İnsan Yetiştirmenin En Müessir Yolu; ÖRNEK OLMAK

YAZAR : Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

Üzerinde bulunduğumuz topraklar; bin yıldır İslâm’a hizmet etmiş, bundan dolayı da büyük bedeller ödemiş, dünyanın en değerli(!) topraklarıdır. Tarihten gelen mirası, gelecekte ümmete sancaktarlık yapma namzedi olması hasebiyle bir türlü rahat bırakılmayan gerek içeriden gerekse dışarıdan sayısız düşmanı olan özel bir coğrafyadır. Osmanlı ecdâdımız ile gücünün ve kudretinin zirvesini yaşayan bu topraklar, imparatorluğun dağılması ile büyük bedeller ve fedâkârlıklarla bugünkü sınırlarımıza sıkıştırıldı.

Savaşlarla ve ateşli silâhlarla topraklarımızı işgal edemeyenler; ellerinde bulunan teknoloji, moda ve benzeri silâhları devreye soktular. Önce; bu toprakların insanına, kendisinin değersiz ve basit fertler olduğunu aşıladılar. Sonra, kendi bozuk düşüncelerini ve ahlâksızlıklarını bir medeniyet olarak bizlere pazarladılar.

Pazarladıkları medeniyet kokuşmuş olmasına rağmen, moda ve teknoloji sosu ile alıcı buldu. Öylesine köklerimizden uzaklaşmıştık ki; ecdâdımızın yedi düvele medeniyet öğretmiş ve altı asır dünyaya adâlet ile hükmetmiş olmasına rağmen başkalarının medeniyetine(!) âşık olduk.

Ülke nüfusumuzun çoğunluğu gençlerden oluşuyor. Bu potansiyel hem global güçlerin hem de sermaye sahiplerinin iştahını kabartıyor. Gençliğin önünde uygun modeller olmadığı için; özellikle dışarıdan gelen akımlar, medyanın da köpürtmesi neticesinde hemen alıcı buluyor ve hızla yaygınlaşıyor.

Ülkemizde uygulanan eğitim sistemi, maalesef kalplere hitap etmiyor. Diploma alma ve bir iş bulma gayesiyle hareket edildiği için, gençlerimiz materyalist sistemin pençesine düşüyor. Yalnızca başarıya odaklanıp; yardımlaşma yerine, birbirleri ile mücadele üzerine kurulu bir düzende eğitim görüyorlar.

Televizyonlarımız; yerli ve millî kültürü aşılamak yerine, yabancı kültürlerin tesiri altındalar, hattâ bu yabancı kültürlerin emir eri gibi hareket ediyorlar. «Türk dizisi» diye yayınlanan filmlerin hemen tamamında; toplumun gelir seviyesinin üzerinde, modern hayatlar ve lüks içinde ömür sürmek üzerine kurulu, aile hayatından uzak, kimin kiminle yaşadığına bakılmayan, ne iş yaptığı belli olmayan insanlardan müteşekkil senaryolar ile insanlarımızın zihinleri âdeta işgal ediliyor. Gençlere sunulan hayat; helâl veya harama bakmadan en kısa ve kestirme yoldan zengin olmak, sefâ sürmek, bunun için de karşısına ne çıkarsa onları ezip geçmek üzerine yoğunlaşıyor.

Belli sermaye gruplarının kontrolünde bulunan; eğitim, medya, sanat ve edebiyat, toplumu şekillendiren ana kaynaklardır. Bu gücü elinde bulunduran insanların çoğunluğuna baktığımız zaman; birçoğunun inançla alâkası olmayan, dinle arasında mesafe bulunan, insanların inançlarına hakaret etmeyi bir mârifet olarak kabul eden tipler olduklarını görüyoruz. Aynı zamanda bu imkânları elinde bulunduranların, ülke gündemini nasıl belli konulara yönlendirebildiğini de yakın zamanda müşâhede etmiş olduk.

Sanatın belli bölümleri dışındakilerin hemen tamamı; değer hükümleri bizlerle barışık olmayan, tüketim toplumuna hitap eden; «Bırakınız yapsınlar! Bırakınız yaşasınlar!» diyenlerin elinde. Sanat ve edebiyat alanında belli grupların tekelci duruşları, kendilerinden başka kimseye hayat hakkı tanımayan tavırları sebebi ile de yeni nesil, belli insanları okumak veya seyretmek zorunda kalıyor. Sinema sanatçılarının veya tiyatrocuların hayat tarzları, özlenen(!) veya hedeflenen hayatlar oluyor. Mizahın ve komedinin kimlerin elinde bulunduğuna ve bu insanların hangi zihniyete hizmet ettiğine bakarsak, zannederim ne söylediğimiz kolayca anlaşılacaktır.

Son yıllarda, yeni nesil arasında dikkat çekecek derecede; farklı anlayışlar ve inançlar revaç bulmaya başladı. Asırlarca İslâm’ın bayraktarlığını yapmış topraklarda; özellikle genç nesillerimiz arasında başta inançsızlık olmak üzere, farklı inkâr akımları yaygınlaşmaya başladı. Bu akımlara kapılan insanlara baktığımız zaman; kendilerini yaratan, ancak hiçbir şeye karışmayan, kanun koymayan, yeni bir ilâh(!) kabul ettiklerini görüyoruz. Güya bilgiyi esas alan, sorgulayan ve akıllarına yatmayanı inkâr etmeyi mârifet sanan bu sapkın inanca mensup olanların; temelde ortak noktalarının «özgürlük ve eşitlik» olduğunu görüyoruz. Hâlbuki insan, bu dünyaya boşuna gönderilmemiştir. Bundan dolayı da başıboş ve hesapsız bir şekilde yaşaması mümkün değildir. Herkes yaşadığı hayatı inancı doğrultusunda şekillendirmelidir. Aksi hâlde yaşadığı hayat, onun inancı hâline gelebilir.

Elbette bütün suç bu cereyanlara kapılanlarda değil. Çocuklarını temelde nasıl eğitmeleri gerektiğini bilmeyen, sert davranan, hattâ şiddet uygulayan ailelerin de bu süreci hızlandırdığı bir gerçek. Bu ailelerimizin dikkat etmesi gereken bir husus var ki, o da insanların tamamının aynı şekilde düşünemediği gerçeğidir. Allah Teâla her insanı farklı hususiyetlerde yaratmıştır. Kimi sorgulamadan en küçük bir kırıntı ile inanırken, kimi de sorgulayarak en ince detayına kadar inerek inanmayı tercih edebilmektedir. Böyle bir hâdiseyle karşılaşan insanlarımıza; sabırlı ve dikkatli olmalarını, işin uzmanlarından yardım talep etmelerini tavsiye ediyoruz. Zira bu hususta dönüş çok zor olmakta ve birçok aile bu şekilde çocuklarını tamamen kaybedebilmektedir.

Yaşadığımız toplumda maalesef normal insanlar dikkat çekmiyor, sıradan kabul ediliyor. İşinde, gücünde, ibâdetinde, kendisine, ailesine ve yaşadığı topluma ilâve değerler katan insanlar, sıradan kabul ediliyor. Hattâ dikkate değer bile bulunmuyor. Ancak; toplumun ahlâkî yapısına, millî değerlerine ters hareket eden, buna göre sözler söyleyen, hattâ hakaret eden belli tipler var ki, peşinden gidenlere bakınca insan hayretlere düşüyor. Normalin alıcısı bulunmazken, anormal olanlar piyasada âdeta kapışılıyor!..

Böyle bir tehlikeden korunmak için, öncelikle evlâtlarımıza doğru örneğin ne olduğunu öğretmeli, sonra da o örneğe uygun fertler olmalıyız. Çocukların ilk örnek aldığı kişiler anne ve babalardır. Onlara güzel örnekler sunabilirsek, dışarıda örnek arama ihtiyacı duymayacaklardır.

Yeni neslin bu hâle gelmesinde en büyük sebeplerden bir tanesi de; elbette ki son asırda uygulanan eğitim politikalarının, pozitivizm ve materyalizm üzerine kurulmuş olmasıdır. Bu eğitim sistemi ile yetişen(!) insanlar, milletin değerlerine yabancı hattâ düşman yetiştiler. İnancımıza ve millî değerlerimize dışarıdan gelen saldırılara karşı hazırlıklıydık. Zira yabancıları tanıyorduk. Ancak, batılı ve materyalist kültürle yetişen, sözde ilim adamları; pirincin içerisindeki beyaz taşlar misali, bize büyük zararlar verdiler. Bizden(!) olmaları ve kullandıkları cezbedici dil ile etkileri hızlı oldu ve bozulma ziyadeleşti. Bu kültür ile yetişen «Hocalar» İslâm’ın fıkıh, sünnet gibi temel sâbiteleri ile yetinmeyip, Kur’ân’ı bile yeniden yorumlamaya kalktılar.

İnsan, her alanda bir örneğe muhtaçtır. Gerek şahsiyetinin gelişiminde gerek eğitimde gerekse diğer alanlarda insan kendisine bir model seçer ve buna göre kendisini geliştirir. Bu; fert olarak da böyledir, toplum olarak da böyledir. İnsanlar, önderlerinin ahlâkı üzere yaşarlar.

Bugün geldiğimiz noktada; bu inkâr akımlarına kapılan ve her geçen gün sayıları artan evlâtlarımıza, sevgi ve şefkat elimizi uzatmak ve onları yuvarlandıkları bu bataklıklardan kurtararak, yeniden İslâm’ın güzellikleri ile buluşturmak zorundayız. Bunun için fert olarak örnek insanlar olmalı, çevremizdeki insanlara İslâm’ın güzelliklerini, müslümanın temel özelliklerini sergilemeli, yıpranan ve zedelenen müslüman kimliğini yeniden aslî hüviyetine döndürmeye çalışmalıyız. Toplum olarak da, öncelikle bu insanları yetiştiren(!) eğitim sisteminin ıslah edilmesini, basın ve medya organlarının belli bir ahlâkî seviyeye gelmesine gayret etmeliyiz.

Allah Teâlâ, nefsimizi ve neslimizi kötülüklerden muhafaza buyursun. İslâm üzere yaşayan, İslâm üzere düşünen ve İslâm üzere ölenlerden eylesin. Nesillerimizi bâtılın fitnelerinden ve tuzaklarından muhafaza buyursun. Âmîn…