun ışığında düşmanlarımızın tüm sinsi tuzaklarını fark etti ve canlar fedâ ederek mukaddes bayrağı yere düşürmedi.

Nihayet;

O karanlık geceden bin bir sabaha ulaşıldı. En çözülmez düğümün en güçlü çareleri devşirildi. Bugünlere gelindi. Çok şükür, geçtiğimiz ay, bir daha, milletçe;

«İstikrar» denildi.

«İstiklâl» denildi.

Bir daha tescillendi ki:

Alçalıp küçülenler fârelere yem olur,
Yücelip büyüyenler aslanlara gem olur… (Seyrî)

Yâ Rab!
Bu mü’min milleti ve neslimizi daima yücelip büyüyenlerden eyle!
Âmîn!..

________________________________________________________
1 İbn-i Hişâm, III, 187; Vâkıdî, I, 349.
2 Taberî, Tefsîr, IX, 256-261.
3 el-Enfâl, 11.
4 Vâkıdî, I, 62.
5 el-Enfâl, 17.
6 Ahmed, V, 450.
7 Buhârî, Meğâzî, 18, 20; Vâkıdî, I, 295-296.
8 İbn-i Hişâm, III, 45; İbn-i Sa’d, II, 59.