RÂZI EDEN ÜÇ İFTAR!

SEYRÎ (M. Ali EŞMELİ)

Hz. Ali’yle Hz. Fâtıma’nın Kur’ân’da Övülen Ahlâkı
RÂZI EDEN ÜÇ İFTAR!

Oruçla ruhları doymuş iken, karınları aç,
Birazcık ekmeğe hattâ nefes nefes muhtaç,
Haraptılar, o kadar yoktu âdetâ yiyecek,
Şükür ki arpa unundan biraz çıkınca yemek,
Ali’yle Fâtıma, iftar zamânı sofradadır;

O anda bir kuru miskin gelir, canında sabır,
Acıyla der ki: «–Açım yâ Alî, kerem buyurun,
Bu çâresiz kulu, lillâh, sevindirin, doyurun!»
Yanar yürekleri birden, bu hâle, onlar erir,
Ali’yle Fâtıma, Allâh için, ne varsa verir.
Ne merhamet bu; oruç sofrasında iftarda,
Kabında bir su kalır önlerinde rızk-ı Hudâ.
«Su verdi Hak bize iftarda, çok şükür!» derler,
Alıp kaşıkları, doymak için sabır yerler.

İkinci gün… Yine iftar zamânı sofradalar,
O anda boynu bükük bir yetim gelip ağlar,
Acıyla der ki: «–Açım yâ Alî, kerem buyurun,
İçimde tâkat-i can bitti, Hak için doyurun!»
O aç yetîme de onlar hilâl misâli erir,
Ali’yle Fâtıma, Allâh için, ne varsa verir.
Yanar ikinci günün açlığıyla mîdeleri,
«Şükür, su var yine!» der, yüzlerinde handeleri.
Gönüllerinde coşar, yoğrulur huzûr ile haz,
O hâl içinde ederler rızâ-yı Hakk’ı niyâz.

Üçüncü gün… Yine iftar zamânı sofradalar,
O anda hâli garip bir esir gelip ağlar,
Acıyla der ki: «–Açım yâ Alî, kerem buyurun,
Bu cân eşikte bu mahrûmu lutfedin, doyurun!»
Lütuf damarları çağlar, esîr için de erir,
Ali’yle Fâtıma, Allâh için, ne varsa verir.
Fakat üçüncü günün öyle zordur açlığı ki,
Olanca güçleri tüm, can çekip biter çünki.
O an dahî dayanıp açlığın bu şiddetine,
«Şükür, su var bize!» derler sabır diliyle yine.
Kolay mı, suyla ederler o gün de iftârı,
Kalem kururdu biraz anlasak bu esrârı!

Nasıl irâde ki, üç gündür açtı kendileri,
Tükenseler bile infakta durmayıp da geri,
Ne varsa vermeyi muhtâca, ettiler tercih,
Muhammedî yüce ahlâkta yazdılar târih.

 

Kerem bu; üç fukarâdan taşan teşekkür için,
«Sakın, sakın!» dediler: «Yok gerek, bu faslı geçin!
Geçin teşekkürü, Allâh için doyurduk biz!
Bedel de istemeyiz, karşılık da beklemeyiz!
Çetin, belâlı, abus bir günün ki derdi yaman,
O günde Rabbimiz’in korkarız azâbından!..»
(bkz. el-İnsan, 9-10)

Hüner bu! Hem yedirip hem de tatlı sözler ile,
Beden ve rûhu doyurmak bu, öz gerek ille!
Verip de şevk ile mahrûma ellerinde varı,
Şükür suyuyla visâl ettiler, üç iftârı.

Mübârek âile, üç gün geçirdi hiç yemeden,
Bu denli zirvede îsârı var mı şimdi gören?
Lütuf bu, aç iken onlar, doyurdu başkasını,
Gözettiler gece-gündüz rızâ-yı Rahmân’ı.

Ne mutlu; onların âlemde can hilâli gibi,
Muhammed’in güneşindendi parlayan edebi.
O muhteşem, o muallâ, o taç diğergâmlık,
O Ehl-i Beyt-i Rasûl’ün evinde oldu rızık.
Ne denli aç ise, muhtaçtan önce kendileri,
Gönül gönül dediler: Bizden öncedir diğeri.
Yetîme, yoksula iftâr, esîre ikramda,
Ali’yle Fâtıma’dan râzı oldu, övdü Hudâ.
Cömertliğin, en ağır imtihânı, onlar için,
Dönüştü bir ebedî lutfa, âyet oldu mübîn!
Açıldı onlara cennetlerin sekiz kapısı,
Meğer ne rahmet imiş zahmetin gönül yapısı.

 

Buyurdu Sûre-i İnsân’ı gönderip Mevlâ:
«Bilin ki, onlara değmez azap gününde belâ.
Eder muhâfaza Allâh, o günkü dehşetten,
Korur, himâye eder can yakan felâketten.
Amellerindeki hoş hâli tam küsûr eyler,
Gönüllerinde sürur, yüzlerinde nûr eyler…»

Ne muhteşem ne büyük müjdedir bu hak pâye,
Uyan! Bu pâyede fark et, nedir asıl gāye?
Açık mı, gizli mi, âyetlerin murâdını, çöz,
Çözer uyandığı nisbette nûr-i hikmeti göz.
Cihanda sanma ki iftar, beş-altı lokma yemek,
Yemek değil, orucun hakkı, Hak için vermek!
Kitapta Sûre-i İnsan, bu hakkı anlatıyor,
Ali’yle Fâtıma’nın bahsi câna can katıyor.

 

Unutma, Sûre-i İnsan, zeminden arşa adım,
Gerekli hisseyi Seyrî, gömülmeden alalım.

mefâilün / feilâtün / mefâilün / feilün
(fa’lün)