Yardımlaşmanın Toplumun Barışına Katkısı

YAZAR : Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

İnsan toplum hâlinde yaşayan bir varlıktır. Yüce kitâbımız Kur’ân-ı Kerim’de bu husus birçok âyette işlenmiştir:

“Ve (Allah), onların kalplerini birleştirmiştir.

Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin, fakat;

• Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı.

Çünkü O, mutlak gāliptir, hikmet sahibidir.” (el-Enfâl, 63)

Medineli Evs ve Hazrec kabîleleri arasında sonu gelmeyen müthiş bir düşmanlık vardı. Aralarında kanlı savaşlar olmuş ve her iki tarafın ileri gelenlerinden birçoğu ölmüştü. Uzun zaman birbirlerinden intikam almak için uğraştılar. Allah onları İslâm ile şereflendirince intikam alma duygusunu da onlardan kaldırdı, birleştiler, kucaklaştılar ve kaynaştılar. İşte belirtilen âyette bu ve benzeri kaynaşmalara işaret edilmektedir. Bundan başka pek çok âyet ve hadîs-i şeriflerde; insanın sosyal bir varlık olması münasebetiyle, toplum hayatını düzenleyen hükümler konmuştur.

Peygamberimiz Hazret-i Muhammed -aleyhisselâm-’ın hayatına bakarak da müslüman kişinin topluma sırtını dönük yaşamasının kabul edilmediğini, hattâ toplumdan kopuk bir köşeye çekilmiş olarak hayatını devam ettirmesinin mümkün olmadığını anlayabiliriz. Müslüman kişi sosyal bir varlık olmanın getirdiği sorumlulukla, toplumda her gün iyi-kötü birçok hâdiseyle karşılaşabilmekte ve ona göre tavır belirlemektedir. Bu tavırlar, Cenâb-ı Hakk’ın gösterdiği çizgide olduğu takdirde mü’min, hem kendisi erdem sahibi fazîletli davranışlar geliştirmiş olur hem de bâkî olan âlemde verilecek hesabını kolaylaştırmış olur. Dünyada yüce Rabbin iradesini şahıslarında gerçekleştiren insanlar; başka insanlardan gelebilecek eziyet ve sıkıntılara katlanırlar, hattâ çevrelerindeki insanların mutluluğu için çalışarak toplum barışına pozitif katkı sağlarlar. Dolayısıyla güzel dînimiz İslâmiyet; sadece kişilerin özel hayatlarına şâmil değil, sosyal hayatla alâkalı çok önemli kaideler vaz etmiş ve her zaman ahlâkî kaideleri ön plânda tutmuştur.

Kur’ân-ı Kerim’de muhtelif âyetlerde; müslümanlar arasında sevgi ve kardeşliğin olması gerektiği, hattâ birbirlerine kardeş olarak sahip çıkmaları gerektiği konuları hep vurgulanmıştır:

“Mü’minler ancak kardeştirler.

Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz.” (el-Hucurât, 10)

“Hep birlikte Allâh’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın.

Allâh’ın size olan nimetini hatırlayın:

➢ Hani siz birbirinize düşman kişilerdiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz.

➢ Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı.

İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.” (Âl-i İmrân, 103)

Şimdi olduğu gibi eskiden Medineli ensârın nasıl muhâcir kardeşlerine yardım ettikleri hususu da belirtilir:

“Onlar, hicret edip yanlarına gelenleri severler.” (el-Haşr, 9)

İslâm’ın yüce önderi de bu hususlarda muhteşem tespitlerde bulunmuştur. İşte Peygamberimiz -aleyhis­selâm-’ın bu konudaki hadisleri:

“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine şefkat göstermekte ve korumakta, herhangi bir organı rahatsız olduğunda diğer organları da bu yüzden uykusuzluğa ve hummaya tutulmuş bir vücut gibidirler.” (Buhârî, Edeb, 27)

“Müslüman müslümanın kardeşidir.

Ona ihânet etmez, yalan söylemez, onu sıkıntıda bırakmaz.

Her müslümanın diğerine namusu, malı ve kanı haramdır.

Takvâ işte buradadır (kalptedir).

Bir kimsenin müslüman kardeşini hor görmesi, kendisine yapacağı kötülük olarak yeter.” (Tirmizî, Birr, 18)

“Kim müslüman kardeşinin ihtiyacını giderirse, Allah da onun ihtiyacını giderir.

Kim müslüman kardeşini bir sıkıntıdan kurtarırsa Allah da onu sıkıntıdan kurtarır.

Kim müslüman kardeşinin bir kusurunu gizlerse Allah da onun kusurunu gizler (affeder).” (Müslim, Birr, 58)

İNFÂK ET ALLAH İÇİN!

Eskiye göre epeyce zenginleşen bir dünyada yaşayan insanlar, dün olduğu gibi bugün az şeyle yetinmiyorlar. Her zaman almayı, tüketmeyi önceleyen bir anlayışın hâkim olduğu bu dünyada müslümanlar, kendi prensiplerini bir kenara bırakıp içinde ömür sürdürdükleri hayat tarzının dayatmalarına kendilerini teslim etmiş durumdalar. Günümüzde tüketim toplumu, insanlara devamlı ihtiyaç fazlasını almayı sadece benimsetmiyor hattâ emrediyor. İnsan yedikçe iştahı daha çok artıyor, doydukça da artık ufak şeylerden memnun olmayıp tatminsizleşiyor.

Hâlbuki biz ihtiyaç fazlasını diğer ihtiyaç sahibi kardeşlerimizle paylaşan ve bundan büyük haz alan bir medeniyetin çocuklarıyız. Bugün Avrupa’nın işe yaramaz ve son derece sağlıksız prensipleriyle hayatı doyumsuzca yaşıyoruz. Biraz aklımızı kullansak daha iyi olacak. Bilindiği gibi dünya nüfusunun üçte biri beslenme yetersizliğinden, üçte ikisi de yanlış ve kötü beslenme sebebiyle birçok hastalıkla yüz yüzedir. Ne yazık ki ülkemizde de «obez» insanların sayısı az değil, hattâ günbegün gereğinden fazla kilolu insanların sayısı artmakta. Son derece sağlıksız ve kimyevî maddelerin karıştığı günümüz gıdalarının sıhhati de ayrı bir tartışma konusu!

İnanan mü’min kişiler için, ihtiyaç fazlası her malda üçüncü şahısların yani diğer ihtiyaçlı kişilerin hakkı vardır. Aslında ferdî ihtiyaçların ölçüsü, kişilerin vicdanıdır. Vicdan, vâr olanı vermeyi ister. Çünkü mal, varlık, zenginlik; kullara yüce Yaratıcı tarafından emâneten verilmiştir. İşte mü’min bu noktada, ihtiyaç fazlasını hakikî ihtiyaçlıya dağıtmakla daha açıkçası «infâk» etmek ile mükelleftir. İnfak, Allah Teâlâ’nın mü’mine ikram ettiğinden yine O’nun rızâsını gözeterek Allah -celle celâlühû- için vermektir. Bu sahip olunana bir çeşit şükür ifadesidir. İnfak; insanı cömert yapar, cimrilikten sıyırır. İnfâk eden; kendi sevdiğinden, kendi beğendiğinden vermelidir. Bunu yapan kişinin gönlünü sevinç kaplar, gözleri ışıldar, kalbi yumuşar, rûhu ve bedeni müthiş bir potansiyel enerjiyle dolar. İnfak, kulu Rabbe yaklaştıran bir ibâdettir. Sırf Allah için vermek; aynı zamanda malı da ömrü de bereketlendirir. Mü’minin affına ve mağfiretine vesile olur. İçinde yaşadığımız cemiyette bir sosyal dayanışma vazifesi gören infak, toplumun huzuruna önemli katkı sağlar. Böyle yapmak müttakî mü’minlerin vasıflarıdır.

Nitekim mukaddes kitâbımız Kur’ân-ı Kerim’de;

“O müttakîler ki görünmeyen âleme inanırlar. Namazlarını tam dikkatle îfâ ederler. Kendilerine ihsan ettiğimiz nimetlerden infâk ederler.” (el-Bakara, 2-3) buyurulur. Âyetten de anlaşılacağı üzere Cenâb-ı Hak bizzat infâkı kullarından istemektedir.

İslam âlimleri infâkın farz olanını «zekât», vâcib olanını «fıtır sadakası», diğerlerini de «sadaka» olarak tanımlarlar. Bu tür hayır ibâdetleri, daha çok sevap olması cihetiyle genellikle Ramazan ayında îfâ edilir. Kurban Bayramı’nın yaklaştığı şu günlerde yine zekâtlarımızı, sadakalarımızı cömertçe verelim. Zekâtın ve fıtır sadakalarının gizlisi, saklısı olmaz. Ama diğer nâfile olan sadakaların; riyâ ve gösteriş olmasın, kişinin nefsi bu hayırlı işten nemâlanmasın diye gizli tutulması tercih edilir.

Müslüman kişilerin üzerlerinde bir borç durumunda olan zekâtların ve fıtır sadakalarının ihmal edilmeden ihtiyaçlıya takdim edilmesi, inanan insanların en aslî ve kudsî vazifesidir. Bu hayırlar en asgarîsinden değil en fazlasından verilse ne iyi olur! Malın kırkta birinin zekât olarak verilmesi en alt limittir. Verelim Allah -celle celâlühû- için mütemâdiyen, hem de çokça, bolca verelim. Verirken aile efrâdımızın bütün üyeleriyle birlikte bu işi yapalım, hattâ bu hayır işini mümkünse çocuklarımıza yaptıralım ki onlar da ihtiyaçlıya vermenin gerekli olduğunu idrak etsinler.

Bugünün müslüman insanları; kendilerine «ihtiyaçlıya verme» prensibine dayanan bir hayat programı çizse, dünya ve âhiretleri adına çok kârlı bir iş yapmış olurlar! Yaşadığımız dünyada; pek çok aç ve açıkta, muhtaç insan varken, günümüz ailelerinin tüm üyelerine bilhassa da çocukların ruhlarına «infak» yapma duygusu mutlaka yerleştirilmelidir. Büyükler verirken çocuklar da bu işin ehemmiyetini anlamış olacaklardır.

Cenâb-ı Hakk’ın bizlere lutfettiklerinden, bahşettiklerinden başkalarını faydalandırma duygusu bir nevî yüce Yaratıcı’ya olan şükran borcumuzdur. Hayatımız bu güzel hasleti îfâ etmenin mutluluğuyla huzur bulsun. Kim etrafını infâkıyla sevindirirse ne mutlu ona!