SOHBETİN MUHABBETİ

YAZAR : Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr

Hazret-i Mus‘ab -radıyallâhu anh- ile yükselişe geçen Medine müslümanları; bir yandan kendilerini daha iyi yetiştirmek için gayret gösterirlerken, bir yandan da İslâm nûrunun bütün gönülleri aydınlatması için ciddî çalışmalar yapıyorlardı.

«Bir Okul» ve «Bir Ekol» olan Mus‘ab Hoca, güzel tebliğinin yanında eğitim ve öğretim faaliyetlerini de yürütüyordu. Bu güzel çalışmalara vesile olan Hazret-i Es‘ad bin Zürâre ve arkadaşlarının katkısıyla Yesrib; Medine olmaya hazırlanırken, her geçen gün yeni gelişmeler oluyordu. İlkler ilkleri, birinciler birincileri takip ederek, halkalar büyüdükçe büyüyordu.1

Medine’nin ilk müslümanları; ilk müslüman aileler, erkekler, hanımlar, çocuklar, yaşlılar, her yaş ve cinsiyetten insanlar. Bu güzel davete ailece gelenler, birbirlerini davet edenler…

Akıllı insan, aklını kullanan insandır malûm. İyi de aklı kullanmak ne demek? Akıllı insan, akıllı çocuk, akıllı genç, akıllı aile… Bir de uyanık olanlar vardı… Buna bir örnek olmak üzere, en öne çıkan sahnelerden birini hep beraber görelim…

Dâru’l-Es‘ad Okulu öğrencisi olan Ebû Saîd el-Hudrî -radıyallâhu anh-; sadece bu müessesede değil, hocası nerede ise hemen oraya koşuyor, orada da en önde bulunmaya çalışıyordu.

Hattâ bazen öyle oluyordu ki, Mus‘ab Hoca; aynı konuyu aynı örneklerle üç-dört gruba anlattığı zaman bile, Ebû Saîd yine her derse katılıyordu. Elinden geldiğince hiçbir dersi ve sohbeti kaçırmamaya çalışıyordu.

Hoca aynı, konu aynı, örnekler aynıydı, ama Ebû Saîd her dersi ilk ders gibi dinliyordu!

Mus‘ab Hoca; iyi bir hoca olmakla beraber, çok yönlü biriydi. Hangi mevzuyu, kimlere, nasıl anlatacağını çok iyi biliyordu. Okuduğu âyetler ya da anlattığı konuların, dinleyiciler üzerindeki tesirlerini de mümkün mertebe takip ediyordu. Her biri birbirinden güzel, çok sahnelerle karşılaşmıştı.

Yaşının küçüklüğüne rağmen, Ebû Saîd’in bu durumu da dikkatinden kaçmamıştı. Aynı konuyu, aynı yerde, farklı gruplara üç defa anlatan Mus‘ab Hoca; bu derslerin hepsine de katılan Ebû Saîd’e, son dersinin bitiminde çıkarken seslendi:

–Sen biraz yanıma gelir misin Ebû Saîd!

–Gelirim tabiî, buyur.

–Ey Ebû Saîd! Hiçbir dersi ve yine hiçbir sohbeti kaçırmıyorsun. Her yere yetişmeye çalışıyorsun. Bütün bunların yanında, her sohbet veya derste en öne oturmaya, sürekli en önde olmaya gayret ediyorsun. Ayrıca bana da çok samimî bir bakışla bakıyorsun. Hani «içine girercesine» derler ya, işte öyle bir bakışla bakıyorsun. Bir mahzuru yoksa bunların sebebini söyler misin?

–Sizi çok dikkatli dinlemek ve anlattıklarınızı doğru bir şekilde öğrenerek yaşamak istiyorum ben!

–Bu gayretini takdir ediyorum. Ama sorularımın cevabı değil bu. İstersen tek tek sorayım, sen de tek tek cevap ver bana; olur mu?

–Siz nasıl isterseniz öyle olsun!

–Kulağında bir problem var mı?

–Yok! İyi işitirim ben!

–Her derste en öne oturuyor ve zor işiten biri gibi çok dikkatli dinliyorsun ama!

–Arkada veya ortalarda bir yerde olsam, ders dinleyenlerden biri küçük bir hareket yapsa veya ses çıkarsa, öksürse dikkatim dağılır, konunun özü olacak bir kelimeyi kaçırırım diye öne oturuyorum! Dersin özü olan kelimeyi anlayamazsam, dersi de anlamamış olurum. Bir tek kelimeyi bile kaçırmamak için, sürekli en öne oturmaya çalışıyorum!

–Sübhânallah, mâşâallah! Bir kelimeyi olsun kaçırmak istemiyorsun ha! Ne kadar güzel! Tebrik ederim seni. Peki; aklında veya zihninde, bir meseleyi veya hâdiseyi anlayıp kavramada bir problem var mı?

–Yok! Genellikle bir dinlemeye anlarım ben!

–Aynı konu, aynı örnekler ve aynı hoca! Sen de her derse giriyorsun!

–Rahatsız mı ettim yoksa?

–Hayır, çok memnun oluyorum ben. Hiçbir hoca, böyle senin gibi çok dikkatli ders dinleyen öğrencisinden rahatsız olmaz. Ancak merak ettim de! Aynı şahıstan aynı şeyleri dinlemekten sıkılmadın mı sen?

–Olur mu öyle şey? Bir müslüman İslâm’ı dinlemekten sıkılır mı hiç! Her dersi büyük bir aşk ve muhabbetle dinliyorum ben! Her seferinde ilk defa dinliyormuş gibi üstelik! Ayrıca sizi çok seviyorum ben!

–Ben de seviyorum. Hem seni ve hem de hepinizi. Fakat asıl soruma cevap vermedin?

–Sizi çok sevdiğim için, hep sizinle beraber olmak istiyorum! Sizi sevdiğim için, sizinle beraber anlattıklarınızı da seviyorum! Severek dinliyor, anlıyor ve dinleyip anladıklarımı da severek yapıyorum.

–Bu da her hâlinden belli oluyor. Ama asıl soruma hâlâ asıl cevaba girmedin?

–Aslında söylemek istemiyordum. Madem bu kadar ısrar ettiniz söyleyeyim. Bütün ders ve sohbetlerde en öne oturmaya çalışıyorum. Çünkü sizi daha yakından görmek istiyorum.

–Neden? Görme veya işitme problemin mi var?

–Hayır; hem çok iyi görür ve hem de çok iyi işitirim. Öğrendiğim kadarıyla siz Rasûlullah -aleyhisselâm-’a çok benziyormuşsunuz! Size iyice yakın olup, sizin yüzünüzde O’nu hayal ediyorum ben!

–Anlamadım?

–Anladınız, hem de çok iyi anladınız! Ben sizi anladığım gibi, siz de beni çok iyi anladınız! Siz bu kadar güzel ve tatlı bir insansınız, kim bilir Rasûlullah ne kadar güzel ve ne kadar tatlı bir insandır!

–O Âlemlere Rahmet, O İki Cihan Güneşi, O Güzeller Güzeli’dir ey Ebû Saîd!

–İşte bu yüzden ben de sizin o güzel yüzünüzde; hem fizîken ve hem de ahlâken Rasûlullâh’ı hayal ederek, O’nu görür gibi oluyorum!

–Sübhânallah! Allah Teâlâ seni de beni de buna lâyık eylesin inşâallah! O’na benzediğim için, bana bu kadar yakın olmaya çalışıyorsun demek! Doğrusu şaşırttın beni? Dokuz-on yaşında varsın yoksun daha! Bu yaşında böylesine bir inceliği kavramışsın!.. Ne diyeyim, tebrik etmek lâzım seni. Allah mübârek etsin!

–Allah sizden râzı olsun. Asıl siz vesile oldunuz buna. Benim en büyük arzum; uzaktan bile olsa, bir defacık bile olsa, O’nu görmektir!

–Sende bu aşk ve muhabbet varken, O’nu görürsün Allâh’ın izniyle. Hem de öyle uzaktan ve bir kere değil, yakından ve sürekli görürsün!

–İnşâallah, inşâallah!

Evet, işte bu kadar ince düşünceli olan Ebû Saîd, Peygamberimiz’i çok sevdiği gibi, O’nun temsilcisini de çok sevmişti. Bundan dolayı sürekli onunla beraber olmaya çalışıyordu.2 İşte akıllı öğrenci! İşte uyanık öğrenci!

Böylesine akıllı ve uyanık sadece Ebû Saîd değildi tabiî. Akıllı ve uyanık öğrenciler çoktu. Her biri birer destan yazacaktı ileride…

Zorla getirilen, yoklamalarla ve notlarla tutulan çocuk ve gençler değillerdi onlar! Aşk ve muhabbetle gelen çocuk ve gençlerdi!

Mus‘ab Hoca ile Ebû Saîd’in bu anlamlı konuşmalarından anlaşılıyor ki, aynı konu aynı ya da ayrı günlerde değişik gruplara anlatılıyordu. Yani âdeta sınıf sistemi gibi bir eğitimin yapıldığını görüyoruz.

Aynı zamanda; büyüklere ayrı, hanımlara ayrı, çocuklara ayrı bir anlatım tarzını görmüyoruz burada. Bir aile bütünlüğü içinde sohbetlerin yapıldığı ve derslerin görüldüğü anlaşılıyor.

Aile bütünlüğü içinde sohbet ederken ve dersler yaparken, yerine göre şahıslarla da ders ve sohbet sonrası özel ilgilendiği anlaşılıyor.

Çocukların çocuk olduklarını dikkate almakla birlikte, yetişkin muamelesi yapıldığı da gözleniyor. Rasûlullah -aleyhisselâm- böyle yapardı çünkü. Ancak bunların çocuk olduklarını dikkate alır, ashâbına da buna göre davranmalarını söylerdi.

Çocuklarla iletişim kurar, onlarla selâmlaşır, yerine göre şakalar da yapardı. Ama dengeyi sürekli muhafaza ederdi. Samimî ortam ayrı bir şeydir, lâubâlî olmak ayrı bir şey!

Çocuklar sürekli çocuklaştırılmamalı! Çocuklara bir şeyler vereceğiz diye, sürekli aşağı inmemeliyiz. Çocukların yanında olmaya dikkat ederken, onları yukarı doğru çekmeye de dikkat edeceğiz.

Çocuklara başta olmak üzere, hangi bilgi ne zaman ve ne kadar lâzımsa; o bilgiyi, o zamanda ve o kadar vermeye dikkat edeceğiz. Zamansız bilgilerle insanların zihinlerini bulandırmayacağımız gibi, zamanlı bilgileri ihmal de etmeyeceğiz.

Eğitim ve öğretimde tanımak, tahlil etmek ve sevmek çok önemli unsurlardır. Sevgiyle eğitmek için, sevdirmek gerekir. Sevdirmek için de sevmek gerekir. Ebû Saîd bu seviyeye çıkmıştı işte…

«Mus‘ab Öğretmen»in şahsında Hazret-i Peygamber’i tanımış, sevmiş ve kopmaz bir şekilde bağlanmıştı O’na. Bütün hayatına yansıyan bu üstün erdemleri, daha çocuk yaşında iken bile net bir şekilde gözlemek mümkündü.

Özellikle öncelikli bilgileri öne almıştı. Allah ve Rasûlü ile başlayan öncelik, Kur’ân ve Sünnet ile önceliği zirveye çıkarıyordu.

Sohbet, sadece bilgi aktarma yöntemi değildir. Aynı zamanda içten gelen bir muhabbet paylaşımıdır. Sohbetin muhabbeti, okunan ya da anlatılan şeyleri pür dikkat dinlemenin yanında, onu sindirip hayatımıza geçirmektir.

Peygamber Efendimiz, sahâbîlerini sohbetle yetiştirmişti öyle ya!

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

________________

1 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 76-78.
2 Kastallânî, el-Mevâhibü’l-Ledünniye, c. 1, s. 77-79.