Lisânın Âfeti

Sami GÖKSÜN

Yüce Rabbimiz’in bize bahşettiği nimet ve emânetlerden biri de dilimizdir. Yani lisânımızdır. İnsanlar, bütün arzu ve isteklerini dilleriyle anlatırlar. Yine ibâdet ve niyazlarımız da dil ile îfâ edilir. Zikir, şükür, tesbih, tekbir, tehlil ve salât ü selâmlarımız kalpten dile, dilden de âleme ulaştırılır. Bunca kıymeti ve meziyeti olan dilin tehlikesi, yüreklerimizi titretecek kadar dehşetlidir. Dili muhafaza etmek, arslanları muhafaza etmekten zordur. Birçok insan, dili sebebiyle başından olmuştur. Sükût eden ise selâmet bulmuştur. Dillerimizin yüreklerde açtığı yaralara hiçbir merhem kâr etmez. İnsanı yüzükoyun ateş vadilerine sürükleyen, dillerimizin biçtiği mahsullerdir.

Atalarımız;

“Çok konuşan çok aldanır.” demişlerdir. Dilini insanların aleyhine oynatanların, geçmişimize taş atanların, masumlara iftira edenlerin yarınları karanlık olacaktır.

Dil vardır ki, mübârektir. Rabbini zikreder. Dil var ki, durmadan Rabbinin kelâmını okur. Dil var ki, her nefeste tesbih eder. Dil var ki, âleme hikmet incileri saçar.

Diller de vardır ki, akrep zehrinden beterdir. Yuvaları yıkar, ocakları söndürür, bütün âlemin düzenini bozar. İşte insan için bir âfet, bir musîbet olan dil budur.

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“Sözü çok olanın, kayması çok olur.” (Ebû Nuaym, Hilye, III/74) buyurmuştur.

Çünkü kılıcın yapmayacağı işi dil yapar. “Dil kılıçtan keskindir.” der atalarımız. Tatlı dil, nasıl gönül dünyamıza hikmet damlaları bırakırsa; kötü dil de yılan gibi zehir kusar. Zehirler öldürücü olduğu gibi, kötü dilden çıkan sözler de kalplerde ki nûru söndürür ve hattâ bir tehlikeli sözle insan, küfre bile düşebilir.

Doğru söz ve doğruluk, yüzlerimizin akıdır. Kötü söz ve yalancılık, yüzleri kızartan ve rızkı kesen bir âfettir. Bu noktada Rasûlullah Efendimiz buyurdular ki:

“Siz şu altı şeyi muhafaza edeceğinize dair bana söz verin, ben de size cennet ile söz verip, onu tekeffül edeyim:

1. Konuştuğunuz zaman doğru söyleyin.

2. Söz verdiğiniz de onu yerine getirin.

3. Size bir şey emânet edildiği zaman, emâneti yerine tevdî edin.

4. Namusunuzu koruyun.

5. Gözünüzü harama yumun (Yani size helâl olmayan yerlere bakmayın).

6. Başkasının malına, canına el uzatmayın.” (Ahmed, V, 323)

Süfyan bin Abdullah -radıyallâhu anh-’den:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Bana öyle bir şeyden haber ver ki, onunla kendimi (cehennemden) koruyabileyim.”

Efendimiz buyurdular ki:

“–«Rabbim Allah!» de. Sonra dosdoğru ol!”

“–Yâ Rasûlâllah! Benim hakkımda en çok korktuğun şey nedir?”

Bunun üzerine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- mübârek dillerini tuttular ve dediler ki:

“–İşte budur!” (Tirmizî, Zühd, 61)

Demek ki dil doğru kullanılmaz ise, ondan çok korkmalıyız. Hesapsız konuşmakta tehlike büyüktür. Bunun yanında bir de gıybet ederek, dilin âfetini işlediğimizi düşünürsek, bu da büyük bir fâciadır. Daha da fecî olanı ise, gıybetsiz an ve günümüz geçmiyor. Ağzımızdan çıkan herhangi bir söz, yayından fırlayan bir ok gibidir. Artık onu tutmanın imkânı elimizden gider. Ağzımızdan çıkan sözün ve geçen zamanın geri dönüşü imkânsızdır. Onun için anlarımızı ve zamanlarımızı çok iyi değerlendirmemiz gerekmektedir. Bu anda eğer; hayırlı, zikir, şükür ve emr-i bi’l-mâruf üzere bir meşguliyetimiz olursa ne güzeldir. Eğer; şer, küfür gibi fena bir meşguliyetimiz olursa ne kötüdür ve sahibi hesabına ne büyük bir felâkettir. O felâketin dehşetini Efendimiz’in şu hadîs-i şeriflerinde görmek mümkün:

“Kıyâmet günü insanın kitabı (amel defteri) açık bir şekilde kendisine verilir. Defterine bakınca (iyilik ve hayır nâmına bir şey göremez de) der ki:

«–Yâ Rabbî! Benim iyiliklerim nerede? Dünyada bunca iyilik ve hasenatta bulunmuştum. Onların hiçbirini defterimde göremiyorum.»

Allah Teâlâ buyurur ki:

«–Onları insanlar hakkında yaptığın gıybetlerle sildim, gıybetini yaptığın kimselerin defterine yazdım.»” (İbn-i Hibbân)

İşte iflâs etmek buna denir. Efendimiz’in;

“Müflis kimdir?” suâlinin tam karşılığı budur. Bütün güzel ameller başkalarına aktarılmış olacak ve o kişi, dilinin saçtığı kötülük yüzünden en büyük mahrumiyete uğrayacaktır.

Görüldüğü gibi tehlike büyük. İnsan her şeyden hesaba çekilecek; dilimizin yanlış kullanılması ile oluşacak sıkıntılar, bizi âhiret âleminde mahcup ve mağlûp edecektir. Nasıl ki arslanlar demir kafesler içinde tutulurlarsa, insan da dilini o şekilde îman ve takvâ urganı ile tutmalıdır.

Ne yazık ki insanlar dillerini yanlış kullanarak yalana alıştılar ve böylece dünyayı yalanlar istîlâ eder hâle geldi. Bu yüzden, yaşarken günlerimiz yakıcı hâle gelmektedir. Yalanı bu şekilde alışkanlık hâline getirenlerin, âhireti felâket olur.

Yalandan ve çirkin sözden arslandan kaçar gibi kaçmak lâzımdır. Ancak, yalana üç yerde izin vardır:

1. Yuvanın dağılmaması için, eşlerin arasını bulmada.

2. Düşmanla harp yaparken, çünkü harp hiledir.

3. Küs olan iki müslümanın arasını bulmak için.

Âlemlerin Efendisi;

“Yalandan sakının! Zira yalan kötülüğe götürür. Yalandan sakının, şüphesiz yalan îmandan uzaklaştırır.” (Taberânî, el-Mu‘cemü’l-Kebîr, no: 894) buyurmuşlardır.

Evet; gönül selâmeti, başın selâmeti, dünyanın ve âhiretin saâdeti dilin doğru kullanılmasıyladır.

Yüce Rabbimiz cümlemizi, dilin âfetlerini işlemekten muhafaza buyursun. Âmîn…