HÜSN-İ HÂTİME ENDİŞESİ

YAZAR : H. Kübra ERGİN hkubraergin@hotmail.com

Bir gün yetmiş yaşında hıristiyan bir adam Bâyezîd-i Bistâmî -rahmetullâhi aleyh- ile tanışmak ve aklındaki bazı soruları kendisine sormak niyetiyle yanına geldi. Bâyezîd-i Bistâmî onu güler yüzle karşıladı, sorduğu sorulara sakince ve hikmetle cevap verdi. Yaşlı adam, onun hem ahlâkından ve mâneviyâtından hem üslûbundan etkilenerek herkesin huzûrunda müslüman olmak istediğini açıkladı.

Yaşlı adamın ömrünün son demlerinde îmân ederek ebedî cenneti kazanması, oradaki herkesi çok sevindirmişti. Herkes adamı tebrik ediyor, kucaklıyor ve birbirlerine bu güzel haberi müjdeliyorlardı.

Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri’ni seven ve onun evliyâ olduğuna inanan kişiler, bu habere daha da çok sevinmişlerdi. Onun vesilesiyle bir kişinin daha hidâyeti bulması onları çok memnun etmişti.

Ancak bu sırada Bâyezîd-i Bistâmî -rahmetullâhi aleyh-; bir kenara çekilmiş, gözlerinden inci misali yaşlar dökerek içli içli ağlıyordu. Onu gören sevenlerinin de yüreği kabarmıştı, oturup onunla beraber ağlamaya başladılar. Nihayet onları görenlerden biri dayanamadı ve sordu:

–Efendim, neden ağlıyorsunuz? Bir hıristiyana, hem de ömrünün son zamanlarında hidâyet nasip oldu. Hem de bu sizin vesilenizle oldu. Buna sevinmek gerekmez mi?

Bâyezîd-i Bistâmî gözyaşlarını silerek şöyle cevap verdi:

–Onun için elbette seviniyorum. Ama bir yandan da düşünüyorum; yetmiş yıl hıristiyan olarak yaşayan adama, ömrünün sonunda hidâyet nasip oldu, bir anda kurtuldu. Demek ki hiç kimsenin sonu belli olmuyor. Peki ya biz? Biz bunca yıldır müslüman olarak yaşadıktan sonra birden kalbimiz kayar da şeytanın tuzağına düşersek, son nefeste îmansız gidersek hâlimiz nice olur? İşte bunu düşünerek, kendi sonumdan korktuğum için ağlıyorum.

Allah Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerim’de akıl sahibi kulların şöyle duâ ettiğini bildirip örnek göstererek aynı şekilde duâ etmeyi tavsiye etmektedir:

“…Ey Rabbimiz! Artık bizim günahlarımızı bağışla! Kötülüklerimizi ört! Rûhumuzu sâlihlerle birlikte al!” (Âl-i İmrân, 193)

Son nefeste îmân üzere ölmek için tevbe-istiğfar ile duâ etmek mühim elbette. Ama duânın dilin ucunda olmayıp, kalbimize de tesir etmesi gerektiğini yine âyet-i kerîmelerden anlıyoruz. Bir âyet-i kerîmede Rabbimiz;

“Ey îmân edenler! Allah’tan, O’na lâyık bir takvâ ile korkun ve ancak müslüman olarak can verin!” (Âl-i İmrân, 102) buyurarak, son nefes endişesi ile takvâlı olmanın ehemmiyetine dikkat çekiyor.

Allâh’a lâyık bir takvâ; Allah Zülcelâl’in büyüklüğünü düşünerek, O’nun kulu üzerindeki hakkını idrak ederek emirlerine ciddiyetle sarılıp, yasaklarından titizlikle kaçınmak demek. Hem de bunu sırf bir âdet ve alışkanlık hâline getirip kuru şekil hâlinde yapmak değil, sürekli; «Acaba Rabbim kabul edecek mi?» diye içi titreyerek edâ etmek.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in zamanında Mü’minûn Sûresi’nden bir kısım âyetler nâzil olmuştu. Bu âyetlerde meâlen;

“Rablerinden korkarak titreyenler, Rablerinin âyetlerine inananlar, Rablerine eş koşmayanlar, Rablerine dönecekleri için kalpleri ürpererek vermeleri gerekeni verenler; işte onlar iyi işlerde yarış ederler, o uğurda ileri geçerler.” (el-Mü’minûn, 57-61) buyuruluyordu.

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- Annemiz; «Rablerinden korkarak içi titreyenler»in kimler olduğunu merak etmişti. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e sordu:

“–Yâ Rasûlâllah! Âyette bahsedilenler büyük günah işleyenler midir?”

Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-:

“–Hayır yâ Âişe. Âyette bahsedilenler, ibâdet ettiği hâlde ibâdetlerinin kabul olup olmama endişesiyle Rablerinden korkanlardır.” buyurdu. (Tirmizî, Tefsir, 23)

Tasavvuf meşreplerinde bazen zühd ve takvâ yoluyla aşk ve vecd yolu mukayese edilmiştir. Aslında takvâ, bir âşığın ruh hâlinden doğan bir edeptir. Nasıl ki bir âşık, ya sevdiği onu sevmezse diye endişe içindedir; takvâlı kul da böyle Rabbinin rızâsını kaybetmekten daima endişe eder. Bu sebeple günahları için değil, ibâdetlerinin kabule şâyan olmamasından korkarak, af ve mağfiret için Allâh’a niyazda bulunur. Cenâb-ı Hak, mü’minleri tarif ederken;

“Onlar; Allâh(ın adı) anıldığı zaman, yürekleri titreyenlerdir.” (el-Enfâl, 2) buyuruyor.

Tasavvuf büyüklerinden Hâtim-i Esamm -rahmetullâhi aleyh- bu mânâyı te’kitle şöyle buyurmuştur:

“Mü’minin alâmeti şudur:

O; ibâdet ve tâatleri yapar, bununla beraber ağlayıp gözyaşı döker.

Münafığın alâmeti de şudur:

O; amel ve ibâdeti unutur, bununla beraber bol bol güler.”

Ne acıdır ki, bugün bizler ancak kusur ve kabahatlerimiz sebebiyle son nefes endişesi çeker vaziyetteyiz. Amellerini itinayla ve huşûyla yaptıkça, gönlü mârifet ve muhabbet nurlarıyla dolan ve takvâsı daha da artan kullardan olmayı Cenâb-ı Hak nasip eylesin.

Eğer bizler öyle kullar olursak; inşâallah son zamanlarda moda hâline getirilmeye çalışılan inkârcılık veya dîne lâkaytlık (ateizm, deizm, agnostizm, sekülerizm vs.) akımları gençlerin üzerinde tesirli olamayacaktır.

Kendi adımıza üzüldüğüm bir hâl şudur ki; bizler dînimizi şevkle, heyecanla, muhabbetle, yaşayıp gıpta edilecek şekilde temsil etmediğimiz için olsa gerek, sahâbe-i kirâmın meydana getirdiği o çekim gücünü meydana getiremiyoruz. Öyle ki kendi evlâtlarımızı bile yaban ellere kaptırıyoruz.

İşin doğrusu îmân ettiğimiz hakikat öyle büyük ki, öyle bir hakikate îmân eden bir kişinin hâlinde bir fark olmalı… Bazen internette veya başka vasıtalarla, muhtemelen özentiyle; «Ben ateistim!» diyen kişileri duyuyoruz. Özentiyle diyorum; çünkü iyice düşünmüş, araştırmış ve inkârda karar kılmış olduğuna dair bir emâre yok.

Esasen insan gerçekten tam bir inkâra karar vermiş olsa, rûhen büyük bir kaosa girerdi. Düşünün ki hayatın hiçbir anlamı yok. Bir süre sonra öleceksin ve toprağa karışıp gideceksin.

Muhtemelen çoğunun inkârı; sadece kalbindeki gaflete, umursamazlığa bakarak alelacele ortaya attığı bir iddiadan ibaret. Belki ona îmânın getireceği sorumluluklar konusundaki isteksizlik ile ortalıkta dolaşan birkaç dedikodu seviyesinde söylentiye kapılmasını bahane etmek ve şüphe üzerinde kalıp işi sürüncemede bırakmak denilebilir.

İşte onların inkârı nasıl ki şuurlu bir karar değilse, bizim îmânımız da öyle… Eğer üzerinde iyice tefekkür edip dört elle sarılsak, şu fânî dünyaya hiç kıymet vermezdik.

İnsanın bu dünyada gafletle imtihanı bitmiyor. Aslında kendini ateist zanneden kişiler de bilmeli ki, böyle hâller mü’minin dahî başına gelebilir ve bir hamle yapıp, îmânını pekiştirmese öyle şüphe içinde;

«Daha çok zamanım var, ileride düşünürüm…» diye ömrünün en değerli yıllarını ziyan edebilir. Hamdolsun ki Rabbimiz bizi cehennemle korkutuyor da böyle rehâvete kapılmamıza mâni oluyor. Yoksa insanoğlu tembelliğe ve ihmalkârlığa meyyaldir. O ihmalkârlığın adına «-izm»le biten isimler vermek şu anda gençlere «havalı» geliyor.

Zaten inkârcılığın moda hâline gelmesi de kendiliğinden olmuyor. Bugün batı âlemi; üniversitelerinden edebiyat ve sanat çevrelerine, televizyon ve internetten sinema endüstrisine her mecrâda inkârcılığı empoze ediyor. Çocuklarımızın seyrettiği süper kahramanlar gibi filmlerde bile evrimcilik ve inkârcılık telkin ediliyor.

Hamdolsun geçtiğimiz günlerde Şanlıurfa’da «I. Uluslararası Bilimler Işığında Yaratılış Kongresi» tertip edildi. İnkârcıların yıllardır dört elle sarıldığı «evrim teorisi»ne karşı yaratılışın delillerini ortaya koyan akademisyenler, bu önemli kongre için bir araya geldiler.

Urfa Harran Üniversitesi ve Üsküdar Üniversitesinin iş birliği ile gerçekleştirilen kongrede;

“Bilimin ayrı, dînin ayrı hakikatleri olamaz. Bilimle din, akılla vahiy arasındaki kavga, İslâm medeniyetinin kavgası değildir. Çünkü bilimlerin konusu Allâh’ın kudret sıfatının eseri olan kâinat kitâbıdır. Kur’ân da, Allâh’ın «Kelâm» sıfatının eseridir. Bunlar birbiriyle kavgalı değildir. Tam aksine, Kur’ân kâinat kitabının bir nevî tefsiridir.” gibi çok önemli tespitler yapıldı.

Her biri kendi sahasında mütehassıs akademisyenler 137 tebliğ sundu. Bu tebliğlerde; moleküler biyoloji, genetik, embriyoloji ve biyokimyadan; paleontoloji, antropolojiye kadar birçok sahada yaratılış hakikatinin delilleri ortaya konuldu. Sonuç bildirgesinde, bu kongrenin her yıl yapılması ve; «Uluslararası Yaratılışı Araştırma Dergisi»nin çıkarılması kararlaştırıldı. Allah muvaffak eder ve hayırlara vesile olur inşâallah.