BİR KANAAT ÖNDERİ

YAZAR : Halil KAŞIKÇI

Şimdi «kanaat önderi» diyorlar.

Ne demek kanaat önderi?

Öyle kişiler ki; toplumda resmî bir idareciliği yok, başkanlığı yok. Fakat herkes onu dinler. Herkes onun ardından gider. Hükmü de âdildir, kendi de âdildir.

Niçin?

Çünkü; şahsiyetiyle, karakteriyle, vakarıyla, heybetiyle, takvâsıyla, güzel ahlâkıyla insanlarda bir hayranlık oluşturmuş. Bu; parayla, pulla, makamla, mevki ile olacak bir şey değil. Şahsiyetin eseri… İnsanlar da bu şahsiyete hayrandırlar.

Eskiden toplumu ve insanımızı çekip çeviren, kötülüklerden koruyan, böyle kanaat önderleri vardı. Onlar azalınca, toplumda emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münker, (iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak) vazifesi tesirli bir şekilde yerine getirilemez oldu.

Onlardan biri, Kayseri’de yaşayan Hacı Seyyid Mehmed Aksebzeci Efendi’dir. Ben ancak, bu zâtın aynı isimde olan torununa yetiştim. Torunu olan Hacı Seyyid Mehmet AKSEBZECİ, dedemin arkadaşlarındandı. Ondan dedesinin bazı menkıbelerini dinlemiştim.

Güzel bir ders kabîlinden bize kadar uzanan menkıbelerinden birini anlatmak isterim.

Toplumda kötülüklerin, yanlış gidişatların önüne nasıl geçildiğine dair hikmetli bir davranışı:

Vaktiyle Kayseri’de Ermeni esnaf çok idi. Onlardan biri Artin adlı bir tüccar, İstanbul’a gitmiş. Dönüşte hanımına allı-pullu, pahalı bir elbise almış. Hanımı bu elbiseyi, kadınların gününde giymiş.

Kadınlar; elbiseye, ziynete meraklıdır. Birçok hanıma tesir etmiş bu elbise.

Hacı Seyyid Mehmed Efendi de bu elbisenin bahsini işitmiş evinde.

“–Filânca hanım çok güzel bir elbise giymiş. Bütün millet ona baktı. Bende olmayınca üzüldüm. Benim gibi başka üzülenler de oldu, hattâ…”

Hacı Seyyid Mehmed Efendi demiş ki:

“–Artin Efendinin alacak gücü-kuvveti var…”

Fakat zihnine takılmış bu iş. Eğer bu elbise, Hacı Babanın evinde bile konuşuluyorsa, her mekâna tesir etmiş demektir. Burada bir yanlışlık var. Giderilmeli!..

Sonra gitmiş dükkâna;

“–Şu Artin Efendiyi bana çağırın.” demiş.

Artin gelmiş:

“–Buyur Hacı Baba!”

“–Sen İstanbul’a gitmişsin…”

“–Evet, Hacı Baba, gittim. Bir şeyler aldık.”

“–Hanıma da çok güzel bir elbise almışsın. Hanımların günlerinde giyiyormuş. Bütün millet ona özenmiş. Şu elbiseyi getirsen de ben bir görsem.”

“–Hay hay Hacı Baba, baş üstüne!” demiş.

Adam elbiseyi almış, gelmiş. Mecbur çünkü Hacı Baba istiyor. Hacı Seyyid Mehmed Efendi, daha paketi açmadan hararetle yanmakta olan sobaya atıvermiş.

Artin Efendi şaşkın:

“–Hacı Baba ne yaptın?”

“–Kaç paraydı bu elbise?”

“–5 lira…”

“–5 liraysa, al sana 5 lira!.. Bir daha herkesin alamayacağı şeyi alıp, mahallemizin, şehrimizin ahlâkını bozma!.. Bunu alacak var, alamayacak var. İllâ alacaksan al, fakat evinde giysin. Millete nisbet yapmasın. Anladın mı? Al şu 5 liranı.” demiş.

Artin de kabahatini anlamış, aldığı dersle dükkânının yolunu tutmuş. Meydanın boş olmadığını da idrak etmiş.

Kanaat önderi olmak böyle bir şey…

Eğer toplumda, şehirde, mahallede, çarşıda böyle müsbet, düzgün ve istikametli kanaat önderleri olmazsa, onlar duruma hâkim olmazlarsa, ortalık Artinlere kalıyor.

İşte televizyonlar… Biri olmadık bir program yapıyor. Bizim örfümüze, ahlâkımıza hiç uymayacak bir muhtevâda. Arkasından diğerleri onu takip ediyor. Devletin sorumluları da; «Dur bakalım!» demezse, edepsizliğin sonu gelmeyecek.

Niçin?

Çünkü hürriyet (!) var…

Evlâtlarımızın ahlâkını bozmanın hürriyeti nasıl olur? Aileleri dinamitlemek nasıl serbest olur?

Modalar da öyle. Biri bir şey yapıyor. Haydi bakalım arkasından bir sürü taklitçi koşuyor.

İstediğimiz kadar; «Yapmayın! Etmeyin!» desek de kâr etmiyor. Çünkü dünyalık her türlü menfaat ağır basıyor. Çünkü o kanaat önderleri gibi müdahale edemiyoruz. Sadece söyleyip geçmiş oluyoruz.

Hâlbuki emr-i bi’l-mâruf, tesirli olmalı:

Âyet-i kerîmede Rabbimiz bize bir hedef tayin etmiş:

“Siz, insanlığın (iyiliği) için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırsınız.” (Âl-i İmrân, 110)

Hadîs-i şerîfi hepimiz okuyoruz:

“Sizden her kim bir kötülük görürse;

• Onu eliyle düzeltsin;

• Buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin;

• Buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin ki bu îmânın en zayıf hâlidir.” (Müslim, Îmân, 78)

Hacı Baba gibi biz de başkalarına müdahale edelim demiyorum, fakat en azından mes’ûlü bulunduğumuz evlâtlarımıza, yeğenlerimize, torunlarımıza, akrabalarımıza ve talebelerimize; doğruları, gerçekleri, daha canlı, daha kuvvetli ve daha bir gür sesle söyleyelim.

Söylemiş olmaya yetecek kadar değil;

Düzeltecek kadar tesirli söyleyelim.