Rahmet Mevsimi; ÜÇ AYLAR
YAZAR : B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com
Zaman; yaratılış hikmetine uygun kemâlâtı kazanmaya vesile olacak paha biçilmez, bedeli hiçbir servetle karşılanamayacak kıymette bir nimettir.
Dünya hayatı; ebedî hayatın yanında bir hiç mesâbesinde olsa da, verimli kullanılabildiği takdirde, onu kazanmaya yetecek değeri hâizdir. Zamanın bazı dilimlerine uğursuzluk gibi menfîlikler izâfe edilmesi, sadece bâtıl inançlardan gelen hurâfelerdir. Ancak bazı zamanlar ve mekânlar vardır ki; kulluk keyfiyetini yükseltme gayretleri için hususî lütuflar taşır; bereketli yağmurlar misali, fevkalâde verimli kılar. Zamanın; Allah Teâlâ’nın, üzerine yemin ettiği mübârek mefhumlardan olması, onun önemine bir delildir. Nitekim ecdat yâdigârı camilerimizin girişinde, cemaate hatırlatmak bâbında; «Vakt»in «vav» harfinin yer alması da bu öneme binâendir.
Halkımızın «Üç Aylar» diye isimlendirdiği ve Ramazân-ı şerifle taçlanan zaman dilimi de Allah Teâlâ’nın rahmetinin bir tezâhürü olarak; kullarına ihsan buyurduğu, sınırsız müjdelerle dolu müstesnâ bir fırsattır. Bu mübârek ayların kudsiyetini beyan sadedinde şu mealde bir hadis rivâyet edilmiştir:
“Receb, Allah Teâlâ’nın; Şaban, benim ve Ramazan, ümmetimin ayıdır.” (Kenzu’l-Ummal, XII/310)
Yine bu aylarda;
«Fahr-i Kâinât Efendimiz’in «İlâhî Huzûr»a çıktığı, beş vakit namazın farz kılındığı» Mîrâc-ı Nebî;
«Her hikmetli işin ayırt edildiği (bir sene içinde doğacak ve ölecek olanların yazıldığı, canlıların rızıklarının tayin olunduğu, amellerin Allah Teâlâ’ya yükseltildiği…)» Berâat;
«Bin aydan daha hayırlı» Kadir; adları ile belirlenen zaman zirveleri vardır ki; ilâhî rahmetin feyezân ettiği, ibâdetlerin karşılıklarının diğer zamanlara göre katbekat fazlasıyla ihsan buyurulduğu bu gecelerin değerini hakkıyla belirtebilmek mümkün değildir. Nitekim, bir Cuma hutbesinde, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in;
“Âmîn!” diye mukabele buyurduğu Cebrâil -aleyhisselâm’ın duâlarından birisi de, bu mübârek zamanlara şöyle atıfta bulunmaktadır:
“Ramazân’a eriştiği hâlde bir insan; buna rağmen Ramazân’ın feyzinden, bereketinden istifade edememiş, Ramazan gelmiş geçmiş de hâlâ Allâh’ın mağfiret ettiği bir kul olamamışsa, Allâh’ın affını, mağfiretini kazanamamışsa; yazıklar olsun o kula!.. Burnu yerde sürtsün!” diye duâ etti. Ben de ona; «Âmîn!» dedim.” (Buhârî, el-Edebü’l-Müfred- 1419/1998)
Bu hadîs-i şerifte; bu mübârek zaman diliminin ferdî ve içtimâî mükellefiyetlerin yerine getirilerek, duâ ve tâatla ihyâ edilmesine, gönlün Allah Teâlâ’ya bağlanarak ilâhî rızânın kazanılmasına işaret buyurulmaktadır.
İmâm-ı Şâfiî Hazretleri;
“Kur’ân-ı Kerim’de, başka hiç bir sûre nâzil olmasaydı, şu pek kısa olan Asr Sûresi bile, insanların dünya ve âhiret saâdetlerini temine yeterdi. Bu sûre Kur’ân’ın bütün ilimlerini içine alır.” buyuruyor. İşte bu sûrede şöyle buyuruluyor:
“Asra yemin ederim ki; insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak îmân edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnâdır.” (el-Asr, 1-2-3)
Hesapsız lütuflara nâil olunan bu mübârek günler, bahis mevzuu sûrenin şümûlündeki «hüsranda olmayan müstesnâ kullar» zümresine mazhariyet için ne büyük fırsattır.
Dînin tariflerinden birisi de Allah Teâlâ ile olan hukuka riâyet etmek ve tabiata rahmet nazarıyla bakmaktır; Allah Teâlâ’ya tâzim ve itaatla, her şeyde O -celle celâlühû-’nun rızâsını gözetmeyi; «Yaratan’dan ötürü, yaratılanı sevme»yi, şefkat ve merhamet göstermeyi hayat tarzı hâline getirmektir. Böylesine istikamet üzere bir vetîre ile kazanılacak keyfiyet; «Allah Teâlâ’yı seven ve O -celle celâlühû-’nun da sevdiği» (el-Mâide, 54) sâlih bir kulluktur.
Nefsâniyet rüzgârına kapılan insan, hayırlı işleri «yarın»a tehir etmekle aldanır. Hâlbuki kelâm-ı kibarda;
“Dün geçti, yarınsa meçhul; bugünün hakkını veriniz.” denilir.
Mevlânâ Hazretleri de aklı, nefsin bu aldatmacasına karşı şöyle îkaz eder:
“Yarın yaparım, yarın yaparım deme! Bugün de dünün yarınıydı; ne yapabildin?” Yarınlar, hususiyeti îtibarıyla meçhuldür; ne getireceği bilinemez.
Bu cümleden olarak Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-;
“İnandığınız gibi yaşamıyorsanız; yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.” buyurur.
Anadolu’muzun gönül sultanlarından Yûnus Emre Hazretleri, güzel işlerin tehiri ile ilgili olarak;
Miskin Yûnus var yarına; koma bugünü yarına,
Yarın Hakk’ın dîvânına, varam Allah deyû deyû.
diyor. Gönül ehlinin buyurduğu gibi, saâdet ve selâmet; hayrı «yarın»a tehir etmekte değil, yarın yüz akı ile ilâhî huzûra çıkabilmekte.
“İlmin gayesi, yaratılışın gayesi ile aynı: Bir rahmet insanı olabilmek. Tedrîsin gayesi de: Bir rahmet insanı yetiştirmek. İlim, insanı «Rahmet İnsanı» hâline getirecek her hususiyet ve her hakikat…”*
İdrak etmekte olduğumuz mübârek aylar bir fırsattır; bu fırsatı değerlendirip kemâlât kesbedebilmek, bir rahmet insanı keyfiyetini kazanabilmek «a‘lâ» olur. Hele, bir de mübârek mekânlarda kavuşulacak bir hâsıla ise, «aliyyü’l-a‘lâ” olur. Rahmet insanı olabilmek; böylesine fazîletle donanmış insanlarla, bir rahmet cemiyeti inşâ edebilmek; ateşler ve kanlar içinde kıvranan günümüz dünyasının derdinin dermanıdır. Allah Teâlâ; ümmeti, mübârek «üç aylar»ın hayır ve bereketine kavuştursun; ilâhî adâletin tecellîsine ve insanlığın selâmetine vesile eylesin. Âmîn…
Bu makale www.yuzaki.com neşridir.
_______________________
* Osman Nûri TOPBAŞ, Yüzakı Dergisi, sa. 155.