NEYE NİYET NEYE KISMET

Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

Merhamet, şefkat, diğergâmlık, cömertlik, nezâket ve zarâfet gibi hasletler; İslâm’ın rûhânî dokusundaki en kıymetli sâlih amellerdendir.

Emin Efendi; ellili yaşlarda, evkaftan emekli, halim-selim, ihlâslı ve derviş tabiatlı bir zât-ı muhteremdi.

Emekli olduktan sonra, arkadaşlarının teşvikiyle Eminönü Yeni Cami arkasında arzuhâlcilik yapmaya başlamıştı.

Üzerinde eski ama temiz takım elbisesi, elinde yanından hiç ayırmadığı daktilosu ile sabahleyin caminin arkasına gelir; çay ocağına emânet bıraktığı küçük masasını, taburesini alır, daktilosunu üzerine yerleştirirdi.

Gölgesinde oturduğu ağacın dalına tabelâsını asıp, iki ucuna lâstik geçirilmiş siyah önlük kumaşından kolluklarını -ceketi kirlenmesin- diye kollarına geçirince, geriye artık derdi olan vatandaşların istid‘âlarını yazmak kalırdı.

Akşama kadar çalıştıktan sonra; evine dönerken, mutlaka Hacı Bekir’e uğrar, bir külâh akîde şekeri alır, cebine koyardı.

Eminönü’nden vapurla Üsküdar’a geçip Bülbül Deresi’ne doğru yürümeye başlayınca, onun ne zaman geleceğini bilen çocuklar; Fevziye Hatun Camii’nin önünde sabırsızlanmaya başlarlardı.

Seher vakitlerinde insanları uykularından edecek güzellikte bülbül şakımalarından mıdır nedir Bülbül Deresi denilen bu mahallede, o yıllar; Türk aileler, Rum aileler, Ermeni aileler, birlikte yaşar, çocuklar sokaklarda birlikte koştururdu.

Üzerine bir evlilik nasip olmayan Emin Efendi; anacığıyla beraber bu mahallede yaşar, her gün cebindeki şekerleri mahallenin çocuklarına dağıta dağıta üstü teneke kaplı iki katlı ahşap evlerine başı önünde gelir, başı önünde giderdi.

Hayat böyle akıp giderken; Emin Efendinin anacığı, ânîden sekte-i kalpten Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu.

Emin Efendi, tam anacığının yokluğuna alışmaya başlıyordu ki;

«Hoş geldin yâ şehr-i Ramazan» mahyaları camileri süslemeye başlamış, Ramazân-ı şerif ayı gelip çatmıştı. Tabiî Emin Efendiyi de bir düşüncedir almıştı.

Bu yeni duruma nasıl intibak edecekti? Eee anacığı; onu sahura kaldırır beraber sahur yaparlar, akşam ise iftar yemeğini hazır ederdi.

İçini bir hüzün kapladı. Anacığının yokluğu yeniden depreşmişti.

Sonra; «Allah büyüktür! Dert ettiğin şeye bak Emin Efendi!» diye düşündü; «Evvel Allah gece kalkar; bir tarhana kaynatırım, iki yumurta kırarım olur biter.» diye düşünüp yattı.

Nitekim sahura davulcunun nidâlarıyla uyanan Emin Efendi; akşam zihninde kurduğu gibi, tarhana çorbasıyla sahanda yumurtasını yiyip, üzerine iki bardak çay içtikten sonra, ezanla birlikte niyetlenip Fevziye Hatun Camii’nde namazını kılmak üzere evden çıktı.

Akşam dönüşü alışkanlıkla; yine Hacı Bekir’den şekerlerini almış, iftar için Mısır Çarşısı’ndan biraz alışveriş ettikten sonra, eve dönmek üzere Eminönü vapur iskelesine gelmişti.

Üsküdar’a varıp Fevziye Hatun Camii’ne yaklaştığında, eskiden şeker almak için etrafına toplanan çocuklardan eser bulamadı.

Anlaşılan onların da Ramazan’dan haberleri vardı. Ancak sadece Türk çocukları değil, Rum ve Ermeni çocukları da yanına uğramadılar. Çocukların bu davranışı, Emin Efendinin hoşuna gitmişti.

Ama asıl büyük şaşkınlığı eve girince yaşadı Emin Efendi. Çünkü eve gelip kapıyı açınca, yemek kokularıyla karşılaşmıştı. Oysa evde kimsecikler yoktu. Kapı da kilitliydi. «Hayırdır inşâallah!» deyip mutfağa yöneldi. Mutfaktaki masanın üzeri gazete ile örtülüydü, gazeteyi kaldırınca masanın en sevdiği yemeklerle donatıldığını gördü.

Gözlerinden birkaç damla yaş döküldü. Anacığına bir Yâsîn-i şerif okuyup gönderdi. Sonra Kur’ân-ı Kerîm’i eline alıp, ezan vaktine kadar okudu, akşam ezanı okunmaya başlayınca da iftarını yaptı, namazını kıldı. Saç sobasının üzerinde kaynattığı çayını yudumlamaya başladı. Tabiî bu yemekler, sahura da yetmişti.

Dedik ya; «derviş tabiatlı» diye, yemeklerin nereden geldiğini çok da merak etmemişti doğrusu. Geliyorsa bir sebebi vardı nasılsa.

Bu durum Ramazan boyunca devam etti ve Emin Efendi; her gün iftar vakti eve geldiğinde, mutfak masasının üzerinde hep en sevdiği yemekleri buldu. Ramazân-ı şerîfi de anacığının sağlığındaki gibi rahat ve kolay geçirdi.

Bayram sabahı Emin Efendi; namazını her zaman olduğu gibi Fevziye Hatun Camii’nde kıldı, namazdan sonra mahalleliyle bayramlaşıp evine doğru yöneldiği sırada, caminin yaşlı imamının sesi duyuldu:

–Emin Efendi, Emin Efendi dur hele biraz!

–Hayırdır hoca efendi?!.

–Hayırdır, hayırdır…

Hoca efendi; Emin Efendiyi bir kenara çekti, kolundan tutup anlatmaya başladı:

“–Bak Emin Efendi! Geçenlerde bana bu mahallede oturan bir Rum hanım geldi, adı Angeliki’ymiş, Müslüman olmak istediğini söyledi. Ben de memnuniyetle kabul ettim ama, sebebini sormadan da edemedim. O da anlattı… Sizin eve çok yakın oturuyormuş; kocası vefat etmiş, bir tane oğulcuğu varmış, senin anacığınla da tanışıyorlarmış, anacığın sağ iken sık sık ona yardıma geliyormuş. Anacığın vefat etmeden önce;

«Eğer bana bir şey olursa Emin Efendiyi boş bırakma, o evde yok iken gel, evi temizle!» diye tembih etmiş.

Anacığından gördüğü ilgi, muhabbet, saygı ve sevgi; senin ihlâslı, şefkatli, ahlâklı davranışların onu çok etkilenmiş ve müslüman olup sana talip olmak istemiş… Ne dersin?..”

Emin Efendi; şaşırmış, bir süre düşünmüş. Tabiî iftar yemeklerinin de nereden geldiği artık belli olmuş. Bu hanım; anacığının hasta olduğu zamanlar temizlik için geldiğinde, anacığının ona verdiği anahtarla içeri girip yemekleri bırakıyormuş. Hangi yemekleri sevdiğini de Emin Efendinin anacığından öğrenmiş;

“–Siz ne dersiniz İmam Efendi?” diye sormuş Emin Efendi.

İmam Efendi;

“–Yalnızlık Allah Teâlâ’ya mahsustur evlâdım. Allah evlenenleri sever!” diye cevap vermiş. “Ben onun müslüman olmasına vesile oldum, adını da Azimet koydum, gerisi sana kalmış!..” diye eklemiş.

Eee Emin Efendiye de kabul etmek düşmüş.

Emin Efendinin oruç niyeti, aynı zamanda onun kısmeti olmuş.

Onlar ermiş murâdına, biz çıkalım kerevetine…

Velhâsıl insanlar daima karakter ve şahsiyete hayran olur, karakter ve şahsiyetin peşinden giderler. Çünkü sağlam bir şahsiyetin sergilediği en küçük bir İslâmî hassâsiyet bile, bazen en beliğ sözlerden daha tesirli olabilir.

Kalın sağlıcakla…