VER BAKALIM!

YAZAR : Sami GÖKSÜN

Cenâb-ı Hak verdiği bütün nimetlerinden insana soracaktır. Bizler; verilen bu nimetlerin sorulduğu zaman, hesabını nasıl vereceğimizi iyi düşünmeliyiz ve ona göre hazırlığımızı yapmalıyız. Özellikle de bu nimetlerin hesabında en çok zorlanacaklarımız; vaktimizin değerlendirilmesi ve alıp verdiğimiz her nefesimizin fayda veya zarar noktasıdır. Yüce Rabbimiz bizlere bunun hesabını iyi yapmamız gerektiğini hatırlatarak Tekâsür Sûresi’nin 8. âyet-i kerîmesinde şöyle buyuruyor:

“Nihayet o gün (dünyada yararlandığınız) nimetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz.”

Nimetler bizim için aynı zamanda birer imtihan vesilesidir. Dünyaya geldiğimizde hiçbir şeyimiz yoktu. Yüce Rabbimiz; sağlık ve sıhhat, afiyet, maddî imkânlar, mülkler, eşler, nesiller, soğuk sular, meyveler, sebzeler ve sair sayamayacağımız kadar nimetlerle bizleri donattı. Mü’min basîretli olup, bu nimetlerin kadrini ve kıymetini iyi bilmelidir. Eğer bu nimetlerin kadr u kıymeti bilinmez ise veren almayı da çok iyi bilir.

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-, Peygamber Efendimiz’in şöyle buyurduğunu anlatmaktadır:

“İsrâiloğulları arasında biri ala tenli (abraş), biri kel, biri de kör üç kişi vardı.

Allah Teâlâ onları sınamak istedi ve kendilerine bir melek gönderdi.

Melek, ala tenliye geldi;

«–En çok istediğin şey nedir?» dedi.

Ala tenli;

«–Güzel (bir) renk, güzel (bir) ten ve insanların iğrendiği şu hâlin benden giderilmesi…» dedi.

Melek onu sıvazladı ve ala tenlilik gitti, rengi güzelleşti.

Melek bu defa;

«–En çok sahip olmak istediğin mal nedir?» dedi.

Adam;

«–Deve (yahut da sığır)…» dedi.

Ona on aylık gebe bir deve verildi.

Melek;

«–Allah sana bu deveyi bereketli kılsın!» diye duâ etti.

Sonra kele gelerek;

«–En çok istediğin şey nedir?» dedi.

Kel;

«–Güzel (bir) saç ve insanları benden uzaklaştıran şu kelliğin giderilmesi…» dedi.

Melek onu sıvazladı, kelliği kayboldu. Kendisine gür ve güzel (bir) saç verildi. Melek sordu:

«–En çok sahip olmak istediğin mal nedir?»

Adam;

«–Sığır…» dedi. Ona da gebe bir inek verildi.

Melek;

«–Allah sana bunu bereketli kılsın!» diye duâ etti.

Sonra körün yanına geldi ve;

«–En çok istediğin şey nedir?» dedi.

Kör;

«–Allâh’ın gözlerimi bana iade etmesini ve görmeyi çok istiyorum.» dedi.

Melek (onun gözlerini) sıvazladı. Allah onun gözlerini iade etti.

Bu defa melek;

«–En çok sahip olmak istediğin şey nedir?» dedi. O da;

«–Koyun…» dedi. Bunun üzerine ona bir gebe koyun verildi.

Deve ve sığır yavruladı, koyun kuzuladı. Neticede birinin vadi dolusu develeri, diğerinin vadi dolusu sığırları, ötekinin de vadi dolusu koyun sürüleri oldu.

Daha sonra melek ala tenliye, eski kılığında geldi ve;

«–Fakirim, yoluma devam edecek imkânım yok. Gitmek istediğim yere önce Allah, sonra senin yardımın sayesinde ulaşabilirim. Rengini ve cildini güzelleştiren Allah aşkına senden yolculuğumu tamamlayabileceğim bir deve istiyorum.» dedi.

Adam;

«–Mal verilecek yer çoook!..» dedi.

Melek;

«–Ben seni tanıyor gibiyim. Sen insanların kendisinden iğrendikleri, fakirken Allâh’ın zengin ettiği abraş değil misin?» dedi.

Adam;

«–Bana bu mal atalarımdan miras kaldı.» dedi.

Melek;

«–Eğer yalan söylüyorsan, Allah seni eski hâline çevirsin.» dedi.

Sonra melek, eski kılığına girip kelin yanına geldi. Ona da abraşa söylediklerini söyledi. Kel de abraş gibi cevap verdi. Melek ona da;

«–Yalan söylüyorsan, Allah seni eski hâline çevirsin!» dedi.

Körün kılığına girip bu defa da onun yanına gitti ve;

«–Fakir ve yolcuyum. Yoluma devam edecek imkânım kalmadı. Bugün önce Allâh’ın, sonra senin sayende yoluma devam edebileceğim. Sana gözlerini geri veren Allah aşkına senden bir koyun istiyorum ki, onunla yoluma devam edebileyim.» dedi. Bunun üzerine (eski) kör;

«–Ben gerçekten kördüm. Allah gözlerimi iade etti. İstediğini al, istediğini bırak. Allâh’a yemin ederim ki, bugün alacağın hiçbir şeyde sana zorluk çıkarmayacağım.» dedi.

Melek;

«–Malın senin olsun. Bu sizin için bir imtihandı. Allah senden râzı oldu, arkadaşlarına gazap etti!» cevabını verdi (ve oradan ayrıldı).” (Buhârî, Enbiyâ, 51; Müslim, Zühd, 10)

Bu hâdise bize kadir ve kıymeti bilinmeyen nimetlerin insanın elinden kısa sürede nasıl alınacağını göstermektedir. Onun için bizler verilen bütün nimetlerin kadrini ve kıymetini iyi bilmeliyiz. Hele hele zamanımızı faydalı şeylerle değerlendirip, alıp verdiğimiz her nefesimizin bizden sorulduğunda hesabını kolayca verebileceğimiz hâle dönüştürmek zorundayız.

Bu kıssada anlatılanlar aslında bizim hikâyemizdir.

Biz bu dünyaya varlıkla mı geldik? İlimle mi geldik? Güçlü, kuvvetli mi geldik?

Hayır hepsini Rabbimiz lutfetti.

Bizler de düşünelim:

Cenâb-ı Hak bize ne nimetler verdi.

Biz o nimetlerden infakta bulunuyor muyuz?

Bize sağlık ve âfiyet nimeti lutfetti, O’nun yolunda bedenimizle, sağlığımızla ve vaktimizle hizmet ediyor muyuz?

Servet verdi, bize de nice insanları, nice hizmetleri zimmetledi. O bize zimmetli olan hizmetlerden, fakirlerden, fukarâlardan haberimiz var mı?

Yoksa, gözlerimizi mi kaçırıyoruz? Uzak mı duruyoruz? Zaten şuraya buraya veriyorum diye kendimizi mi avutuyoruz?

Rabbimiz verirken hep alıyoruz da; «Ver!» dediğinde ne yapıyoruz?

O’nun «Ver!» deyişi, bizim kapımıza muhtaçları göndermesidir. Kendileri gelmese de gözlerinden, sîmâlarından tanıyacağımız mahrumlarla karşılaşmamızdır. Yanından geçtiğimiz bir cami inşaatıdır. Tamamlanmaya çalışılan bir Kur’ân kursudur. İâşesi karşılanmaya çalışılan bir hayır-hasenat müessesesidir.

Allah «Ver!» dediğinde vermeyenlere, Cenâb-ı Hak bir gün de; “Hesap ver!” diyecektir. O gün geldiğinde, vermeyip sakınılan mallar da elden tamamen çıkmış ve bir «hiç» olmuş olacaktır. Bir hiç uğruna, insan kendini hüsrana sevk etmemelidir.

Rabbim şükreden kullarından eylesin. Nankörlükten muhafaza buyursun. Bize ihsan ettiği maddî-mânevî her türlü nimetin hesabını da verebilmeyi lutfetsin. Âmîn…