DİJİTAL DÜNYAYA HAZIR MIYIZ?

YAZAR : Ayla AĞABEGÜM agabegumayla@gmail.com

Bizim nesil dijital dünyadan uzaktı ve direndi. Genç nesille övünürken yıllar geçti ve şikâyetler başladı, şu anda psikologlar devrede.

Aileler telâş içinde, farkında değiller onlar da aynı çaresizliğin içinde…

Ben cep telefonuna direnenlerdenim. Rahmetli annemin göz ameliyatında mecbur kalıp almıştım. O zamanlar telefonların içinde kullanma kılavuzları vardı. Yardım almadan kullanabilirdik. Sonra bilgisayara direndim. Ayırım yapmadan değişik kesimlerin gazetelerini okurdum.

«Bu ev benim, bu sokak benim, bu mahalle benim, bu şehir benim, bu ülke benim!» anlayışıyla yetiştirildiğim için; gazeteler, televizyonlar, tiyatrolar, filmler, hükûmetlerin aldığı kararlar ilgi sahamın içindedir, o konuda söz söyleme hakkımın var olduğuna inanırım. O yıllarda gazetenin birinde; Türk düşmanı, tasavvuf düşmanı yazılar yazan yazarları tenkit için, gazeteye ve yazarlara ulaşmam gerekiyordu. Dergi yazılarımı daktiloyla yazarken, tenkit yazılarımın bilgisayar modasına uyarak yazılması gerekiyordu. Bilgisayarı alarak tenkitlerimi yazmaya başladım.

Başarılı da oldum, zira yolsuzluk yapanlara şantaj yapanlar olur. Peki yazara, gazetelere de şantaj metotları yok mu, olmaz olur mu? Gazete ve televizyonların sahipleri; toplum içindeki yerlerini korumak isterler, o zaman toplumu üzen yazıları gündeme getirmeyi denersiniz. Okulları, dershâneleri varsa, bu yazıları velilere ulaştıracağınızı yazarsınız. Ben de öyle yaptım ve başarılı oldum. Ancak vatanı kurtarırken bilgisayarın ağına düşmüş, gece yarılarına kadar gazetelerin köşe yazılarını okumaya başlamıştım. Bilgisayarın başından kalkmak istemiyordum. Çareyi psikoloğa gitmeden bulmalıydım. Kapattım ve aylarca kullanmadım. Tekrar daktiloma döndüm.

Sonra bilgisayarım bozuldu. Yenisini almamak için direnirken yeğenim bir tablet getirdi; oldukça sevimliydi, bu arada daktilom da bozuldu, tamirci bulmak da zorlaşmıştı. Elle yazarsam nasıl ulaştıracaktım, faksla ulaştırmaya başladım, faksım da bozulunca tembellik edip yazmamaya başladım ve uzun süredir siz sevgili okuyucularımdan uzak kaldım. Şimdi tabletin başındayım, yazmaya karar verdiğime göre, tekrar küçük bir bilgisayarla da barışmalıyım.

Bu arada geçen yıl emektar basit telefonum bozuldu. Benimki gibi olan telefonlar piyasadan kalkmış, akıllı telefonlar onların yerini almış, inanamadım;

“–Vitrinde olanı verin!” dedim;

“–O maket…” dediler. Şaka yaptıklarını düşündüm, gerçekmiş. Fiyatlarını duyunca, hayretim bir kat daha arttı. İlkokul çocuklarının elinde bile olan bu telefonları aileler nasıl alabiliyordu, dört kişilik bir aile, bu masrafa nasıl katlanıyordu? Nihayet taksitle benim de bir akıllı telefonum oldu. Kutunun içinde kullanma kılavuzu yoktu. Ben o telefonu nasıl kullanacaktım… Aldığımız bütün elektronik cihazlarda kullanma kılavuzu varken, telefonda olmamasına akıl erdiremedim. Bu arada mesajlar gelmeye başladı. Kendilerini tanımadığım bir grup beni «Whatsapp»larına eklemiş, gece saat on ikiye kadar mesaj yağdı.

Dînî mesajlar, tarifler, boş konuşmalar… Sabah bir bilenden yardım alarak telefona alışmaya çalıştım. Peki zor durumda olan yaşlılar bu akıllı telefonlarla nasıl baş edebilecekti? Edebiyatımız, dijital telefon fıkraları kazanmıştı. Acımasız bir dijital dünyanın oyuncağı olmuştuk. Ertesi gün ilk işim beni gruplarına alan hanımlara mesaj yollamak oldu:

“Arkadaşlar beni grubunuza alırken sormanız gerekmez miydi? Merak ediyorum… Aralıksız mesajlaştınız, siz mesaja bakmadan hayatınızı devam ettiremiyorsunuz. Bu arada yemek yaparken, namaz kılarken, misafir varken de aklınızın bir parçası mesajlarda olabilir mi?”

Hanımlara bir «watsap kılavuzu» hazırlamaya karar verdim, sizlerle de paylaşırım. Bu arada 15 Temmuz sonrası Facebook’a girmeye de karar verdim. Zira gençlere söyleyeceklerimiz olmalı, bu konuya da gelecek sayıda devam etmek dileğiyle…

2016 Nisan’ında yazdığım bir yazıyı nedense arkadaşlar birkaç gündür paylaşıyor. Ben de sizinle paylaşmak istedim:

“Sayın Başbakanımız,

«Edep Yâ Hû» levhasını bütün partilerin, gazetelerin, televizyon binalarının, meclisin, eğitim kuruluşlarının, hastahânelerin, resmî devlet dairelerinin girişlerine asmalıyız. Asmakla kalmayalım! Bu anlayışı yaşayacak insan yetiştirmek için, yeni eğitim projelerine imza atalım. İlâhî adâlet tecellî ettiğinde; «Ben suçsuzum!» diyebilir miyiz?

Dinlerken bile tarafsız olarak düşünemiyorsak, düşündüğümüzü tarafsız olarak söyleyemiyorsak, suçun içinde sayılmaz mıyız? Bu konuda hangi parti mensubu, hangimiz daha az günahkârız? Tarafsız olarak hesap vermeye hazır mıyız?”