ÂDAB SÛRESİ’NDEN EDEP ÖLÇÜLERİ
YAZAR : Sami GÖKSÜN
Kur’ân ahlâkına sahip bir müslüman, eli ve diliyle; kimsenin şahsiyetine, haysiyetine, malına ve canına zarar vermez. Müslüman öyle olmalı ki, diğer müslümanlar ondan hiçbir şekilde zarar görmemeli, onun elinden ve dilinden emin olmalıdır. Bu da insandaki îmanla alâkalıdır. Kişinin îmânının yüksek derecede olması, onu ahlâken yüceltir ve hayatını nurlandırır. Bu nur arttıkça davranışlar daha da güzelleşir; aksi durumda bu nur ne kadar zayıflarsa, ahlâkî davranışlar da o kadar zayıflar.
İnsanlar yalnız başlarına değil, diğer insanlarla birlikte yaşarlar. Eşi, çocukları, annesi, babası, yakınları, komşuları, iş, meslek veya yol arkadaşları ile sürekli sosyal faaliyet ve münasebet hâlinde olurlar. Bu beraberliğin sağlıklı ve huzurlu bir şekilde devam etmesi için, birtakım kurallara uyulması ve temel haklara riâyet edilmesi gerekir. Aksi takdirde birliktelikler bozulur; sıkıntı, tartışma, dargınlık hattâ kin ve düşmanlık baş gösterir. Bu açıdan; saygılı, itibarlı, emniyetli ve barış içinde yaşayan bir toplum oluşmasını isteyen yüce Rabbimiz, bazı kaidelere uymamızı istemektedir.
Kur’ân-ı Kerim’deki sûrelerden biri olan Hucurât Sûresi, yukarıda bahsedilen esaslardan bahsetmektedir. Bu sûreye «edep ve âdab sûresi» de denir. Mevzumuzla alâkalı bölüm itibarıyla, bu sûrenin 11. âyet-i kerîmesi şu noktaya dikkatlerimizi çekmektedir:
“Ey îmân edenler!
• Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler.
• Birbirinizi karalamayın;
• Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın.
Îmandan sonra fâsıklık ne kötü bir namdır. Kim tövbe etmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.”
Yüce Allah, Hucurât Sûresi’nin 10. âyet-i kerîmesinde de mü’minlerin kardeş olduğunu bildirdikten sonra, kardeşlerin arasının düzeltilmesini ve Allâh’a karşı gelmekten sakınılmasını emretmektedir. Kardeşliği ve barışı bozacak davranışlardan sakınmak da Allâh’a karşı gelmekten sakınmanın (takvânın) îcâbıdır. Kardeşliğin, barışın, cemiyetteki emniyet ve huzurun devamı için, yüce Mevlâ’mız mü’minlere bu âyette şu üç davranıştan sakınılmasını emir buyurmaktadır:
● İnsanları alaya almayın!
● İnsanları karalamayın!
● İnsanlara kötü lakap takmayın!
1. İnsanları alaya almayın!
Alaya almak; bir insanı küçümsemek, aşağılamak, beğenmemek ve kusurlu görmekten kaynaklanır. Alaya alan insan; kendisini üstün, itibarlı ve önemli, alaya aldığı kişiyi değersiz, itibarsız ve önemsiz gördüğü için bu davranışı sergiler. Bir insanın fizikî görünüşü, ekonomik durumu ve iş şartları; inancı, davranışı, giysisi ve ailesi alay konusu edilir, böyle kendini beğenmiş kişiler tarafından. Söz, yazı veya davranışla…
Kur’ân’da birçok âyet-i kerîmede peygamberlerin ve mü’minlerin alaya alındığı bildirilmektedir. Misal olarak şu iki âyetin meâlini zikredebiliriz:
“Yazıklar olsun o kullara! Kendilerine hangi elçi (uyarıcı, peygamber) gelse onu alaya alıyorlardı.” (Yâsîn, 30)
“Sadakalar hususunda gönüllü bağışta bulunan mü’minlerle, güçlerinin yettiğinden başkasını bulamayanları çekiştirip onlarla alay edenler var ya; işte Allah asıl onları maskaraya çevirmiştir. Onlar için elem dolu bir azap vardır.” (et-Tevbe, 79)
Peygamber Efendimiz de bu hususta son derece titizdi. Annesini diline dolayarak bir köleyi ayıplayan sahâbeden Ebû Zerr’e;
“Yâ Ebâ Zerr! Onu annesiyle mi ayıplıyorsun? Sende daha hâlâ câhiliyye tavrı var! Sen câhiliyye düşüncesi taşıyan bir kimsesin!” (Buhârî, Îmân) buyurmuştu.
Dış unsurlara bakılarak küçümsenip alaya alınan insanların, Allah katında alay edenlerden daha itibarlı ve değerli olabileceği bildirilmektedir. Çünkü Allah katında asıl itibar; görünüşte, boy, pos, ırk, nesep, cinsiyet ve renkte veya varlıklı olmada değil îman, ibâdet, ahlâk, takvâ, ihlâs ve samimiyettedir. Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’de bu hususta şöyle buyurmaktadır:
“Allah katında en üstün olanınız, en müttakî olanınızdır.” (el-Hucurât, 13)
Dolayısıyla Kur’ân ahlâkına sahip bir insan; vaziyet ve durumu ne olursa olsun, hiçbir insanı sözleri, davranışları veya tavırları ile alaya alamaz, almamalıdır. Alırsa Allâh’ın emrine karşı çıkmış, kalp kırmış, kul hakkına girmiş ve büyük günah işlemiş olur. Peygamber Efendimiz’in beyanı ile;
“Kişiye şer olarak müslüman kardeşini hakîr görmesi yeter.” (Müslim, Birr, 32)
2. İnsanları karalamayın!
Kardeşliği, toplumun huzur ve emniyetini bozan ve mutlaka sakınılması gereken ikinci davranış; insanı karalamak ve kötülemektir. Âyet-i kerîmede bu mânâ; «Kendinizi karalamayın!» şeklinde ifade edilmiştir. «Kendiniz» tabiriyle bütün mü’minler yekvücut sayılmış, dolayısıyla bir mü’minin diğer bir mü’mini karalaması ve ayıplaması, kişinin kendini karalaması ve ayıplaması gibi kabul edilmiştir. Çünkü Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in beyanı ile;
“Mü’min mü’mine karşı, parçaları birbirine destek olan bir yapı gibidir.” (Müslim, Birr, 18) Müslüman bir tek insan gibidir.
3. İnsanlara kötü lakap takmayın!
Âyet-i kerîmenin bu bölümünde insanlara kötü lakap takmanın fenalığı anlatılmaktadır. Burada yasaklanan durum, kişiyi kötüleyen bir lakabın kullanılmasıdır. Yoksa iyi bir ifadenin kullanılması, bazen güzel bir mânâ da ifade edebilir. Meselâ;
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, güvenilir mânâsına «Emîn»;
Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-; çok samimi, çok dürüst, sözünü işiyle doğrulayan mânâsına; «Sıddîk»;
Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-; doğruyu ve yanlışı, haklıyı ve haksızı ayırt eden mânâsına gelen; «Fâruk» lakabı ile şöhret bulmuştu.
Âyette yasaklanan lakap takma, kişinin bir meziyetini ifade eden bu tür iyi lakaplar değildir.
Söz konusu olan yasak lakaplar şunlar gibidir: Kör, topal, çolak, kambur, cüce, sırık, şişko, bücür, şapşal, aptal, geri zekâlı ve benzeri kelimelerle insanları vasfetmek veya onlara; fâsık, münafık, dinsiz, kâfir gibi itham edici kötü lakap takmaktır. Âyet-i kerîme de insanların birbirlerine kötü lakap takmaları sebebiyle inmiştir. Kötü lakaplar insanları rencide eder, kırgınlık ve dargınlıklara sebep olur.
İnsanlara isimleriyle hitap etmek, en doğru davranıştır. İsim, kişinin cemiyette bilinmesi için kullanılan bir remiz, bir semboldür. Kişi ismi ile anılmayı ister ve isminin söylenmesinden hoşlanır. Âhirette de insanlar isimleri ile çağrılacaklardır.
Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;
“Kıyâmet gününde kendi isminiz ve babanızın ismi ile çağrılacaksınız. Bu sebeple çocuklarınıza güzel isimler veriniz.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 69) buyurmaktadır. Efendimiz, çirkin isimleri değiştirmiştir.
Cenâb-ı Hak;
“Îmandan sonra fâsıklık ne kötü bir namdır.” cümlesi ile; alaya alma, karalama ve kötü lakap takmanın itaatsizlik olduğunu bildirerek, îmân eden bir kimsenin insanlar ile alay edemeyeceğini, insanları karalayamayacağını ve onlara kötü lakap takamayacağını beyan etmektedir. Eğer insan bu davranışları sergilerse, büyük günah işlemiş olur. Mahşere de kul hakkıyla varır.
Yüce Rabbimiz; bizlere hakikatleri anlamayı nasip eylesin ve her türlü yanlışlıktan muhafaza eylesin. Âmîn…