Tartışmak İçin Değil, YAŞAMAK İÇİN İLİM ÖĞRENMEK

YAZAR : Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

Allah Teâlâ; yarattığı insanlar içerisinde, güzîde şahsiyetler çıkarmış ve onları topluluklara önder ve örnek kılmıştır. Bu şahsiyetlerin izlerini takip eden, fikirlerinden ve ilimlerinden faydalanan toplulukları da, insanlık tarihinde yüceltmiş ve diğer topluluklara önder seçmiştir.

Allah Teâlâ’nın Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz aracılığı ile gönderdiği emir ve yasakları, yine Rabbimiz’in verdiği ilim ile anlayan, onları diğer insanların anlayacağı ve uygulayacağı bir şekle getiren bu insanlar; insanlık tarihinin yollarındaki işaret taşları misali vazife görmüş ve insanları bâtıl yollara sapmaktan korumuşlardır.

Allah Teâlâ; hikmeti gereği, her insanı farklı hususiyetlerde ve meziyetlerde yaratmıştır. Bu hikmet gereği; her insan, bir diğer insana muhtaç olmuş, dolayısı ile içtimâî dayanışma ve yardımlaşma sağlanmıştır.

Yine bu hikmet gereği; her insanın aklı ve idraki birbirinden farklı yaratılmış, bir insanın bütün ilimleri bilmesinin zorluğu sebebi ile kiminin fıkıhta, kiminin hadiste, kiminin kelâmda ve diğer ilim dallarında ihtisas sahibi olması sağlanmıştır.

Allah Teâlâ, hiçbir insanı yanılıp hata etmekten müstağnî kılmamıştır. Çünkü insan zayıftır (en-Nisâ, 28) ve acelecidir (el-Enbiyâ, 37) bundan dolayı da hata yapar. Hata yapmamak ve hakikati öğrenmek için, bir bilene danışmak, müşâvere ve münazara ile kendisindeki bilgiyi teyit etme imkânı sunulmuştur.

Kadîm ulemâmız, bu durumu hakkı ile bildiği için, ilmî münazaralara önem vermiş ve bu yolla ilme büyük katkılar sunmuştur. Ancak, bu konuda hassas davranmayı ihmal etmemiş ve münazara ettikleri insanların îtikadının tehlikeye düşmemesi için de âzamî gayret göstermişlerdir. Bu hususta, İmâm-ı Âzam Ebû Hanife Hazretleri’nin şu hassâsiyeti, takdire şâyan bir davranış olmuştur. Kendisi; yaşadığı devirde, İslâm toplumunda zemin bulmaya çalışan ifsad hareketlerine karşı ilim meclislerinde münazara yapmasına rağmen, oğlu Hammad’ı bundan uzak tutmuştur. Bunun sebebini soran oğluna;

–Biz münazara yaparken; karşımızdaki arkadaşın yanılmasından, kaybetmesinden korkarak sanki başımızın üstünde kuş varmış gibi hassâsiyet gösteririz. Siz ise münakaşayı, arkadaşınızın yenilmesi esasına göre yapıyorsunuz.

Günümüzde sürdürülen eğitim sistemi ile maalesef, malûmat sahibi olmadan fikir sahibi olunduğu ve bu fikrin de hakkı verilmediği için ilim ehlinin arasında yeterli derecede saygı kalmamıştır. Hoca-talebe münasebeti zedelenmiş, seviyeler neredeyse eşitlenmiştir. Materyalist eğitim sistemi; insanlara irfan yerine sorgulamayı, hakikati reddetmeyi ve kadîm ulemâyı beğenmeyip onlara hakaret etmeyi âdeta mârifet olarak kabul ettirmiştir.

Bu sistemin yetiştirdiği ilim(!) adamlarını, sahip oldukları az bir bilgi bile tevâzudan uzaklaştırıp kibre sevk etmekte, medya yolu ile tenkit etmenin şehvetine kapılıp, hem kendilerini hem de arkalarından gelenleri helâke sürüklemektedirler.

Yaşadığımız çağ; doğruları söyleyenlerin değil, onları kendi hevâ ve akıllarına göre yorumlayarak çarpıtan ve hakikatten uzaklaştıranların dinlendiği, dikkate alındığı ve kabul gördüğü bir çağ oldu. Gerçek ilim erbabına açılmayan kapılar, bu ifsad çetelerine ardına kadar açılmakta, bununla da yetinmeyip sınırsız imkânlar ile ifsadlarına zemin hazırlanmaktadır.

Bu durumu îzah sadedinde;

“Doğru, ayakkabısını giyene kadar; yalan, dünyayı dolaşır.” gibi bir deyim ne kadar da yerini bulmaktadır.

Geniş imkânlara ve yardımcılarına güvenip, üflemekle Allâh’ın nûrunu söndüreceklerini sananlar, dün olduğu gibi bugün de yarın da dizlerini dövmekten ileri gidemeyeceklerdir. Zira dün; memleketimizde insanların zihinlerini ifsâd edenlerin, öldükten sonra esâmîsi okunmayacağını, yerlerini alan yeni yetmelerin de belli bir süre arz-ı endam edip tarihin çöplüğünde yerlerini alacaklarından hiç şüphemiz yok. Buna mukabil, gerçek ilim erbabı ve gönül adamları; öldükten sonra dahî irşâda devam edecek ve gönüllerde diri olacaklardır.

Bugün, yaşadığımız topraklarda; kadîm ilim adamlarına ve onların temsil ettiği «ehl-i sünnet ve’l-cemaat» yoluna plânlı ve projeli bir saldırı yapılıyor. Bu saldırıları yapanlar, adına «indirilmiş din» dedikleri, hadisleri devre dışı bırakıp, Peygamber’e sadece postacı muamelesi yapan, Kur’ân-ı Kerim üzerinde operasyon yapmak isteyen tiplerdir. Bunlar, maksatlarına ulaşmak için, öncelikle dîni savunan insanları cemiyet içerisinde itibarsızlaştırıp;

“İşte sevdiğiniz ve desteklediğiniz insanlar bunlar, bunlar ne ki, savundukları ne olsun!” gibi ifade tarzları ile kendilerine zemin bulmaya çalışmaktadırlar.

Bu saldırıların şahıslar üzerinden yürütülmesi, bu işin zayıf halkasının insan olduğunu teyit ediyor. Bu durum; İslâm’ı temsil noktasında olan ilim adamlarımızın, yazarlarımızın ve cemiyet önünde bulunan insanların, daha hassas ve dikkatli yaşaması gerçeğini ortaya koyuyor. Anlatılan bilgiler ne kadar doğru olursa olsun; ilimde, ibâdette, ticarette ve aile hayatında yapılan en ufak bir yanlışın savunduğumuz değerlere mâl edilmesi tehlikesi ile karşı karşıyayız.

Bize düşen en büyük vazife; Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in tebliğ ettiği ölçüleri, hayatımızın her alanına tatbik etmek ve bu ölçülere azı dişlerimiz ile sıkı sıkıya yapışmaktır.

Unutmayalım; bildiklerimizle amel edersek, bilmediklerimiz bize öğretilir. Söylediklerimiz ve yaptıklarımız mutâbık olursa, sözümüze tesir verilir.

Mevlâ Teâlâ, öğrendiklerini amel etmek için öğrenenlerden ve güzel örnek olanlardan eylesin.