Yeni Mevlid
KELİME-İ ŞAHÂDET AŞKI -2

ŞAİR : SEYRÎ (M. Ali EŞMELİ)

ALLÂH’A MÎRÂC

Tâif’in bağrında hicran dağladı,
Ümmetin derdiyle Ahmed, ağladı.
Yükselirken Hakk’a kalbinden kelâm,
Geldi Cibril verdi Allah’tan selâm.
Sonra Refref geldi göklerden Burak,
Arş’ının üstünde mîrac sundu Hak.

مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا
Önce ihsân etti Sübhan, ruh-beden,
Mescidü’l-Aksâ’ya isrâ, Kâbe’den.
لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَا
Çok deliller gökte göstermek için,1
وَهُوَ بِالْاُفُقِ الْاَعْلٰى
Ufkun en üstünde sır vermek için…2
عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهٰى
Etti sonsuz ânı, bir an… Git gide,
Bitti gökler, bitti yol, son Sidre’de.3
Durdu Cibril: «–Yâ Muhammed, sonrası,
Tek Sen’indir, Hakk’a vuslat sofrası.»
Hem zamansız, hem mekânsız bir fezâ,
Yoktu bildik bir semâ, bir yer, kezâ.
Açtı Hak, yetmiş bin engin perdeyi,
Çekti gözden seyre dâir «nerde»yi.
Sardı bir nur: «–Burda yoktur hiç misal,
Gel Sen’indir yâ Muhammed, her visal!
Dosta geldin, çünkü gösterdin vefâ,
Haydi geç, son perdeden ey Mustafâ!»

Halka meçhul bir temâşâ göz göze,
Oldu mâlum, lâkin imkân yok söze.
Yön, şekil yok, öyle Sübhan nur cemal,
Öyle zâhir oldu, târifler muhal.
مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَاٰى
“Gördü Ahmed, gönlü tekzîb etmedi.”4
İşte mîrâc, işte Kur’ân mesnedi!
مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغٰى
“Kaymadan seyretti göz, hiç şaşmadı.”5
Oldu meftun Mustafâ’nın maksadı.
لَقَدْ رَاٰى مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرٰى
“–Gördü billâh, baktı kübrâ âyete.”6
«Bak!» denir, cennette ancak ümmete!

فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنٰى
Kaabe kavseyn oldu ev ednâ7 o an,
Mustafâ’nın taştı aşkından beyan:
اَلتَّحِيَّاتُ لِلّٰهِ وَالصَّلَوَاتُ وَالطَّيِّبَاتُ
«–Tüm selâmlar, her güzellik, her salât,
Hep Sen’indir Rabbim, en üstün sıfat!»
اَلسَّلَامُ عَلَيْكَ اَيُّهَا النَّبِىُّ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ
«–Es-selâm ey şanlı Peygamber Sana,
Cümle Allah lutfu, rahmetler Sana!»
اَلسَّلَامُ عَلَيْنَا وَعَلٰى عِبَادِ اللّٰهِ الصَّالِح۪ينَ
«–Es-selâm yâ Rabbi bizler üstüne,
Kullarından tertemizler üstüne!
اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللّٰه وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ
Yâ İlâhî, ben şahâdet eylerim;
‘Hiç ilâh yok, ancak Allah var!’ derim.
Hem şahâdet eylerim ben, tam, yine,
Kul rasuldür Can Muhammed, Rabbine.»

Ses, lâfız yok, harfi yok bir dille Hak,
Sundu seyran: «–Yâ Muhammed, şimdi bak!
Tâ ezel Rabbin ve mâbûdun Ben’im,
Tâ ebed sevginle maksûdun Ben’im!
Bir ömür yalvardı kalbin, istedin,
Perdesiz bir gözle seyretsem, dedin!
Gel Habîbim, Sen ki, âşıksın Bana,
Gel nazar kıl, Ben de müştâkım Sana!
اِلٰى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ
Âyet âyet, Rabbe bakmak8 sırrı bu,
Sanmasın hiç kimse, şâir kârı bu!
يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ
Çünkü sevdâ mührü, Ben’den bir hüner,
En büyük ferman bu: «Sevdim, sevdiler.»9
İşte Kur’ân, Ben’de sevmek bahsi çok,
Yâ Nebî, en sevdiğimsin, şüphe yok!
Eylerim cennet, o gözler zâr ise,
İste Ben’den her ne arzun var ise!»

Varlığın Can Nûru; «–Ey Rabbim!» dedi:
«–Ey cömertlik şâhı, lutfun mesnedi!
Pek zayıftır ümmetimden çokları,
N’eylesinler tartılırken yokları?
Türlü isyan, suçla olmuşlar hamur,
Sen, cehennem ehli dersen, vâh olur!
Rabbim affet; Sen’den ancak hâcetim,
Ümmetimdir, ümmetimdir ümmetim!..»

Bir berat bahşoldu, Allah’tan O’na:
«–Havzı verdim yâ Muhammed Ben Sana!
Hep Sen’indir kim ki, dersen ümmetim,
Ettim ihsân, onlarındır cennetim.
Ey Habîbim, yok mu âhir isteğin?
Boş değil dünyâda zahmet çektiğin!
Lutfumun şânında âlemler sened,
Ben Sen’in hakkında Rahmân’ım ebed.
Sen ki, Ben’den, ayna ettim Ben Sen’i,
En büyük ismimle yazdım ismini!
En büyük seyrânı verdim Ben Sana,
Tâ ebed görsen de doymazsın Bana!
Sen ki gördün, oldu mîrâcın bu haz,
Ümmetin mîrâcı, bundandır namaz!
Kim eğer beş vakti her gün tam kılar,
Hak katından, elli vaktin ecri var!
Gel namaz kıl, her ibâdet sırrı bu,
Yoldaşındır kabre ömrün kârı bu!»

Âyet âyet, gördü Ahmed Hazret’i,
Etti seyran hem cehennem, cenneti!
Baktı mahşer vakti her ahval nedir,
Kimde hüsran, kimde ihsan karnedir!
Kim ne yapmış, hangi son olmuş nasip,
Orda bir bir tam temâşâ eyleyip,
Fahr-i Âlem, döndü mîracdan gece,
Göz açıp yummaktı tüm an, sâdece.
Oysa milyarlarca yıl yetmez idi,
Yetti bir an, oldu Ahmed şâhidi.
اَفَتُمَارُونَهُ عَلٰى مَا يَرٰى
Der ki Allah: «–Gösteren Hak, el-Kadîr,
Görmenin hakkında tartışmak nedir?»10
Görmeyenler, şaştı boş mânâ diye,
Cümle ashab, koştu; «–Âmennâ!» diye.
Sundular sıdk içre tebrikler O’na:
«–Kutlu olsun Hakk’a mîrâcın Sana!»

Yâr Ebûbekr’in ne müthiştir bağı,
Duydu derhal oldu sıdkın bayrağı:
«–Yâ Muhammed, Sen ne dersen doğru o,
Sen ki gördün, elbet Allah nûru o.
Hak rasulsün, şüphemiz yok, şâhidiz,
Sen neler gördünse, biz gördük deriz;
Çünkü Sen’sin Hak Hudâ’nın Ahmed’i.»
Son Nebî; «–Sıddîk-ı ekbersin!» dedi.
Coştu Seyrî: «–Seyre geldik ey Rasul,
Can fedâyız, eyle lutfundan kabul!
Eyle şefkat, kıl şefâat kemtere,
Sen’de rahmet, Sen’de cennet bizlere.»
20 Şubat 2018

ALLAH’TAN AF TALEBİ

Rabbim affet, Sen, Muhammed aşkına,
Hak Habîbin, nûr-i Ahmed aşkına.
Kâbe etrâfında devrân aşkına,
Göklerin üstünde seyrân aşkına,
Arş’a mîrâc ettiren öz aşkına,
En yakından seyreden göz aşkına,

Rabbim affet, Fahr-i Âlem aşkına,
Mescidü’l-Aksâ’da nâlem aşkına,
Hür ezanlar, hem namazlar aşkına,
Bağrı yangın tüm niyazlar aşkına,
Her semâdan; «Hû!» hitâbın aşkına,
Son Rasûl’ün, son kitâbın aşkına,

Rabbim affet, eyle gufran bizleri,
Tevbekârız, Rabbim affet kemteri!
Hıçkıran sel misli yaşlar aşkına,
Hep sücud hâlinde başlar aşkına,
En duyulmaz sessiz imdâd aşkına,
Gel dedirten hasta feryâd aşkına;

Etme mahrum rahmetinden, yâ Samed!
Can dayanmaz, yakma yâ Rab, el-meded!
Uykudan vazgeçmiş âşıklar için,
Bir ömür aşkında sâdıklar için,
İç çekip can dağlayan dert aşkına,
Dert içip kan ağlayan mert aşkına;

Sen inâyet eyle, nur ver şâhide,
Ehl-i Kur’ân, ehl-i sünnet çizgide,
Müstakîm et, eyle gerçek müslüman,
Bir milim saptırma yâ Rab, doğrudan!
Düşmesin hiç, son hidâyet sancağı,
Yurdumun hür dalgalansın bayrağı!

Önde ashab, kardeş et Peygamber’e;
Rabbim affet, merhamet kıl, bizlere!
Makbul olsun, canda cân îmânımız,
Son nefes îmanla göçsün cânımız!
Kabrimiz, nurdan yol olsun ahrete,
Müjde olsun son terâzî, cennete!
Cennetü’l-Firdevs’e erdir âkıbet,
Orda Peygamber’le yâ Rab, komşu et!
Hem Sen’in göster o gün dîdârını,
Söndür âşıklarda hasret nârını!
Hem içir lutfunla cennet kevseri,
Nûrun etrâfında cem et bizleri!
Sevdiğin kullarla bin bir nîmete,
Hem kavuştur bitmeyen bir sohbete!
Tüm Muhammed ümmetinden râzı ol!
Şimdiden bulsun bu canlar, vasla yol.

Yâ İlâhî, Mustafâ’dır nabzımız,
Yâ Muîn, bin canla yalvarmaktayız:
Aynı olsun bizde ömrün cevheri,
Tertemiz et, yakma yâ Rab defteri!
Yükselirken bizden âminler Sana,
Eyle mazhar, sonsuz affından yana!
Eyle, her Seyrî’ye, yâ Rab, lutfu, tam,
Rütbe îman, cennet olsun son makam!
19 Şubat 2018
1(bkz. el-İsrâ, 1), 2 (en-Necm, 7), 3(en-Necm, 14), 4(en-Necm, 11),
5(en-Necm, 17), 6(en-Necm, 18), 7(en-Necm, 9), 8(el-Kıyâme, 23),
9(el-Mâide, 54), 10(en-Necm, 12)

SON HİCRET: ELVEDÂ

Son nefes yaklaştı, Ahmed, sesledi:
Ey sahâbem, geldi fermân, elvedâ!
Durmak olmaz, çünkü Allah; «Gel!» dedi,
Böyledir dünyâda son ân, elvedâ!

Ümmetin sel oldu birden gözleri,
Türlü feryat sardı âşık özleri;
Ey Hasan gel, ey Hüseyn’im, gel beri,
Burda artık doldu devran, elvedâ!

Ey Bilâl gel, bir selâ ver bahtıma,
Yükledim nem varsa, ahret tahtıma,
Ey helâlim Ayşe, yavrum Fâtıma,
Ehl-i beytim, şimdi burdan, elvedâ!

Ey Ebûbekr’im, bu göç, dağlar seni,
Verdi Allah, aldı Allah, can-teni,
Cennetin havzında bulsunlar beni,
Burda hicret yazdı Rahmân, elvedâ!

Dinle Seyrî, etti îlân Gül Yetim:
Elde Kur’an, rehber olsun sünnetim,
Önce gittim, beklerim, ey ümmetim,
Her nefis, Allâh’a kurbân, elvedâ!

Geldi Cibril, oldu Azrâil hazır,
Sordular Mahmûd’a: «–İznin var mıdır?
Yolculuk var Dost’a, bundan gelmişiz.»
Bildi Ahmed: «–Merhabâ, hoş geldiniz!»
Kanlı yaşlar döktü mahzun Fâtıma,
«–Ey babam, kıysınlar onlar cânıma,
Kıymasınlar, almasınlar tâ Sen’i,
Dilhun eyler, böyle bir hicran beni.
Ey babam, Sen ölme, ben kurbân olam,
Can verip uğrunda sonsuz can bulam.»
Baktı Ahmed: «–Ey mübârek Fâtıma,
Ey benim göz nûru yavrum, ağlama!
Ölmek Allah emri, me’murdur melek,
Dosta vuslat, cânı teslîm eylemek!
‘Gel!’ der Allah, rûhu Azrâil alır,
Çok yetim bâzen de çok öksüz kalır!
Bâzen evlât önce bâzen bir baba,
Can verir fânîde, derler: Ah vebâ!
Bir kaderdir burda gurbet fermanı,
Ayrı eyler annesinden ceylânı.
Soldurur Azrâil açmış gülleri,
Ağlatır dünyâda şen bülbülleri,
Kabre yollar kâh gelinlik kızları,
Kâh alır kundaktan en yalnızları.
Son nefes vaktinde, cam gözler söner,
Her gelen bir gün bu devrandan döner.
Râzı ol takdîre ey can Fâtıma,
Ey benim göz nûru yavrum, ağlama!»

Geldi gökten bir nidâ, gör mesnedi:
Can kavuşsun, yâ Muhammed, gel, dedi.
Açtı Allah gökyüzünden pencere,
Açtı sonsuz nurlu bir yol Server’e.
Son bakıp emretti Peygamber, mübin:
«–Öz namazdır dinde, hiç terk etmeyin!
Bir de dikkat eyleyin Hak aşkına,
Emriniz altında halkın hakkına!
Söyleyin hem, bağrı âşık ümmete,
Farza koşsun, tam sarılsın sünnete!»

Sonra Ahmed, döndü tâ sonsuzluğa,
Hiç dayanmaz oldu can onsuzluğa,
Dost, en âlâ dosta; «Bismillâh!» dedi,
Son eşikten geçti; «Yâ Allah!» dedi.
Oldu artık can ve cânan göz göze,
Hak bu vuslat, başka hâcet yok söze!
Geldi gökten, göçtü yerden Mustafâ,
Ummasın hiç kimse dünyâdan vefâ!
Burda bir kul, sürse kaç bin yıl ömür,
Gün biter bir anda, her fânî ölür.

Can yaşarken ten ölürken, ey Hudâ,
Etme Sen’den, etme Ahmed’den cüdâ!
Can Nebî yâ Rabbi, mü’min herkese,
Bir saâdet, hepsi bendendir dese.
Bizden evvel göçtü yâ Rab, ağladık,
Ayrılık çektikçe biz can dağladık.
Son vedâdan sonra açtın, en sonu,
Gördü gözler gönle gösterdin O’nu.
Koştu Seyrî, cümle ümmet rahmete,
Hep berâber girmek olsun cennete!..
27 Mart 2018, Salı, 07:22

vezni:
fâilâtün / fâilâtün / fâilün

ayrıca;
6 + 5 = 11, 4 + 4 + 3 = 11 hece ölçüsü