FITRATIN KORUNMASI

YAZAR : Mehmet Ali VAR varoglu5@gmail.com

Hazret-i Peygamber ve O’nun her biri bir yıldız mesâbesindeki ashâbının fıtrat üzere ve tabiî bir hayat yaşadıkları bilinmektedir. Bunun için asr-ı saâdette gerek maddî gerekse mânevî problemler pek görülmemiştir. Zamanımızda ise; dünya hırsı, birtakım gösteriş ve günah deryâsındaki şaşkınlıklar, insanları psikolojik ve bedenî hastalıklara sürüklemektedir.

İslâm hukuku fetvâ verirken, her zaman insan fıtratını göz önünde bulundurmuştur. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de verdiği hükümlerde fıtratın korunmasını esas alır. Bunu biz O’nun kutlu hadislerinde görmekteyiz.*

İnsanoğlu mükerrem bir varlık olarak yaratılmıştır. Onun değerine, şerefine halel getirecek davranışlardan sakınmak gerekir. İnsanlık haysiyetine aykırı hareketler onun fıtrî yapısına uymaz. Meselâ bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz Kâbe’yi tavaf ederken, burnundaki halka ile bir başkasını çekerek tavaf ettiren bir adamı gördüğünde halkayı eliyle koparmış ve onu eli ile götürmesini emretmiştir. (Ebû Dâvûd, Eymân ve’n-Nüzûr, 19, 3302; Nesâî, Eymân ve’n-Nüzûr, 30, 3790) Günümüzdeki istismar, şiddet, ötekileştirme, ayrımcılık, nefret suçları ve savaşlar; yaşadığımız asrın acı birer gerçeğidir. Oysa yüce Allah insanı mahlûkatın en değerlisi olarak vasıflandırmış ve yeryüzündeki diğer varlıkları onun hizmetine sunmuştur.

İnsan hayatta iken de ölünce de hürmete lâyık bir varlıktır. Onun dirisine nasıl saygı göstermek gerekirse, ölüsüne de saygı göstermek fıtrattandır. Bunun için dînimiz, savaşlarda âzâ kesmeyi (müsle) ve ölülerin yakılmasını yasaklamıştır. Nitekim Peygamberi -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir hadîs-i şerîfinde;

“Ölünün kemiğini kırmak, onu diri iken kırmak gibidir.” (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 57, 3207) buyurmuştur.

Dînimiz insanın tabiî yaratılış üzere bulunmasını, hastalık vs. gibi zaruret durumları dışında şahsın bedenine pek müdahale edilmesini istemez. Bunun için Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; yaratılışı değiştirip güzellik maksadıyla dövme yaptırmayı, kadınların estetik maksadıyla yüzündeki kılları yoldurmalarını, peruk takmalarını (Tirmizî, İsti’zân, 66, 2931; Nesâî, Zînet, 23, 5063) zamanımızda pek revaçta olan şaşkınlık alâmetlerinden biri olan başın bir kısmını tıraş edip bir kısmını bırakmayı (Nesâî, Zînet, 59, 5196) yasaklamıştır. Bütün bunlardan gaye, insanın fıtratının korunmasıdır.

İnsanın fıtraten ibâdete ihtiyacı olduğu kadar; dinlenmeye, meşrû bir şekilde eğlenmeye de ihtiyacı vardır. Bu sebeple Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; kendisinin ibâdet hayatını öğrenip de amellerini küçümseyerek, fıtrata aykırı bir şekilde dünyadan el etek çekmeyi, dünyanın lezzet ve güzelliklerinden ayrı durmayı düşünerek, sürekli namaz kılmaya, devamlı oruç tutmaya ve hiçbir zaman evlenmemeye karar veren sahâbîleri duyduğunda onları uyararak;

“Sizler şöyle şöyle söylemişsiniz. Allâh’a yemin ederim ki Allah’tan en çok korkanınız ve yasaklarından en ziyade kaçınanınız benim. Fakat buna rağmen, bazen oruç tutar bazen tutmam; (gecenin bir kısmında) nâfile namaz kılarım, (bir kısmında) uyurum; kadınlarla da evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, o benden değildir.” (Buhârî, Nikâh, 1; Müslim, Nikâh, 5, 1401; Ebû Dâvûd, Salâtu’t-Tatavvû, 27, 1369) buyurdu. Aynı şekilde günaha girme endişesiyle hadım olmak isteyen sahâbenin bu davranışını, fıtrata aykırı bularak men etmiş (Buhârî, Tefsîr, 108, 137; Tirmizî, Nikâh, 2, 1088); evlenmeye güç yetiremeyenlere, fıtrî bir çözüm olarak nâfile oruç tutmalarını tavsiye etmiştir. (Ebû Dâvûd, Nikâh, 1, 2046; Nesâî, Sıyâm, 43, 2238)

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“Fıtrat beş şeydir: Sünnet olmak, etek tıraşı olmak, bıyıkları kısaltmak, tırnakları kesmek, koltuk altı kıllarını yolmak.” (Buhârî, Libâs, 63, 105; Nesâî, Tahâret, 9, 9; Ebû Dâvûd, Tereccül, 5, 4198) buyurarak insanların uymaları gereken fıtrat kurallarını bizlere hatırlatmıştır. O; tabiî olan, bir insan olarak yapılması lüzumlu şeyleri tavsiye ederken, fıtrata uygun olmayan, sağlığa zararlı, dînin ve toplumun hoş görmediği aşırılıkları men etmiştir. Bütün bunlar bize İslâm’ın insan yapısına uygun fıtrat dîni olduğunu göstermektedir.

İnsan; mahlûkatın en şereflisi, en değerlisi olduğuna göre, en çok onun korunması gerekir. Bunun için dînimiz O’nun şahsına dışardan gelecek her türlü olumsuz davranışlardan kaçınılmasını emretmiştir. Aslında insanın yaratılışını değiştirmeye, Allâh’ın yarattığı can üzerinde müdahale etmesine ihtiyacı da yoktur. İnsanın en büyük vazifesi Yaratıcı’sına hakikî mânâda kul, O’nun Rasûl’üne gerçek mânâda ümmet olmaktır. Sözlerimize Şeyh Gālib’in insanın değerini dile getiren mısraları ile son verelim:

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen,
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen.

________________________________________

* Özdemir, Ahmet, Hazret-i Peygamber’in Fıkhî Hükümlerindeki Usûl ve İlkeler, Murat Kitabevi, Ankara 2015, 111.