KÂİNAT KİTABINI OKU!

YAZAR : M. Ali EŞMELİ

Kütüphâneler kitaplarla dolu.

İnsan hangisini okuyacağını şaşırıyor. Kimileri okuyor, okuyor da yine cehâletin dibinde boğuluyor. Niye?

Çünkü;

Okumak, akla ve gönle ancak ilâhî hikmet ve hakikatleri en doğru şekilde dokumaktır. Aksi hâlde her okuyuş, bir başka aldanışa ve bir başka cehâlete yuvarlanmaktır.

Bunun için;

1. Kur’ân-ı Azîmüşşân,

2. Kâinat kitabı,

3. Omuzlarımızdaki kitap, elimizden hiç düşmemeli.

Bunları okuyamayanlar, bu âlemde daima ebedî bir iflâsa sürüklenirler. Onlar, adâlet lâkırdısı içinde zulme dalarlar. Merhamet duygularını kalkan ederek canavarlaşırlar.

Ancak;

Bunları okuyabilenlerdir ki, ebedî bir saâdetin yolcusu olurlar. Çünkü onlar, gerçek bir okuyuşa mazhar olurlar. Çünkü dünyayı da âhireti doğru okurlar.

İşte;

İnsanların içebileceği asıl ölümsüzlük iksiri, bu şekilde bir okuyuştur. Bizler, işte bu iksirle tarihten bu yana ölümsüz bir medeniyete imza attık. Bu iksirle, sonsuz ilâhî rızaya râm olduk. Bu iksirle cihan sahnesinde ölümsüz mücadeleler ve zaferler gerçekleştirdik. Bu iksirle, feth-i mübinlere nâil olduk. Bu iksirle; «Şehidler ölmez!» dedik.

Bu ruh ile;

Yedi düvel karşımıza çıkmasına rağmen gönüllerimizdeki îman kalelerimiz yıkılmadı ve şanlı tarihimize altın harflerle «Çanakkale geçilmez!» yazdırdık. Kurtuluş Savaşı’nı destanlarla kazandık. Aynı destanlar şimdi Afrin’de yazılıyor. Rabbim zaferler ihsan eylesin. Şehidlerimize rahmet, gazilerimize şifâ, vatanımıza beka olsun.

Beka…

Bu fânî âlemde bir tek beka var, o da ruhların, îmanların ve doğruluğun ebedîliği.

Bu bakımdan nesilden nesle kıyâmete kadar devam edecek olan gerçek bekamız;

Her şeyden önce Kur’ân-ı Azîmüşşân’ı hakkıyla tilâvet ederek yaşamaya bağlı. Sonra o tilâvetin kazandırdığı bir liyâkat ile bu kâinat kitabındaki hikmet ve hakikatleri doğru okuyabilmeye bağlı. Bir de, elbette omuzlarımızdaki kitaba yazdırdıklarımızı da ölmeden evvel inceden inceye gözden geçirebilmeye bağlı.

O zaman bayrakları hiç düşürmeyen bilekler ve yürekler daima var olur. O zaman vatan daima pâyidâr olur.

Bu bakımdan unutmamalı ki:

Dünü-bugünü ve yarınları itibarıyla bütün dünyayı, insanlığı, kâinâtı, âhireti ve ebedî selâmeti, en doğru okuyuşun yegâne şartı:

Aşk ile kelime-i şahâdettir. Yani Allah ve Peygamber aşkı içinde bir îman. Çünkü ebediyete en güzel ve en doğru hazırlığın hakikatidir bu îman. Kezâ;

Dînimize, neslimize, vatanımıza ve bayrağımıza gerçek mânâda sahip çıkmanın asıl rûhu da bu îman:

Aşk ile kelime-i şahâdet.

Aşağıdaki satırlar ve mısralar, içinde belirtilen sebeplerin yanında ayrıca bu sebeple de kaleme alındı:

Yeni Bir Mevlid

KELİME-İ ŞAHÂDET AŞKI

Gerçek îman, ancak aşk ile îmandır!

Asırlar önce;

Gafil ve ruhsuz bir vaiz Ulu Cami’de Hazret-i Peygamber hakkında O’nu değersiz gösteren ifadeler kullandı.

Bunun üzerine,

Îman gayreti bin bir sancı ile şahlanan Süleyman Çelebi, o ruhsuzluğa ve îmanda aşk zâfiyetine karşı bir cevap mâhiyetinde coşkun bir muhabbetle mevlid-i şerîfi yazdı. Adına da;

«Vesîletü’n-Necât / Kurtuluş Vesilesi» dedi.

Böylece;

Allah ve Peygamber hakkında seviyesiz lâkırdıları, aşkı bozan yaklaşımları, bağlılıkları koparan kirli ve zehirli yorumları sildi süpürdü.

Böylece;

Îmanlar ferahladı. Gönüller aşk-ı ilâhî ile coştu. Aşk-ı Peygamber ile yeşerdi, kuvvetlendi. Bu milletin hak olan îtikādı sarsılmaz hâle geldi.

İşte bu itibarla;

Medeniyetimizde aşk ile kaleme alınan ve asırlarca okunan mevlid-i şerifler, Hazret-i Allâh’a ve Hazret-i Peygamber’e îman ve sevdâmızın en güzel terennümüdür.

Özü itibarıyla da;

Kelime-i şahâdetin şiir diliyle Türkçe tefsir ve açıklamasından ibarettir. İçine aşk katılmış bir açıklamadır bu. Yani;

Mevlid-i şerif vasfında yazılan eserlerde anlatılan hakikat, daima kelime-i şahâdet çerçevesinde ruhları coşturan, gönülleri aşk ile yoğurarak îmanları sarsılmaz hâle getiren bir hikmet mâhiyetindedir.

Yakın tarihimiz şâhittir;

İslâm’ın yok edilmeye çalışıldığı kâbus dolu yıllarda mü’min insanlarımızın îman ve îtikatlarını muhafazada yegâne vesile, en başta bu eserler olmuştur. Allah ve Peygamber demenin bile yasak olduğu o karanlık zamanlarda, mevlid-i şerifler, gönüllerde Allah ve Peygamber sedâsını en canlı şekilde aşk ile devam ettirmiş ve böylece îmanları koruyan bir kalkan vazifesi görmüştür.

Lâkin;

Böyle îman koruyucu bir kalkana toslayıp da başarısız olan din işgalcileri, derhâl o kalkanı bertaraf etmeye soyundular. Bu yolda özellikle din ve îmânı yaşatan her aşkı gönüllerden söküp almak isteyen oryantalist zihniyetler, telâş içinde nice zehirli fikirler attılar ortaya:

–Mevlid, bid‘attir, dediler.

Hattâ, şirk diyenler oldu.

Ne tuhaf;

Kelime-i şahâdetin gönüllerde aşk ile köklendirilmesine şirk yaftasını vurmaya kalkıştılar.

Maalesef;

Basîretsiz kafalar buna aldandı. Hikmetsiz fikirler, bundan zehirlendi. Hakikatsiz fetvâcılar da, mikropçu tenkit rüzgârlarına kapılıp boşboğazlıklar etti.

Sonunda;

Medeniyetimizin îmanları aşk ile dokuyan ve koruyan mükemmel bir gerçeği, gözlerden de dillerden de bir hayli düşürüldü. Gündemlerden de düşürüldü. Bir de dilde yapılan tahribatlarla da zaten gitgide anlaşılmaz hâle getirildi. Bu yüzden, güçlü terennümler eski ihtişamını kaybetti. Bu yüzden, aşkın coşkun ırmakları çağlamaz oldu. Bu yüzden, ilâhî yankılar bekleyen gönül meydanları boş kaldı.

Bu boşlukta;

Fırsat bu fırsat deyip, yine Hazret-i Peygamber’e dil uzatanlar, yine sünnet-i seniyyeyi silmeye çalışanlar, yine îmâna dair yüce sevdâyı öldürmek isteyenler türedi.

Tıpkı asırlar öncesinde olduğu gibi.

İşte bundan dolayıdır ki, yeniden manzum olarak bir Siyer-i Nebî ve yeniden manzum olarak bir mevlid-i şerif yazma ihtiyacı hâsıl oldu. Hem öncesini yâd edici, hem sonrasını ihyâ edici vasıfta yeni bir mevlid-i şerif, âdeta zaruret oldu. Bütün hakikat, kelime-i şahâdet aşkı.

Bu gaye etrafında;

Âcizâne altı bölümden müteşekkil bir küçük eser meydana geldi. İlk bölüm, akrostiş tarzıyla; «istiâzeyle, besmeleyle, hamdeleyle, salveleyle» diye başladı. Sonra «Nûr-i Muhammedî» anlatıldı. Ardından «Velâdet-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-» dile getirildi. Hemen peşinden «Bin Bir Merhabâ» arz edildi. Sonra «Allâh’a Mîrac» bahsi yer aldı. En sonda da; «Allah’tan Af Talebi» ile duâ edildi.

Rabbim makbul eylesin!

Âmîn…