HADİSSİZ KUR’ÂN TARTIŞMASI

YAZAR : Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

Günümüzde yüce dînimiz İslâm’ı anlamak ve yaşamak için yalnızca Kur’ân’ı Kerîm’in yeterli olduğu, hadislere gerek olmadığı; hattâ bu hadislerin güvenilirliğinin tartışılması gerektiği, yetkili-yetkisiz pek çok ağızdan, medyada ve çeşitli mahfillerde uzun zamandır yüksek sesle dile getiriliyor. Biz de bu ayki yazımızda bu hususlara temas etme gayretindeyiz efendim.

Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm- Efendimiz muhteşem ömrünün son anlarında îrâd ettiği Vedâ Hutbesi’nde;

“Ey mü’minler! «Size iki emânet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emânetler Allâh’ın kitâbı Kur’ân-ı Kerim ve Peygamber’in sünnetidir.»” (Buhârî, Hudûd, 10; Tirmîzî, Menâkıb, 32) buyuruyor. Dînin Önderi, Vahyin Elçisi, İnsanlığın Rehberi kendisinden sonra hayatlarını ikāme ettirirken İslâm’ı yaşama hususunda müslümanların nasıl bir yol izlemesi gerektiğindeki ölçüyü bildiriyor. Demek ki, Kur’ân ve Sünnet dînin şaşmaz kılavuzlarıdır. Onlarsız din olamaz.

İslâm’a tâbî olan mü’minlerin; hayatlarını Kur’ân’a ve Sünnet’e göre tanzim etmelerini bizzat Cenâb-ı Hak istiyor:

“…Sana, kendilerine gönderileni insanlara açıklaman, onların da üzerinde düşünmeleri için bu Kur’ân’ı indirdik.” (en-Nahl, 44) Âyette belirtildiği üzere Peygamberimiz gelen vahyi sadece insanlara iletmiyor aynı zamanda açıklıyor, izah ediyor yani tefsir ediyordu. Rasûlullah -aleyhisselam-, bu yönüyle en büyük müfessir idi. Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm- Efendimiz yüce Allah Teâlâ’nın hükümlerini sahâbesine -Allah onlardan ebeden râzı olsun- açıklıyor, yanı sıra uyguluyor, bizzat tatbik ederek istenen neyse hayatında bunu gösteriyordu. Bu sebeple «Sünnet; Kur’ân âyetlerini açıklayan, dînin ikinci ana kaynağıdır.» Her şey açık ve net… Kimse bu hakikati eğmeye bükmeye kalkmasın, bu olsa olsa ancak nefsin bir aldatmacası ve şeytanın bir tuzağıdır, bunun daha ötesi yok. Ötesi dünyada ve âhirette zelil olmaktır. Bu gerçeği inkâr eden, Kur’ân’ı inkâr ediyor demektir. -Allah muhafaza- Kişilerin dünyevî rütbeleri profesör, doçent veya her ne olursa olsun, yaptıklarının idrâkinde olmalıdır.

Yine müslümanların İslâm’ın son Peygamber’i Hazret-i Muhammed Mustafâ -aleyhisselâm-’a tâbî olmalarını Kur’ân-ı Azîmüşşân’ın bizzat kendisi istiyor.

İşte delili olan âyetler:

“(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allâh’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Âl-i İmrân, 31)

“Kim Allâh’a ve Peygamber’e itaat ederse; işte onlar Allâh’ın nimetine eriştirdiği peygamberlerle, dosdoğru olanlarla, şehidlerle ve iyilerle beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaştırlar!” (en-Nisâ, 69)

“Allâh’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin, karşı gelmekten çekinin; eğer yüz çevirirseniz bilin ki, Peygamberimiz’e düşen, sadece açıkça tebliğ etmektir.” (el-Mâide, 92)

“Allâh’a ve Peygamber’e itaat eden, Allah’tan korkan ve O’ndan sakınan kimseler, işte onlar kurtulanlardır.” (en-Nûr, 52)

“Namaz kılın, zekât verin, Peygamber’e itaat edin ki size merhamet edilsin.” (en-Nûr, 56)

“Ey inananlar! Allah’tan sakının, dürüst söz söyleyin de Allah işlerinizi kendinize yararlı kılsın ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allâh’a ve Peygamber’ine itaat ederse, şüphesiz büyük bir kurtuluşa ermiş olur.” (el-Ahzâb, 70-71)

“… Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden men ederse ondan geri durun; Allah’tan sakının, doğrusu Allâh’ın cezalandırması çetindir.” (el-Haşr, 7)

“Peygamber’e itaat eden, Allâh’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse bilsin ki, Biz Sen’i onlara bekçi göndermedik.” (en-Nisâ, 80)

O’na isyan etmenin ise sapıklık olduğu yine Kur’ân-ı Azîmüşşân’da vurgulanıyor:

“Allah ve Peygamber’i bir şeye hükmettiği zaman, inanan erkek ve kadına artık işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz. Allâh’a ve Peygamber’e baş kaldıran şüphesiz apaçık bir şekilde sapmış olur.” (el-Ahzâb, 36)

Yüce dîni bozmayı, tahrif etmeyi amaçlayan bu sapkın kişilere deriz ki:

“Şimdi çok rica ederiz, bunca âyeti nereye koyacağız? Akıl var, mantık var, her şey açık ve net. Lütfen eğri otursanız bile doğru konuşunuz. En doğru kelâm olan âyetlerin ne söylediğini yukarıya aldık, bunun daha ötesi var mı? Daha ötesini zaten Kur’ân sapkınlık olarak nitelendiriyor.”

Meseleye ana temadan başlayarak devam edelim: Kur’ân-ı Kerim; İslâm’ın genel hükümlerini bildirir, inanç ve ahlâk umdelerini ortaya koyar yani temel esasları söyler detaya girmez. Dînin Rehberi Peygamber -aleyhisselâm-; hadis ve sünnetleriyle hükümleri açıklar, ayrıntılarını serdeder.

Şurası iyice anlaşılmalı ki, din yalnızca Kur’ân değildir. Sünnet ve hadis birlikteliği ve bütünlüğü ile din tamamlanır. Sünnetsiz ve hadissiz din anlaşılamaz. O zaman Kur’ân âyetleri kişilerin keyfî yorumlarına açık hâle gelir. Zaten bugün istenen tam da budur.

Ashâb-ı kiram; -Rabbim hepsinden ebeden râzı olsun- bütün güzel ahlâk düsturlarını Peygamber -aleyhisselâm-’dan öğrendiler, yanlışlarını düzelttiler, eski hatalarını bir daha tekrar etmediler. O’nun koyduğu fert ve cemiyet nizamının ölçülerinden şaşmadılar, kaymadılar, kaytarmadılar, kendilerine göre ölçüleri değiştirmeye kalkmadılar. «Getirdiklerin aklımıza yatmıyor, örfümüze-töremize-Arap âdetlerine ters düşüyor!» demediler. Onlar tüm samimiyetleriyle inandılar, bu uğurda pek çok fedâkârlıklara katlandılar. «O söylüyorsa doğrudur!» dediler. Hiç tetkik etmeden, incelemeden hemen kabul ve tasdik ettiler. İşte bu sarsılmaz bir îmandı.

Ve o kutlu yıldız şahsiyetler bu kul Peygamber ile tam yirmi üç sene beraber oldular. O’nun nasıl yaşadığını, gününü nasıl geçirdiğini, gecelerini ne şekilde değerlendirdiğini, hangi vakitler namaz kılıp, oruç tuttuğunu, ne zaman hacca gittiğini, savaşlardaki kahramanlığını, aralarındaki anlaşmazlıkları nasıl çözümlediğini hep görerek, yaşayarak öğrendiler. Peygamber -aleyhisselâm- daima onların yanlışlarını düzeltti, eksiklerini bildirdi, doğru davranışlarını tasdik etti. Allah Rasûlü onlara kâmil ahlâkıyla en güzel misal yani -üsve-i hasene- oldu.

Bu sebeple ashâb-ı kiram hep O’nun izinde oldu, zerre sapmadı. Dolayısıyla onlar, sünnete çok önem verdiler. Onlar ve onları takip edenler; hadis öğrenmek için büyük sıkıntılara sabrettiler, uzak diyarlardan gelenler, hadis öğrenmek için günlerce Peygamber’in yanında kaldılar. Onlar Rasûl-i Ekrem Efendimiz’den ayrıldıktan sonra hadisleri daha iyi anlamak için tekrar bir araya gelerek mütalâa ettiler. Utanılacak konuları dahî sormaktan çekinmediler.

Bu iddia sahiplerinin asıl maksatları; İslâm dînini bozmak, tahrif etmek için önce son dînin son Peygamber’ini ve sahâbelerini devre dışı bırakmak sonra da Kur’ân’a saldırmaktır. Siz bakmayın; «Kur’ân bize yeter!» dediklerine. Kur’ân’ın hadis ve sünnet ile daha iyi anlaşılacağı anlatıldığı üzere gayet açık ve nettir. Onlar istiyorlar ki; “Sünnet ve hadisler aradan çıksın ki, Kur’ân’ı biz kendi keyfimize göre yorumlayalım, eğelim, bükelim, esnetelim.” -hâşâ- Bu bir tuzaktır. Saf zihinleri idlâl edenler bir gün kazdıkları kuyuya düşeceklerdir.

Dîni doğru anlayan bir müslüman bilir ki; Peygamber, Kur’ân-ı Azîmüşşân’ın canlı bir tefsiriydi. Sahâbesi de O’nun hayatının özetiydi. Onların özü ise sözüne güvenilir âlimlerimizdi, fukahâmızdı. İmâm-ıÂzamlar, İmâm-ı Mâturîdîler, İmâm-ı Şâfiîler, İmâm-ı Gazâlîler, Şâh-ıNakşibendîler, Abdülkādîr-i Geylânîler idi. Onlardan da ancak zındıklar şek-şüphe eder. Onlar sarsılmaz kulpa sarılmış, güvenilir şahsiyetlerdir. Onları bırakıp da bugünün şarlatanlarına mı güveneceğiz? Rabbim sonumuzu hayreyleye.

Kur’ân’ı ve Kur’ânî hakikatleri bizlere ulaştıran kutlu elçi Hazret-i Muhammed -aleyhisselâm-’a, muhteşem ashâbına ve onların peşi sıra gelen ulemâya-sulehâya-fukahâya çok şey borçluyuz. Allah Teâlâ onlardan ebeden râzı olsun, cennetin en güzel yerlerinde ağırlasın, bizleri de şefaatlerine eriştirsin inşâallah…