Dünyadan Cennete Giden Tek Yol

YAZAR : İrfan ÖZTÜRK

SIRÂT-I MÜSTAKÎM

اِهدِنَا الصِّرَاطَ المُستَق۪يمَ

“Bizleri sırât-ı müstakîme hidâyet eyle.” (el-Fâtiha, 6)

Ey bütün âlemlerin ve tüm duygularımızın Rabbi olan Allâh’ım! Bizleri de emir buyurduğun ve râzı olduğun sırât-ı müstakîm yoluna eriştir ve o yolda sâbit kıl!

Sonsuzluk âleminin yolcusu olan insanın; ruhlar âleminden başlayan yolculuğu, cennet veya cehennemden biri ile noktalanacaktır.

Dünyayı aşan ve sonsuzluğa uzanan bir hayat için yaratılan insanın, diğer canlılardan çok farklı özellikleri vardır.

Asırlar önce dünyada yaşamaya başlayan bir avuç insan; koskocaman ve bomboş bir dünya ile tatmin olmayıp, yıldızlarla ilgilenmişler ve başka bir hayatın özlemini duymuşlardır.

Bugünün insanı gerçekten dünyayı aşmış fezâda dolaşmaya başlamıştır.

Eğer, yakında kıyâmet kopmaz ve insanlığın başına büyük bir felâket gelmezse; yarının insanı daha ileri teknoloji ile daha da ileri gidebilir.

Ancak, insanoğlunu bunlar tatmin edemez. Elde edilen yeni bilgiler ve enteresan keşifler, çocukların yeni ve değişik oyuncaklara olan alâka ve düşkünlüğü gibidir.

Gündeme gelen yeni bilgiler ve yeni keşifler, yepyeni bir oyuncak gibi insanlığın alâkasını çekebilir ve biraz oyalayabilir. Ama kesinlikle tatmin edemez. Ancak; Allâh’ın zikri ile tatmin olan kalplerin tabiî yer ve yörüngeleri, Allâh’ın yolu olan ve kişiyi cennete taşıyacak olan sırât-ı müstakîm yoludur.

Sırât-ı müstakîm denen Kur’ân yolunu; sapık ve sun‘î yollarla ve yabancı ideolojilerle değiştirmeye kalkışmak, insanın tabiî inancına ve tabiî hayatına terstir. Bu yoldaki baskı ve zorlamalar; rûhî bunalımlara, sapıklıklara, içtimâî dengesizliklere ve kargaşalara yol açar.

İslâm dışı yaşantıya ve inanca, insanların bedenî ve rûhî yapıları elverişli değildir. Allâh’ın haram kıldığı her şeyin, ruh ve bedende onarılamayacak kadar büyük zararları vardır.

Sevgili Peygamberimiz, elindeki asâ (değnek) ile dosdoğru bir yol çizdi. Mânâsını soran sahâbelerine;

“Bu dosdoğru yol, Allah yolu olan sırât-ı müstakîm yoludur. Etrafındaki eğri ve çıkmaz yollar ise, sapık yollardır. Sapık yolların başlarında birer şeytan vardır ve her şeytan insanları, kendi sapık yoluna çağırır.” (Dârimî, Mukaddime, 23) buyurdu.

İşte sırât-ı müstakîm yolu da, sırat köprüsü gibi kıldan ince ve kılıçtan keskindir. Ama dosdoğrudur; çok kolay, çok rahat ve tehlikesizdir, dünyadan cennete giden tek yoldur. Allâh’ın îmanlı, ihlâslı ve âşık kulları, bin bir zevkle bu yolu aşıp cennete ve «cemâlullâh»a kavuşurlar.

Bunu güzel bir temsille anlatalım:

Bir hükümdarın çok sevdiği biricik kızı varmış. Kız; evlenme çağına gelince, dünürlüğe gelenlerle saray dolup taşmaya başlamış.

Hükümdar bazı damat namzetlerini müsbet karşılamakla birlikte, kızını bir türlü evlenmeye râzı edememiş. Canı sıkılan hükümdar, kızına neden evlenmek istemediğini sorunca kız;

“–Babacığım, ben bir çobanın kızı olsaydım; bu kişiler, bana talip olmazdı. Onların gayesi ben değilim. Sana damat olmak isterler. Bu tür menfaate dayalı gönülsüz evlilikler renksiz ve tatsız karpuza benzer.” demiş.

Hükümdar kızına hak vermiş ve probleme bir çözüm bulmaları için gönül ehli âlimleri sarayına davet etmiş.

Âlimlerden biri;

“–Hükümdarım! «Kızımla evlenmek isteyenler filân günü saraya gelsinler. Kızım, kimi isterse onunla evlendireceğim!» diye fermân-ı umûmî neşredin. Sarayın bahçesine çok câzip, göz kamaştırıcı, çok renkli ve çok sesli birçok eğlenceler kurdurun. Kızınızı gerçekten seven kişi veya kişiler belli olur.” demiş.

Bu görüş, hükümdarın ve kızının çok hoşuna gitmiş ve hemen uygulamaya geçmişler.

İlân edilen gün, damat nam­zetleri dış kapıdan sarayın bahçesine alınmışlar. Herkes dört gözle ve şaşkınlıkla etrafı seyrediyormuş. Kimisi süslü ve parıltılı bir kapıya koşmuş, kimisi câzip bir mûsıkî icrasının yapıldığı tarafa koşmuş. Herkesin alâkası bir yerlere dağılmışken, fakir bir delikanlı; başı önünde, hiçbir şeye bakmadan doğruca sarayın kapısına ilerlemiş. Ne o parıltıları görmüş, ne o yaldızları ne bu müzikleri işitmiş. Düşünceli, kederli ve aslında ümitsiz bir hâlde kapının önünde beklemeye koyulmuş.

Birazdan saray balkonundan ilân yapılmış. Damatlığa kabul edilen o delikanlı olmuş. Böylece hükümdarın kızı da gerçekten kendisine âşık ve tâlip olan kişiyi dosdoğru tespit etmiş.

O âlime;

“–Bu çareyi bulmak nereden aklına geldi?” diye sormuşlar. O da Âl-i İmrân Sûresi’nin şu âyet-i kerîmelerini okumuş:

“Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Hâlbuki varılacak güzel yer, Allâh’ın katındadır.

(Rasûlüm!) De ki: Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi? Takvâ sahipleri için Rableri yanında, içinden ırmaklar akan, ebediyyen kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve (hepsinin üstünde) Allâh’ın hoşnutluğu vardır. Allah kullarını çok iyi görür.” (Âl-i İmrân, 14-15)

Allâh’ın gerçek âşık ve ihlâslı kulları; sırât-ı müstakîm yolunun etrafındaki şeytan tuzaklarına, çok renkli ve çok sesli görüntülere aldanmazlar. Barlar, pavyonlar, köşkler, saraylar, makamlar ve mevkiler bunları yollarından ayıramaz.

Hükümdarın kızına gerçekten âşık olan ve ona kavuşmaktan başka bir emeli olmayan fakir delikanlı gibi, bunlar da Allah’tan başka bir şeyle tatmin olamazlar. Allâh’ın yolu olan sırât-ı müstakîmden ayrılmayıp cennete ve «cemâlullâh»a kavuşurlar.
___________________

(Kaynak: Kur’ân’dan Bir Nûr, Fâtiha Sûresi, Ahmet TOMOR)