Medine’de Sohbet Ortamları

YAZAR : Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın, ciddî istek üzerine Medine’ye göndermiş olduğu Hazret-i Mus‘ab bin Umeyr -radıyallâhu anh-; çok ciddî çalışmalar içindeydi…

Yetişmiş kalifiye insan ihtiyacı hissedip, istedikleri hocalarına gereken ihtimâmı gösteren Medineliler; her geçen gün ciddiyetlerini ve hassâsiyetlerini, artan bir hassâsiyetle ortaya koyuyorlardı.

Vahiy ciddî işti! Vahiy ile yeni bir kalıba dökülen müslüman, ciddî bir insandı! Daha doğrusu; öylesine anlatılan ve dinlenen bir hikâye değil, Allâh’ın Kitâbı ile gelen Allâh’ın dîni İslâm’dı bu!

Mus‘ab bin Umeyr -radıyallâhu anh-, zamanı ve fırsatları çok iyi değerlendiren biriydi. Her yerde İslâm’ı anlatıyordu. Evlerde, dükkânlarda, çarşı ve pazarlarda, bağ ve bahçelerde…1

Bu ifade, bazı küçük farklılıklarla bütün kaynaklarımızda geçmektedir. Ancak yapılan çalışmaları daha doğru ve net tahlil ederek, bazı yöntemler geliştirmemiz için; hâdiseyi sathî olarak değil, enine boyuna incelememiz gerekmektedir.

Hazret-i Mus‘ab bin Umeyr’in yaptığı faaliyetleri anlatırken; Hazret-i Es‘ad bin Zürâre -radıyallâhu anh- başta olmak üzere, yönetici kadroyu göremezsek, boşuna yazıp çizmiş oluruz. Mus‘ab Hoca için uygun yerler ayarlanıp, oraya insanlar getirilmezse, Hazret-i Mus‘ab tek başına ne kadar başarılı olabilirdi acaba? Daha da açıkçası; Mus‘ab Hoca için ortam hazırlanıyor, o da hazır ortamlarda ve hazır insanlara mesajı veriyordu. Yani bazılarının zannettiği gibi, her şeyi Mus‘ab Hoca yapmıyordu, yapamazdı da zaten!

Bugün de arzu edilen başarıyı sağlayabilmek için, bu ince ayrıntıları çok iyi görüp çok da iyi okumamız lâzım. «Nasıl organize yapılır?» bunu Hazret-i Es‘ad bin Zürâre -radıyallâhu anh- ve ekibinden öğreniyoruz. Kur’ân mesajı nasıl verilir, bunu da Hazret-i Mus‘ab ve ekibinden öğreniyoruz.

Her şeyi bir kişi üzerinden götürürsek; o bir kişi gidince, her şeyimiz gitmiş olur! Bu hatayı çokça yapıyoruz maalesef.

Oysaki din, Allâh’ın dîni; kitap, Allâh’ın kitâbı; kul, Allâh’ın kulu! Öyleyse hiç zaman geçirmeden Allâh’ın dînini, Allâh’ın kitâbı ile, Allâh’ın kuluna anlatmalıyız! Ama araya kendimizi koymamalıyız. «Bence» ya da «sence» olmamalı! Sadece ve sadece; Allah ve Rasûlü ne diyorsa ona uymalıyız. Kur’ân ve Sünnet ne diyorsa, öyle yapmalıyız.

Bu durumları dikkate alarak, biz de kendi eksikliklerimizi, bizzat kendimiz kendimize rapor etmeliyiz! Bir diğer ifadeyle de; «hesaba çekilmeden önce, kendimizi hesaba çekmeliyiz!»2

Mus‘ab Hoca ve ekibi; her fırsatı çok iyi değerlendirdikleri gibi, fırsat kollayanların önlerine de, her türlü fırsatları koyuyorlardı. Ayrıca kapasiteli oldukları hâlde, kendilerini yetiştirememiş veya ispatlayamamış olanlar için, çok özel çalışmalar yapıyorlardı. Önlerine fırsatlar koymak veya kendilerini ispatlayacakları ve gelişme kaydedecekleri bir ortam oluşturmak…

Böylece bir yandan yeni insanlar İslâm ile tanışıp müslüman oluyorlar, müslüman olanlar da, ciddî bir eğitimden geçiyorlardı.

Medine Hocası Hazret-i Mus‘ab -radıyallâhu anh-, ekibiyle beraber plânlı bir şekilde çalışıyordu. Her geçen gün sohbet halkası da büyüyordu. Halkalarla beraber, çalışma alanları da sürekli artıyordu.

Sürekli vurguladığımız gibi Dâru’l-Es‘ad, bütün çalışmaların merkeziydi. Ancak her şey merkezî müesseseyle sınırlı kalmıyordu. Daha doğrusu sadece merkeze gelenlere değil, müessese dışında kalanlara da gidiliyordu. Duruma göre çarşı-pazar ortamı olduğu gibi, bağ-bahçe ortamları da oluyordu. Uygun olan evlerde de sürekli sohbetler yapılıyordu. Ama bütün plânlama merkezde yapıldığı gibi; yapılan bütün çalışmalar da, yine merkezde değerlendiriliyordu.

Bilindiği gibi, her yeni, merakla karşılandığı gibi, «aca­ba»lardan da kurtulamaz! Bu realite İslâm ve müslüman için de geçerliydi. Dolayısıyla muhataplar tarafından çok enteresan sorular da geliyordu.

Bir okul ve bir ekol olan Mus‘ab Hoca; her soru soranı dikkate alıp ciddiyetle dinlediği gibi, sualleri de dikkate alıyordu. Ancak çok hassas olan bu konuyu, çok özel bir şekilde yürütüyordu.

Öncelikle sorulan her soruya hemen cevap vermeye kalkışmıyordu. Soruyu dikkate aldığı gibi, soruyu soranın vaziyetini de dikkate alıyordu. Konudan konuya atlanması; zamansız ve yersiz sorular sorulması, sürekli karşılaştığı şeylerdi. Ancak o, soruyu soranın yönlendirmesine izin vermiyordu. Bir diğer ifadeyle; sorulara cevap verme adına, muhatabın tuzağına düşmüyor, böyle bir muhatabını da bozmuyordu.

Anlatılan konu neyse, soruları da o konu çerçevesinde alıyordu. Mevzu dışı soru ve cevaplarla konuyu dağıtmadığı gibi, dağıtılmasına da müsaade etmiyordu. Mevzu tam anlaşılmadan, başka konuya asla geçilmiyordu. Gerekirse aynı konuyu, birkaç defa anlattığı da oluyordu.

Mus‘ab Hoca; burada sadece o dönemin insanlarına değil, günümüz ve sonrasına da çok güzel ve kalıcı mesajlar veriyor.

En meşhur hocalarımıza varıncaya kadar her birimiz, neredeyse her soruya hemen balıklama atlıyoruz maalesef! Oysa hepimiz biliyoruz ki; anlatılan mesele anlaşılmadan başka konuya geçilirse, dikkatler dağılır. Anlatılan konu da arada kaynayıp gider. Bu arada soruyu soranın rencide olmaması için; «Zamanı gelecek, lütfen acele etmeyiniz!» diyerek, nezâketle muamele etmeliyiz.

Bilindiği gibi Peygamberimiz -aleyhisselâm-, istek üzerine Medine’ye Mus‘ab bin Umeyr’i göndermişti. Hazret-i Mus‘ab ile birlikte ya da ondan sonra Hazret-i İbn-i Ümm-i Mektûm’u da gönderdi. O da yetişmiş sahâbîlerden biriydi.

Ancak onun hakkında kaynaklara geçen pek fazla bir rivâyet olmadığı için, genellikle hep arka plânda kalmıştır. Burada böyle bir konuya girmemiz, çok önemli bir hususa işaret etmek içindir.

Bilindiği gibi; Hazret-i İbn-i Ümm-i Mektûm, âmâ bir sahâbî idi. İki gözü de görmüyordu yani. Ancak çok iyi yetişmiş ve bu işi bilen biri olarak, Medine’ye gönderilmişti.

Medine faaliyetleri içinde Hazret-i Mus‘ab bin Umeyr’in çalışmaları çok yönlüydü malûm. Mekke’de çok ciddî sıkıntılar çekmiş, Medine’de mukrî olarak çok ciddî faaliyetler yapmış, sonrasında da Uhud’da şehid olduğu için, onun Medine çalışmalarıyla ilgili rivâyetler de, genellikle kaynaklarımıza geçmiştir. Ancak bunu İbn-i Ümm-i Mektûm için söyleyemeyiz.

İbn-i Ümm-i Mektûm, Mus‘ab bin Umeyr’e yardımcı olarak gönderildi. Mus‘ab bin Umeyr bir yere gidince, İbn-i Ümm-i Mektûm boşluğu dolduruyordu!3

Elbette ki her zaman, her yerde ve her konuda en iyisini ve en doğrusunu sadece Allah bilir. Bizim en iyilerimiz bile, kaynaklara geçtiği kadarıyla bilebilirler ancak.

Medine sorumlusunun Hazret-i Mus‘ab, onun yardımcısının Hazret-i İbn-i Ümm-i Mektûm olması, elbette ki normal gözükmektedir. Bir diğer deyimle Hazret-i Mus‘ab işin başındaki tam yetkili kişi, İbn-i Ümm-i Mektûm da, onun yardımcısı olabilir.

Ancak boşluk doldurma deyimi çok sırıtıyor. Ya da bize öyle geliyor! Müslüman, boşluk bırakan bir insan değildir çünkü. Ayrıca kimse kimsenin boşluğunu dolduramaz. Herkes kendi yerini doldurur diye düşünüyoruz.

Hazret-i Mus‘ab -radıyallâhu anh-; başka yerlere gidince, yerinde boşluk bırakmıyordu ki. Mus‘ab Hoca kendi işini, diğer sahâbîler de kendi işlerini yapıyorlardı. İbn-i Ümm-i Mektûm da, bulunduğu yerde boşluk dolduran ara eleman gibi durmuyordu zaten.

Biz hiç kimse için «boşluk dolduruyor» demiyoruz. İslâm, boşluk bırakılmasını istemez çünkü. Ciddî plânlama yapıldığı için, kimin ne yapacağı gayet iyi biliniyordu.

O dönemde;

“Mus‘ab yok, onun yerine İbn-i Ümm-i Mektûm idare etsin!” gibi bir ifade kullanılmamış ki hiç! Öyleyse biz de mefhumlarımıza dikkat edeceğiz. Plânlı, programlı ciddî bir çalışma yapıldığı için; boşluk problemi yaşanmıyordu kanaatimizi, tekrâren ve ısrarla bir de burada vurguluyoruz.

İşte bu çalışmalar neticesinde çok kişi yetişmişti zaten. Her sahâbî işin bir ucundan tutmuştu. Ama bir de işin idârî ve yönetim boyutu vardı. Bunu yürütebilecek sahâbîler de yetişmişti. Bugünkü deyimle, ciddî mes’ûliyetlerinin yanında, bazı sahâbîlere özel sohbet grupları verilmişti. Onlar da kendi grup sohbetlerini aksatmadan yürütüyorlardı.

İlk vahiyden bu yana, bütün çalışmalar vahiy eksenli yapılıyordu. Her türlü yapılanma Kur’ân eksenli oluyor ve böylece yeni bir Kur’ân nesli yetişiyordu.

Kur’ân nesli, inanıp öğrenerek amel ettiği Kur’ân ile yaşıyordu. Diğer yandan da insanlar Kur’ân-ı Kerîm’e davet ediliyorlardı.

Bu tespitten hareketle; Kur’ân ile teçhiz olmayan / donanmayan, Kur’ân daveti yapamayacaktır. Hazreti Mus‘ab; Kur’ân donanımlı olduğu gibi, Hazret-i İbn-i Ümm-i Mektûm da Kur’ân donanımlıydı. Hem birbirlerine yardım ve destek oluyorlar, hem de her biri kendi alanında ciddî çalışmalar yapıyorlardı.

Ayrıca halkaya her geçen gün yenileri katılıyordu. İslâm ile şereflenip Kur’ân ile yeni hayata atılanlar, ne kadar büyük bir mes’ûliyet aldıklarının farkında oluyorlardı. Bundan dolayı; hazır mekânlarda, hazır sohbetlere katılıp, sürekli hazırcı olmuyorlardı.

Kimisi evini, kimisi bahçesini, kimisi dükkânını, kimisi de daha değişik ve uygun yerleri sohbet için teklif ediyordu. Hem o kadar ki; Medine’de mekân problemi yaşanmadığı hâlde, sürekli yeni mekânlar bile oluşuyordu. Sohbet edecek, ders yapacak ortam için böyle yerler teklif ediliyordu. Ayrıca sürekli yeni gruplar da oluşuyordu. Bu böyle yayılıp gidiyordu. Sohbet halkaları, her geçen gün artarak gelişiyordu yani.

Peygamber Efendimiz, sa­hâbîlerini sohbetle yetiştirmişti çünkü…

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

_________________

1 Ebû’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 151-152.

2 Kenzü’l-Ummâl, Hadis No: 14114.

3 İbn-i Seyyidü’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser fî Fünûni’l-Megazî ve’s-Siyer, c. 1, s. 158.