VARLIĞINI TEFEKKÜR ET!..

YAZAR : İrfan ÖZTÜRK

Hepimiz birer sonsuzluk yolcusuyuz.

Varlığımızı bedenden ibaret zannetmemeliyiz.

Amma vücudumuzu da tefekkür edelim:

Bedenî yapımız; bebeklik, çocukluk ve gençlik devrelerini hızla aşıp bugünkü duruma gelmiştir. Ancak!.. Zaman denen muazzam gücün kesin tesiri altında olan bedenî yapımız, sürekli değişime uğramakta ve bulunduğu seviyeyi koruyamamaktadır.

Bu sebeple yarınlarımızı düşünmek zorundayız. Lütfen, başımızı kaldırıp gözümüzü açalım ve uzanıp geleceğimize bakalım.

Teneşir üstünde yıkanan nâzik bedenimizin bembeyaz bir kefene sarıldığını ve tabuta bindirilip omuzlar üzerinde mezara doğru götürülmekte olduğunu görürüz.

Birazcık daha ileri bakacak olursak, Sûr’un üfürülüşünü ve çatlayan kabrimizden çıkarılıp sorgulanmak üzere mahşer yerine götürülüşümüzü de görürüz.

Sakın ha! Bunları hayal diye düşünüp kendimizi aldatmayalım ve Azrâil’e gafil bir durumda yakalanmayalım.

Çok hızlı seyreden zaman aracındayız ve dün ile yarın arasında yolculuk yapmaktayız. Her saat, dünden kilometrelerce uzaklaşmakta ve yarınlara yaklaşmaktayız. İş, güç, hastalık ve yaşlılık derken, salâmız okunur ve cenaze namazımız kılınıverir.

Âdetullah budur. Bütün insanlığın kader denilen anayasasında bu maddeler yazılıdır. Ayrıca, bu maddeler için; «değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez» ibaresi de vardır.

Bunları düşünüp korkmana ve ürperti duymana gerek yok. Sen bir yolcu olduğuna göre, yolcu yolunda gerektir. Ruhlar âleminden ana rahmine ve oradan da dünya gezegenine geldiğin gibi, berzah âlemine gidişin de normal ve tabiîdir ve kader anayasasının değiştirilemez maddelerinin gereği budur.

Bedenin uyku âleminde dinlendiği gibi, rûhun da berzah âleminde dinlenecek ve sonra yargılanmak üzere mahşer yerine götürüleceksin.

Sevgili Peygamberimiz;

“Uyku ölümün kardeşidir.” (Beyhakî, Şuabü’l-İmân, 4/183) buyurdu. İnsanlar bu dünyada İslâmî yaşantılarıyla mütenâsip güzel ve mânevî rüyalar gördükleri gibi, berzah âleminde de cennet bahçelerinin rûhî zevkini yaşayacaklar ve İslâm’dan kopanlar da cehennem çukurlarının azabını çekeceklerdir.

Hazret-i İsrâfil ikinci kez Sûr’a üfürünce; yeni bir gün olacak ve bütün canlılar sorgulanmak üzere mahşer yerinde toplanacaklardır.

Amel defterleri dağıtılacak, günahlar ve sevaplar tartılacak, ilâhî adâlet tatbikata geçecek ve insanın yolculuğu cennet veya cehennemden biri ile noktalanacaktır.

Sakın, sakın! Ümitsiz olma! «Ben kim? Cennet nerede?» deme! Çünkü en büyük günah, Allâh’ın rahmetinden ümit kesmektir. Ama hayalci de olma. Ekmeden biçilmez ve herkes ektiğini biçer. «Rezzâk» isminin gölgesinde rızkını aramak için çalıştığın gibi, «Gafûr» isminin gölgesinde de mağfirete nâil olmanın yollarını ara! Allah «Kerîm»dir derken, O’nun «Âdil» olduğunu da unutma.

Tevbe kapısı herkese açıktır. Para, pul ve dilekçe de istemez. Yeter ki, günahlarından kop ve yaptıklarına pişman ol!.. Ancak, çok acele et!.. Kalbin daha fazla kararmadan, canın boğazına dayanmadan, tövbe kapısı yüzüne kapatılmadan ve güneş batıdan doğmadan önce tevbe et!

Tevbe edip günahlarından arındığın zaman, kıbleye dönüp alnını secdeye koyduğun zaman ve yalnız Allâh’a kul olduğun zaman; tertemiz kalbine ilâhî nur akışı başlar.

İşte! O zaman bambaşka bir insan olursun, gerçek kimliğini bulursun.

İnancını ve geleceğini sırf «görme» duygusuna bağlayan ve; «Görmediğime inanmam!» diyen gafillerden olma!

Sonsuzluk ve sınırsızlık sıfatları yalnız Allâh’a mahsustur. İnsanların diğer hisleri gibi görme hisleri de sınırlıdır.

Madde âlemindeki renksiz gazları, havayı ve mikropları göremeyen gözler; sesleri ve kokuları da göremezler. Ayrıca aynı çaptaki cisimlerin uzaktakilerini daha küçük ve yakınındakileri daha büyük gören gözler, yıldızları da nohut tanesi kadar görürler.

Evet; gözler her şeyi göremediği gibi, gördükleri de gerçeği tam olarak yansıtmaz.

Görme hâssamızı kısıtlı yaratan, Allâh’a çok şükürler edelim. Kirazın içindeki kurtları görünce tiksinerek yere atarız. Ya içtiğimiz sulardaki, yediğimiz gıdâlardaki ve teneffüs etmek mecburiyetinde olduğumuz havadaki milyonlarca mikrobu açıkça görsek ne yapabiliriz?

Ayrıca; cinleri, ruhları ve melekleri sürekli görüp, konuşmalarını duysak nasıl yaşarız?

Gözlerimiz bütün varlıkları sürekli görse ve kulaklarımız bütün ses dalgalarını daima duysa, insanın beyni ve zihnî yapısı bunlara kaç saat dayanabilir?

Madde âleminden yaratılan gözlerin, kendi âlemindeki varlıkları görebilmesi kısıtlı iken, madde ötesi âlemleri görebilmesi beklenemez. Gerçek kimliğimiz olan ruhlarımız da melekler gibi madde ötesi âlemlerdendir. Bu yüzden maddî gözlerimizle kendi ruhlarımızı da göremeyiz. Ancak, varlığını inkâr edemeyiz. İnançlı ve inançsız bütün insanlarca ruhların varlığı kesinlikle kabul edilmiş ve rûhunu inkâr eden bir deliye dahî rastlanmamıştır.

Maddî yapımız olan bedenlerimiz için rûhun lüzumu ve önemi ne ise, madde âlemi için de meleklerin lüzumu ve önemi aynı derecededir.

Ruhsuz beden ve meleksiz madde âlemi mânâsızdır. Bu sebeple yüce Rabbimiz, bedenlerimizden önce ruhlarımızı ve göklerden önce melekleri yaratmıştır.

Ruhsuz beden ve meleksiz madde âlemi olamayacağı gibi, kâinat da Rabsiz olamaz.

Kâinattaki denge, düzen, disiplin ve kesin hâkimiyet; bütün âlemlerin Rabbi olan Allâh’ın varlığının ve birliğinin kesin şahididir.

Bir insanın bedeninde bulunan ortalama otuz trilyon hücrenin, tesadüflerle bir araya gelerek organları ve dengeli bir bedenî yapıyı oluşturmaları imkânsız olduğu gibi, güneş sistemleri ve galaksiler de rastlantı ve tesadüflerle oluşmamışlardır.

Akıl, şuur ve irade duygularından mahrum olan ve hayat müddetleri çok kısa olan hücrelerin; yaratıldıkları, yönlendirildikleri ve kat‘î bir denetim altında bulundukları kesindir.

Bütün canlıların bedenî yapılarını oluşturan hücreler teker teker sayılıp elde edilen rakamlar yan yana dizilse, güneş sistemini aşan rakamlar konvoyu meydana gelir.

İşte! Bütün bu hücreleri teker teker yaratan, bilen, gören ve dilediği gibi yönlendiren Allah; sonsuz ve sınırsız ilmi ve kudreti ile, güneş sistemlerini de galaksileri de, tüm yıldızları ile, uyduları ile, atmosferleri ile ve aralarındaki açıları ile gezdirir, döndürür ve yönlendirir.

Rûhun bedenden ayrılmadan, hücrelerin dağılıp toprak olmadan ve sen, Mahkeme-i Kübrâ’da sorguya çekilmeden önce kendine gel, gerçek kimliğini bul ve seni yaratan, hücrelerini yönlendiren Rabbini tanı. (Ahmet TOMOR’un Kur’ân’dan Bir Nûr, Fâtiha Sûresi yazısından istifade edilmiştir.)

İhlâs ile yıkalım,
Şirkin tabularını.
Fâtiha’yla açalım,
Cennet kapılarını. (Gülzâr-ı İrfan)