GENÇLİKTEN ÜMİDİMİZ

YAZAR : H. Kübra ERGİN hkubraergin@hotmail.com

Markette, kasanın önünde sıranın bana gelmesini bekliyorum. Kasiyer olarak çalışan başörtülü genç kızımız diğer kasanın başındaki arkadaşına dert yanıyor:

“Şu kadar borç ödedim, daha şu kadar var…”

İstatistiklere göre bankalara borçlu olup fâiz ödeyenlerin birçoğu genç kardeşlerimiz. Borç altına girme hikâyeleri çoğu zaman alışveriş. Cep telefonu, kılık, kıyafet belki otomobil… Ellerinden düşüverince ekran camı çatlayan bir cihazın taksitlerini ödemek için; ömürlerinin en kıymetli yıllarını, verimsiz işlerde çalışarak tüketiyorlar.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyor:

“Kıyâmet gününde dört şeyden sorgulanmadıkça, kulun ayakları yerinden kımıldamaz: Ömrünü ne için, nerede harcadı? Gençliğini neler için kullandı? Malını nereden kazandı ve nereye sarf etti? İlmiyle ne amel yaptı?” (Tirmizî, Kıyâme, 1)

Ömrünü nerede harcadı, maddesinden sonra ömrün gençlik çağını ayrıca bahis konusu etmesi ile; gençlik çağında elde bulunan parlak kabiliyetlerin, zirvede olan beden ve zihin gücünün, şevkinin ayrıca hesabının sorulacak nimetler olduğuna dikkat çekiyor.

İnsan bu bereketli çağı değerlendirmeli ki, ömrünün geri kalanında onun faydasını görsün. Meselâ; gençliğinde ilim tahsil edip kendini yetiştirmeli ki, olgunluk çağında da başkalarını yetiştirsin. Gençliğinde helâlinden kazanmalı ki, olgunluk çağında hayırsever bir kişi olarak başkalarının da kurtuluşuna vesile olsun. Gençliğinde sabırla bir yuvayı ayakta tutmalı, evlâtlar yetiştirmeli ki; olgunluk çağında onlara güzel bir örnek ve rehber olsun ve arkasında hayırlı bir nesil bıraksın. Gençlik hayhuyla geçip giderse, ileriki yaşlarda insanın elinde pişmanlıktan başka ne kalır?

İşin doğrusu insan; gençlik çağının o yüksek kapasitesini kullanarak hayırlı ve faydalı amellere alışmazsa, daha sonra alışmak çok daha zor oluyor. Elbette; «Zararın neresinden dönersen kârdır!» diyerek son fırsatı elden kaçırmamalı. Ama bundan daha iyisi, henüz gençlik elimizden kaçmadan değerlendirmek olmalı…

Çünkü bizim yaratılış gayemiz; çok büyük, çok mühim, çok mukaddes bir vazife… O vazifeyi gerçekleştirmek için bir ömür bile az gelir. Ömrün en kıymetli zamanını israf ettikten sonra; geriye kalan kırıntılarla böyle bir vazifeyi başarmak, zannedildiği kadar kolay değildir.

Allah -Zülcelâl- âhirete hazırlanmak gibi ciddî vazifelerin yanında, dünyevî arzular hakkında;

“Bilin ki dünya hayatı ancak; bir oyun, bir eğlence, bir süs ve kendi aranızda övünme, mal ve evlât çoğaltma yarışından ibarettir…” (el-Hadîd, 20) buyurmuştur.

Hâlbuki dünya işlerinin bir kısmı, ihtiyaçların helâlinden temin edilmesi için zarurîdir. Buna rağmen onun dahî ihtiyaçtan fazla kısmı lehviyat yani lüzumsuz bir oyalanma ve eğlence sayılmıştır. Peki ya hiçbir işe yaramayan oyunlar, filmler, diziler…

Sâlih ameller ve ona vesile olan şeyler hâricinde dünya işleri bile sahte bir âlemde oyalanma sayılıyorsa, bizzat kendisi oyun ve eğlence olan sanal âlemin hükmü ne olur? Onlar sahtenin de sahtesi değil mi?

Eskiden gençlik çağı demek, idealizm zamanı demekti. Genç adam; dünyada olup bitenlerle ilgilenen, bir fikri, bir duruşu olan, bir şeyler yapmak gerektiğine inanan insan demekti. Şimdi gençlik deyince akla ne geliyor bir düşünelim?

Ne yazık ki anne-babalar; oyun, müsabaka, film, komik video, şununla bununla dalga geçmek, gülmek eğlenmekle ömür çürüten bir gençlikten pek de büyük bir şeyler beklemiyor. Hâlbuki insan Rabbine kulluk etmek ve böylece yeryüzünde bir halîfe olmak için yaratıldı. Aslında gencin de böyle bir vazifeye ihtiyacı vardır. Böylece o genç, yüksek bir şahsiyete sahip olarak hem toplumda bir ağırlığa hem tarihte faal bir role sahip olacaktır. Bunun için her bir gencin, damarlarında deli deli akan o enerjiyi yönlendireceği bir gayesi olmalıdır.

Elbette gençlik çağı aynı zamanda; heyecan, hissîlik ve acemîlik çağı da demektir. Bu yüzden onlara çok güzel bir rehberlik yapılması gerekmektedir. Peki, biz yetişkinler, onlara bu hususta ne kadar rehberlik yapabiliyoruz?

Nüfusumuzun yüzde 40’ını gençler oluşturuyormuş. Batı ve dünya; nüfus yaşlanması problemiyle karşı karşıya iken, ülkemiz için bu genç nüfus büyük bir şans. Ancak gençlerimizi hem kendi hayatlarını mânâlandıracak hem de ümmet-i Muhammed’i parlak ufuklara taşıyacak bir şekilde yetiştirmek büyük bir mes’ûliyet.

Anne-babaların çoğu, bu manzaraya bakıp umutsuzluğa düşüyor. Ancak umutsuz da olmamak gerekiyor. Aslında bu gençlerin sanal âlemdeki o oyunlara, eğlencelere sığınmalarının altında yatan sebep; kendilerine kahramanlık rolü aramaları… Ne yazık ki gerçek dünya onlara; çok büyük, çok kalabalık ve çok adâletsiz görünüyor. Kendilerini bu dünyada çok güçsüz, tesirsiz ve ehemmiyetsiz hissediyorlar.

Aslında onlar da bir kimlik sahibi olmayı istiyorlar. Dünyanın gidişine karşı; bir duruşlarının, bir eleştirilerinin, bir yorumlarının olmasını istiyorlar. Kendilerini gerçek âlemde işe yaramaz ve değersiz hissettikleri için, sanal âleme koşuyorlar. Orada tesirli olmak, oyunlarda puan almak, şuna-buna yorum yazmak kolay geliyor. Ama ne faydası var?

Gençlerin; dünyadaki zulüm, yozlaşma ve çarpıklıklara karşı bir tenkitlerinin olması gerekir. Allah -Zülcelâl- Kur’ân-ı Kerim’de, böyle gençlere örnek olarak «ashâb-ı kehf»in hikâyesini anlatır. Bunlar; tek Allâh’a îmân etmiş, şirki reddetmiş gençlerdir. Hükümdarlarının işkencesi altında dinlerini değiştirmeyi reddederek, şehirden kaçıp bir mağaraya sığınmışlardır.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e ilk îmân edenlerin de çoğu gençti. Hazret-i Mus‘ab, zengin bir ailenin oğluydu. Cins atlara binen, güzel kıyafetler giyen yakışıklı bir genç… Hazret-i Osman yine varlıklı bir ailenin oğluydu; nâzik, hayâlı bir gençti.

Onlar; alışkın oldukları rahat hayatı, dinleri uğruna terk ettiler, Habeşistan’a ve Medine’ye hicret edip, cihâda katılıp, çok zorluklara sabrettiler. Hazret-i Muâz, insanları şirkten vazgeçirmek için gizlice putlarını kıran bir gençti. Ve daha niceleri… -radıyallâhu anhüm ecmaîn-

İşte bu örnek gençler; içlerinde taşıdıkları cevheri, mübârek bir Rehber sayesinde işleyip inkişaf ettirdiler ve tarih yazan kahramanlar oldular.

Bu zamanın da gençlerinin içinde aynı cevher var; ama onu işlemek için gereken azmi, sabrı, sadâkati, mes’ûliyeti onlara rehberlerinin öğretmesi gerekiyor.

Son zamanlarda şehid haberleri geliyor. Bir yönden üzücü, gencecik fidanlar kara toprağa giriyor. Ama bir bakıyorsunuz; sokakta görseniz kendisinden pek bir şey ummayacağınız bir genç, yürek kabartan yiğitçe sözlerle şehâdete yürüyor:

“İşte!” diyorsunuz; “İşte bu rûhu hiçbir zaman elimizden alamayacaklar!”

Onlara bizim yollar açmamız lâzım… Fırsatlar tanımamız, beklenti içinde olmamız, ümit aşılamamız ve şevklendirmemiz lâzım…