Allah’tan Kullarına Sorular! -2- GÖRMEZ MİSİNİZ?

YAZAR : Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

TARİHİ TEFEKKÜR

Cenâb-ı Hak, tefekkür ettirici sualler sorar.

Bakılacak, tefekkür edilecek, ibret alınacak bir başka mecrâ ise tarihtir. Arkeoloji ve tarih, insanlığın geçmişte kurduğu medeniyetleri, inşâ ettikleri şehirleri ve âkıbetlerini anlatır.

Cenâb-ı Hak sorar:

“(Sen’i yalanlayanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalpler kör olur.” (el-Hacc, 46)

Fakat bomboş bakılsın istemiyor Rabbimiz tekrar tekrar soruyor:

“Yok mu ibret alan?!.” (el-Kamer, 15, 17, 22, 32, 40, 51)

“Sizden önce nice (milletler hakkında) ilâhî kanunlar gelip geçmiştir. Onun için, yeryüzünde gezin dolaşın da (Allâh’ın âyetlerini) yalan sayanların âkıbeti ne olmuş, görün!” (Âl-i İmrân, 137)

Bu kalıp defalarca sorulur:

“Bir bakın; ……………..in sonu nasıl olmuştur?”

• Mutlak olarak önce gelip geçenler… (Yûsuf, 109; er-Rûm, 9, 42; Fâtır, 44; el-Mü’min, 21, 82; Muhammed, 10)

• Yalanlayanlar, inkârcılar… (el-En‘âm, 11; en-Nahl, 36; ez-Zuhruf, 25)

• Mücrimler, günahkâr kâfirler… (el-A‘râf, 84; en-Neml, 69)

• Müfsidler, bozguncular, fesat çıkaranlar… (el-A‘râf, 86, 103; en-Neml, 14)

• Zalimler, haksızlık edenler… (Yûnus, 39; el-Kasas, 40)

• Uyarıldığı hâlde yola gelmeyenler… (Yûnus, 73; es-Sâffât, 73)

İnsanı tefekküre davet eden sualler sadece, yaratılış ve tevhid üzerine değildir. Allah, peygamberlik müessesesini de tefekkür ettirici sualler sorar:

“İçlerinden bir adama;

«İnsanları uyar ve îmân edenlere, Rableri katında onlar için yüksek bir doğruluk makamı olduğunu müjdele!» diye vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu ki, o kâfirler; «Bu elbette apaçık bir sihirbazdır.» dediler?” (Yûnus, 2)

Niçin şaşılacak bir şey olsun?

Kaldı ki insanlar Allah Teâlâ peygamber göndermese dahî içlerinden birilerini kendilerine; ilmî, siyasî veya fikrî önder ediniyorlar. Krallara, hükümdarlara, feylesoflara tâbî oluyorlar. Onların peşinden gidiyorlar. Öyleyse insanda mevcut bu hususiyetin, Allah katından te’yit edilen peygamberlerle ve onların sünneti ve üsvesi ile en iyi şekilde tahakkuk etmesi daha mükemmel olmaz mı?

Cenâb-ı Hakk’ın kitap göndermesi de aynıdır. Nûh ve Hûd -aleyhimesselâm- kavimlerine sorarlar:

“(Allâh’ın azabından) sakınıp da rahmete nâil olmanız ümidiyle, içinizden sizi uyaracak bir adam vasıtasıyla size bir zikir (kitap) gelmesine hayret mi ediyorsunuz? …” (el-A‘râf, 63, 69)

Peygamberlere karşı çıkanlar, meseleyi şahsîleştirmek hatasına çok düşmüşlerdir. Bu şahsîleştirmenin içinde; haset, kin gibi duyguların imtihanı vardır. Günümüzde de dîne mesafeli hattâ muârız insanların, sıklıkla buna «din adamlarını» bahane ettiklerine şahit oluyoruz. Hâlbuki Allah Teâlâ katında herkes mes’uldür. Allah âhirette herkese tek tek soracaktır. Şu âyet-i kerîmede âhiret meselesinin peygamber ve beraberindekilerin âkıbetinden ayrı düşünülmesine bir davet vardır:

“De ki: Allah beni ve beraberimdekileri (sizin istediğiniz üzere) yok etse veya (öyle olmayıp da) bizi esirgese, (söyleyin bakalım) inkârcıları yakıcı azaptan kurtaracak kimdir?” (el-Mülk, 28)

Yani falanca beğenmediğin hoca helâk olsa da olmasa da, bunun sana faydası veya zararı yok. Meşhur sözün ifade ettiği üzere, sen parmağa değil, işaret ettiği yöne bak!..

Cevabı verilemeyecek sualler, ilzâm eder, susturur. Gerçekleştirilemeyecek emirler, âciz bırakır.

İLZAM SUALLERİ

Gözle görülmeyen Rabbimiz, Zâtını evvelâ «Rab» ve «Yaratıcı» sıfatlarıyla tanıttı bize. Çünkü Mâbud / İlâh en iyi bu vasıflarla bilinir. Öyleyse müşrikler, Allah’tan başka bir ilâh iddia ediyorlarsa, onun yaratıcılığını ortaya koymak zorundadırlar:

Allah sorar:

“De ki:

«Allâh’a koştuğunuz ortaklarınızdan; başlangıçta yaratmayı yapacak, sonra onu tekrarlayacak kimse var mı?»

De ki:

«Allah; başlangıçta yaratmayı yapar, sonra onu tekrar eder.

O hâlde, nasıl oluyor da (haktan) çevriliyorsunuz?»” (Yûnus, 34)

Yaratma vasfının ispatı neticedir. Allah neticeyi sorar:

“İşte bu gördükleriniz (her şey bütün kâinat), Allâh’ın yarattıklarıdır. Haydi; gösterin bana, Allah’tan başkası ne yaratmış? Hayır, o zalimler (müşrikler) apaçık bir sapıklık içindeler.” (Lokmân, 11)

“De ki: Allâh’ı bırakıp da taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü?

Gösterin bana!

➢ Onlar yerdeki hangi şeyi yarattılar!

➢ Yoksa onların göklerde mi bir ortaklıkları var!

➢ Yahut Biz onlara, (bu hususta) bir kitap mı verdik de onlar, o kitaptaki bir delile dayanıyorlar?

Hayır! O zâlimler birbirlerine, aldatmadan başka bir şey va‘detmiyorlar.” (Fâtır, 40)

“De ki: Söylesenize!

➢ Allâh’ı bırakıp taptığınız şeyler yeryüzünde ne yaratmışlar? Göstersenize Bana!

➢ Yoksa onların göklere ortaklıkları mı vardır?

➢ Eğer doğru söyleyenlerden iseniz, bundan evvel (size indirilmiş) bir kitap yahut bir bilgi kalıntısı varsa onu Bana getirin.” (el-Ahkāf, 4)

Cenâb-ı Hak, aklı kullanmaya davet ediyor. İşte bilhassa bu mevzularda:

Bir ilâh varsa, onun yaratıcı olması gerekir. Onun da yarattıklarının görülmesi, gösterilebilmesi gerekir. Kâinattaki bütün varlıklar bir nizam içinde olduklarından hepsinin tek bir yaratıcının, yani Allah Teâlâ’nın mahlûku olduğu gayet açıktır. O hâlde nerede putlarınızın ilâhlığına delil?

Bir dînin, bir akîdenin burhana, delile dayanması îcap eder. Meselâ biz peygamberlerin peygamberliğini Kur’ân’da geçen ifadelerle anlıyoruz. Kâbe’nin kıble oluşunu da yine Kur’ân ve Hazret-i Peygamber’in beyanıyla kabul ediyoruz. Buna karşılık meselâ mevcut Hıristiyanlık, akîde ve tatbikatlarının çoğunu muharref kitabından dahî temellendiremiyor.

Kur’ân bize tevâtüren, yani yalan karışmasına ihtimal bulunmayan bir katiyetle / kesinlikle ulaşıyor. Hadîs-i şeriflerin bir kısmı da böyle… Diğerlerinin de sahih, hasen derecesinde olanlarında o bilginin Efendimiz’den geldiğine zann-ı gâlibimiz / kuvvetli zannımız meydana geliyor.

Her hüküm bir delil ve esasa bağlı olmalıdır. Dînimiz bu derecede gerçeklere, vesikalara istinat etmektedir. Sünnet’e ve mezheblere leke sürme gayretlerinin bir sebebi de bu sıhhate İslâm düşmanlarının duyduğu kıskançlıktır.

Hurâfeler, bâtıl inançlar ve bid‘atler ise herhangi bir delile sahip değiller. Cenâb-ı Hak soruyor:

Var mı? Eğer varsa getirin!.. Getiremiyorsanız, muharref veya bâtıl olduğunu kabul edin!..

(Devam edecek.)