ÂLİMLER DE SUSTURULURSA…

YAZAR : H. Kübra ERGİN hkubraergin@hotmail.com

Fahr-i Kâinât Efendimiz zamanıydı. Bir savaş esnasında ensardan Hallâd -radıyallâhu anh-’ın şehid düştüğü haberi, annesi Ümmü Hallâd’a ulaşmıştı. Ümmü Hallâd -radıyallâhu anhâ- bürgüsünü bürünüp, yüzünü de peçeyle örtmüş olarak Allah Rasûlü -aleyhissalâtü vesselâm-’ın yanına geldi ve oğlu hakkındaki haberin doğru olup olmadığını sordu.

O sırada Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanında bulunan bazı kişiler, bu hanımın hâline şaşırdılar. Çünkü câhiliyye çağında kadınlar böyle acı bir haber aldıkları zaman yakalarını yırtar, saçlarını başlarını yolarlardı. Ama o gayet sakin bir şekilde, özene bezene bürünmüş bir hâldeydi. Şaşkınlıkla;

“–Oğlunun haberini sormaya böyle peçeli hâlde mi geldin?” dediler. Ümmü Hallâd -radıyallâhu anhâ- bu soruya şu hayranlık uyandırıcı cevabı verdi:

“–Hallâd’ı kaybettiysem hayâmı kaybetmedim ya?” (Ebû Dâvûd, Kitâbu’l-Cihâd, 8)

Sahâbe hanımları, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ev halkından, hanımlarından aldıkları örnekle böyle bir edep sahibi olmuşlardı. Hadîs-i şeriflerden anladığımız kadarıyla onlar dışarıda, kim oldukları kesin olarak anlaşılamayacak kadar örtünüyor, bürgü veya nikablarıyla yüzlerini de örtüyorlardı.

Anadolu hanımları arasında da gayretli olanlar öyleydi. Hocaefendilerin hanımı veya kızları gibi mahalle kadınlarına örnek durumda olan güzîde hanımlar, yüzlerini de örterlerdi. Benim büyükannelerim arasında tek gözü görünecek şekilde bürgüsüne bürünenler vardı.

Kısacası; örnek nesiller ve onların izinden giden ecdâdımız, tesettür konusunda da tıpkı diğer ameller gibi takvâ ölçülerine göre amel etmeye çalışıyorlardı. Esasen Rabbimiz bizlere sadece kuru bir şekilden ibaret ölçüler emretmiyor, o ölçülere riâyet ederken yüksek ahlâkın ve edebin bizde bir tabiat, bir şahsiyet hâlinde yerleşmesini istiyor.

İslâm’ın gönderiliş maksadı insanı; Allâh’a lâyık, tertemiz, zarif ve edepli bir kul hâline getirmektir. İslâm medeniyeti esas itibarıyla; sadece nesebin korunmasını, iffet temizliğini değil, kimlik ve şahsiyetin korunmasını ve kalp temizliğini de gaye ediniyor. İnsanın iç âleminde nezih ve zarif hislerle bezeli bir ruh hâlinin kökleşmesini ve onun güzelliğinin bütün hâl ve hareketlerde tezâhür etmesini istiyor.

Ancak ne yazık ki hemen hemen her devirde, toplum içinde ruhsatların sınırlarını zorlayan veya kaçamak peşinde olan zayıf kişilikli kadınlar da oldu. Hattâ Hazret-i Âişe Annemiz; bazı kadınların mescide teberrüc ile yani dikkat çekici ziynet ve kıyafetlerle gelmesi üzerine;

“Eğer Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu zamanda yaşamış olsaydı, Benî İsrail’in yaptığı gibi kadınların mescidlere çıkmalarını yasaklardı.” (et-Tefsîru’l-Kurtubî, 14: 244) demişti.

Evet, böyle manzaralar her devirde görülmüştü. İslâm ordularının diyarlar fethettiği zamanlarda dahî, toplumun içinde bazı cahil ve zayıf kişilikli insanlar olabiliyordu. Bir toplumun her ferdinin aynı seviyede olmasını bekleyemezsiniz elbette…

İslâm toplumlarında kadın ve çocukların te’dîbi vazifesi aile reislerine havale edilmiş, alenî bir fahşâ işlemedikçe kolluk kuvvetleri kadın ve kızları kovalama gibi bir işe kalkışmamışlardır. Âlimlerin nasihat etmesi, cemaat ehli müslümanlar nezdinde böyle davrananların itibarlı sayılmaması, eş olarak, gelin olarak onları seçmemeleri gibi müeyyideler yeterli olmuştur. O zamanlar aile reisleri, evlâtlarının üzerinde söz sahibi olduğu için; cemiyette akrabalık, komşuluk, cemaat, cemiyet bağları güçlü olduğu için bu müeyyideler bir tesir icrâ edebiliyordu.

Zamanımızda ise büyük şehirlere göç ile birlikte cemiyetin dokusu âdeta atomize oldu. Artık aile reislerinin, cemiyetin itibar ve müeyyideleri tesirsiz kaldı. Âlimlerin nasihatlerinden başka emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münker vasıtası kalmadı. Son zamanlarda onlar da susturulmak isteniyor. Bu gerçekten çok tehlikeli bir gidişat…

Her toplumda nefsine uyan insanlar bulunabilir. Aklı kıttır, cahildir, his ve hevâsına uyar, yapar… Nasihatleri dinler ama nefsine hâkim olamaz, yanlış olduğunu bile bile yapar, bu yanlıştır ama münferit bir yanlıştır. Ama bir cemiyette vazifesini yapan âlimler susturuluyorsa bu tuğyandır, yani azgınlıktır, taşkınlıktır.

Müslümanın her hâlinde ve tavrında bir edebi olması gerekir. Allâh’a karşı bir edep, Rasûlü’ne karşı bir edep, Allâh’ın kelâmına karşı bir edep, Allah yolunda eğiticilere karşı bir edep… İslâm’ın şiarlarına karşı; meselâ ezana karşı, kıbleye karşı, mescidlere karşı bir edep… Bu edepler insanın rûhuna; saygı, hürmet ve hassâsiyet duygusu yerleştirir ve Allâh’a karşı kulluk edebinin âdeta birer basamağı ve şubesi gibi vazife görür.

Âlimler cemiyetin muhafızıdır. Eskiler;

“Âlimler toplumu çürümekten koruyan tuz gibidir.” demişler. Eğer onlar da doğruya doğru, yanlışa yanlış diyemeyecek hâle getirilmek isteniyorsa, sonumuz ne olur bir düşünelim…

Tesettür meselesine başka açılardan da bakmak gerekir.

Niçin bazı kızlarımız tesettürde gevşeklik gösteriyor?

Erkeklerde şehevî alâka hormonlar vesilesiyle daha yüksektir. Kadınlarda ise annelik duygusunu oluşturan bazı hormonlar daha fazla bulunmaktadır. Bu hormonlar bazen kızları yanıltabilmektedir. Sanki herkesi babacan bir şefkatle veya kardeşçe bir sevgi ve hürmetle muamele edecek zannetme hatasına düşürebilmektedir. Bir kadın, erkeklerin duygularını tam olarak anlayamayabilir ama kadını da erkeği de yaratan Rabbimiz her ikisini de tanıdığı için, insanlık şerefine yakışan edebi koruyacak bazı kurallar koymuştur.

Bir hoca hanımın sohbetinde duymuştum, çok hoşuma gitti. Diyordu ki:

“Kervanın hızı, en zayıf ve yavaşa göre ayarlanır.”

Evet, iradesi kuvvetli, göz kapaklarına hâkim, gönlünü muhafaza eden insanlar vardır ama herkesten aynı şeyi beklemek gerçekçi olmaz.

Kadın da bir yetişkin insandır, yaptıklarından sorumludur. En mahrem yerlerini teşhir eden bir kadın, istediği kadar; «Kadın bir ferttir, kadına saygı!» sloganları atsın, hiçbir zaman gerçek bir saygı göremez.

Bu sebeple kendini teşhir edenler, kendi hemcinslerine karşı da kul hakkına giriyorlar. Çünkü hepimizin itibarına zarar veriyorlar. Bizler ayrı ayrı «fertler» gibi görünsek de ister istemez, bir ağacın yaprakları gibi, aynı cemiyetin üyesiyiz.

Elbette bunu söylerken; “«Tesettüre tam riâyet etmedi.» diye toplumun en zayıf halkasına yüklenelim.” demek istemiyorum. Bir zinciri iki ucundan tutup çekerseniz en zayıf halkadan kopar. Biz ise neredeyse bütün halkalar kopsa da o en zayıf halka sonuna kadar dayansın, diye bekliyoruz. Bu doğru değil.

Bugün bir insan hiç istemese bile bir sürü müstehcen görüntüye maruz kalıyor. Neticede kız olsun, erkek olsun gençlerimizin hayâ hassâsiyeti aşınıyor. Öyle ki artık kalbe huzursuzluk vermesi gereken şeyler karşısında, git gide hassâsiyet kaybediliyor, normal sayılıyor.

Allah Teâlâ’nın emrettiği gibi hep birlikte tevbe edelim ve hâlimizi düzeltelim. Allah bizleri ve nesillerimizi muhafaza etsin.