İNSANLIK ve ÜMMET O’NUNLA YÜRÜMELİ

YAZAR : Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

Rebîülevvel ayı; «O; Kâinâtı Aydınlatan, Nûruyla Cihanı Kuşatan, Rahmet ve Şefkat Peygamberi Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-»in doğduğu ay… Yani kutlu bir ay.

Ne güzel, ne mutlu bize!

O ki, cihanı aydınlatan bir güneş gibi dünyayı teşrif etmeden önce O’na inanan müntesipleri vardı. Âlemler O’nu bekliyordu. Dünya kirli bir dünya idi. Ve içinde nice çirkeflikleri barındırıyordu. İnsanlar arası kavgalar, fikirler arası çekişmeler, kabîleler arası savaşlar, kadınlarla alâkalı didişmeler o günlerde yadırganmayan şeylerdi.

Arap aşîretlerinin birbirleriyle yaşadıkları sürtüşmeler ve çatışmalar sonucu ortaya çıkan kan dâvâları, kul hakkı ihlâlleri, hak gasbı hâdiseleri, hırsızlıklar, dolandırıcılıklar hep o günlerde yaşanan vahim sıkıntılardı. Hele masum kız çocuklarının babaları tarafından diri diri toprağa gömülmesi dayanılır bir iş değildi, ama yapılıyordu. Zulüm ve Hakk’a isyan, had safhadaydı.

İşte tam bu noktada; insanlık ufkuna bir güneş gibi doğan bir nur yavru dünyaya geldi. O nur ile sadece müslümanlar değil -kıymeti bilinse- bütün bir insanlık aydınlanacaktı. O nur yavru; eli boş gelmedi, âlemi huzura kavuşturacak prensiplerle birlikte geldi. O prensipler hem gönüllere ışık hem hayata kılavuz oldu. İnsanlık câhiliyye karanlıklarında gündüze hasretken; O’nun gelmesiyle, geceler dahî gündüze döndü. Çünkü O -aleyhissalâtü vesselâm- geldi. Âdeta susuzluktan çatlayan yüreklere, O hayat pınarı oldu.

Çünkü O, «üsve-i hasene: En güzel örnek» idi.

Ancak önemli olan, O’nu anlamak ve getirdiklerinin değerini idrak edebilmektir. Bugün her şey çok açık ve net olmasına rağmen, hayatı keyfî kullanmakta bir sakınca görmemekteyiz. Unutulmasın ki keyfîlik, her zaman nefsîliği de beraberinde getirir. O sebeple dönüp geriye yitirdiğimiz değerlere şöyle bir bakmak lâzım. Bazı zamanlar bunun muhasebesini yapmak için uygun zeminlerdir. İşte «Rebîülevvel»i de keşke bunun için bir fırsat olarak değerlendirebilsek!

Bize dünyanın ve eşyanın hakikatini gösteren O Örnek Nebî’yi anlamamız gerekiyor. O -aleyhissalâtü vesselâm- bizim için «üsve-i hasene: En güzel misal»dir. O bizim doğruya tâbî olmamız ve doğruluk yolunda yürümemiz için ne çok çırpındı. O -aleyhissalâtü vesselâm-, en doğru hakikatlerin kitâbı Kur’ân-ı Azîmüşşân’ı tebliğ etmek üzere hayatını âdeta insanlığa vakfetti. Yılmadı, bıkmadı, usanmadı, eziyetlere katlandı:

“Yeter ki, siz bu gerçekleri benimseyin!” dedi.

O’nu anlamak gerek! Bugün ne yazık ki; O’nun gösterdiği istikametten ayrıldık, haramlara daldık, nefsî ve hissî duyguları baş tâcı yaptık, şeytânî unsurlarla kol kola gezdik. Yüreğimizi dünya kapladı, bâkîye dair umutlarımız karalar bağladı. Kirlenmiş bir geçmişle, yarınlar yağmalandı. Nihayet bu derin mahcubiyetle, O Nur Nebî’yi anlayamaz olduk.

Bugün O İnsanların Şâhı, Peygamberlerin Sultanı’ndan uzak yaşamanın hicranıyla yanıyoruz. Hayatlarımız neredeyse her safhasıyla Peygamberî düsturların dışında işliyor. Davranışlarda sahtelik ve bencillik maalesef üst seviyede! Seviyesiz, düzensiz, karmakarışık hayat tarzları insanları altüst etmiş vaziyette. Beşerî münasebetlerde genelde şahsî menfaatler, maddî hesaplar hâkim. İrtibatlar; samimiyetten uzak, âdeta pamuk ipliğine bağlı. Adâletsiz uygulamalar, çağdışı teknikler, muamelelerde sanki temel esas. Çözülen, yiten, giden, biten dostluklar… Dikkat dışı bırakılan, her gün her gün karalanan kalbî hayatlar…

Hâsılı;

O İnsanlığın Önderi’nden uzak hayat, rahmetten tamamen yoksun bir hayattır.

Hâlbuki;

O Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-, «Rahmeten li’l-Âlemîn»dir.

Bu ne demektir? Bu, şu demektir:

O Hazret-i Muhammed -aleyhissalâtü vesselâm-; kalplere rahmet, gönüllere rahmettir.

O Hazret-i Muhammed -aleyhissalâtü vesselâm-; davranışlara, hâl ve tavırlara rahmettir.

O Hazret-i Muhammed -aleyhissalâtü vesselâm-, insanlığa ve dünyaya rahmettir.

O Rahmet Peygamberi’nin doğduğu şu «Rebîülevvel ayı»nı rahmet mevsimine dönüştürerek O’nunla olabilsek, ne mutlu bize!

Gönlümüzü O’na açsak, sönen hissiyâtımız için, O Rahmet Peygamberi’yle yürek yüreğe gelerek yeniden bir uyanıklık temin edebilsek ne iyi olacak! İsteyene bu zor olmasa gerek!

O’nunla davranışlarımıza hakikî samimiyeti getirebilsek… Çıkarsız, menfaatsiz yalnızca rızâ hedefli tavırlar sergilesek…

Çünkü O, «üsve-i hasene»dir.

Aile hayatımıza O’nun ölçülerini koyarak şu üç günlük dünyada daha mutlu ve huzurlu yaşasak… Hayatı birbirimize zehir etmesek…

Çocuklarımızı nebevî metotla terbiye ederek hem dünya hem âhiret nâmına kazançlı çıksak, ideal ve örnek bir nesil yetiştirsek…

Çünkü O, «üsve-i hasene»dir.

Akraba ve dostlarımızla münasebetlerimizde O’nu örnek alsak; hep güzel tavırlı, iyiliği-güzelliği tercih eden, doğru ve müsbet davranışlı mü’minler olabilsek…

Sosyal hayat içerisinde de yine O’nunla el ele yürüyebilsek… Fakir-fukarâya, ihtiyaçlıya sahip çıkarak, kimseleri küçük görmeden, makam-mevki taassubundaki kibri kırarak insanlarla gönül gönüle, samimâne yaşasak…

Çünkü O, «üsve-i hasene»dir.

İbâdetlerimize O -aleyhissalâtü vesselâm-’ın aşkını, şevkini taşıyabilsek…

Gönül dağınıklığından, zihin karmaşasından, yürek katılığından kurtularak O’na ve O’nun davranışlarına yürümeli…

Sadece mü’minler değil bütün bir insanlık O’nunla yürümeli. “Altta kalanın canı çıksın.” fikrinin peşine takılan, mazlumları ezen, yetimi-yoksulu üzen şu zalim dünyada herkes O’nunla yürek yüreğe daha iyi bir dünyaya yürümeli…

Çünkü O, «üsve-i hasene»dir.

O hem fânîye hem bâkîye yegâne umuttur, ümittir. «Bittim, mahvoldum…» denilen yerde O’nun getirdiği prensiplerle beşer derhâl canlanır. Samimî bir tevbe ve istiğfârın çözemeyeceği sıkıntı yoktur. Yeter ki yeni bir ümit heyecanıyla, umutsuzlar o kapıya dayansın. O son Peygamber Hazret-i Muhammed -aleyhisselâm-; bugün insanların dünyevî hayatlarına teşrif etse, emin olunuz pek çok problem hallolacaktır. O -aleyhisselâm-; insanlığın hayatını teşrif etse, bütün bir beşeriyet, içinde bulunduğu zulümkâr, hak-hukuk tanımaz hâllerinden kurtulacaktır. Medeniyet tasavvurumuza, idare sistemimize, eğitim ve irfan hayatımıza da Peygamberî düsturlar mutlaka gelmelidir.

Çünkü O, «üsve-i hasene»dir.

Şu «Rebîülevvel»in kutlu ikliminde, O Sevgili Nebî’yi bir kez daha anlamaya ve hayatımızı O’nun prensipleriyle sorgulamaya ne dersiniz?