VEDÂ-YI NEBÎ (s.a.s)

YAZAR : Sami GÖKSÜN

Vedâ Hutbesi hicrî 10. yılda (mîlâdî 23 Şubat 632) Hazret-i Peygamber Efendimiz’in hac farîzasını îfâ için Mekke’ye gelip, Vedâ Haccı sırasında okuduğu hutbeye verilen isimdir. Vedâ Hutbesi, o sene haccın vakfesini yapmak üzere Arafat’ta toplanmış 120.000’den fazla müslümana îrâd edilmiş bir hutbedir.

Bu hutbe, temel bir kanun olarak insanın hak ve vazifelerini hulâsa etmektedir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu hutbeyi okuduktan üç ay sonra vefat etmiştir. Efendimiz böylece ashâbına açık bir vedâ, aynı zamanda da hakikî bir vasiyette bulunmuştur. O gün Arafat’ta bulunan mahşerî kalabalığa hitap etmeye başlamadan önce, Cerir bin Abdullah -radıyallâhu anh- vasıtasıyla halkın sükûnetini temin etmiş ve sahâbîlerden Rebîa bin Ümeyye -radıyallâhu anh- gibi gür sesli münâdîler vazifelendirerek, okunan hutbe cümlelerinin tekrar edilip her taraftan duyulmasını temin etmiştir. Sonra Cenâb-ı Hakk’a hamd ü senâ ederek şu tarihî hutbesini îrâd etmiştir. İslâm tarihinde «Vedâ Hutbesi» olarak tescil edilen bu önemli hutbenin en meşhur ifadeleri şunlardır:

“Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedî olarak bir daha buluşamayacağım.

Ey insanlar! Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübârek bir şehir ise; canlarınız, mallarınız, ırzlarınız da öyle mukaddestir; her türlü tecavüzden korunmuştur.

Ashâbım! Yarın Rabbinize kavuşacaksınız. Ve bugünkü her hâl ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız! Sakın benden sonra sapıklıklara düşüp de birbirinizin boynunu vurmayınız. Bu vasiyetimi burada bulunanlar bulunmayanlara bildirsin. Olabilir ki; bildirilen kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlayarak muhafaza etmiş bulunur.

Ashâbım! Kimin yanında bir emânet varsa onu sahibine versin! Fâizin her çeşidi kaldırılmıştır. Ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını ödemek gerekir. Ne zulmediniz ne de zulme uğrayınız. Allâh’ın emriyle fâizcilik artık yasaktır. Câhiliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü, ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz de Abdulmuttalib’in oğlu Abbâs’ın fâizidir…

Ashâbım! Câhiliyye devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. İlk kaldırdığım kan dâvâsı Abdulmuttalib’in torunu Rebîa’nın kan dâvâsıdır…

Ey insanlar! Kadınlarınızın haklarına riâyet etmenizi ve bu hususta Allah’tan kokmanızı tavsiye ederim… Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır…

Ey mü’minler! Size iki emânet bırakıyorum ki; siz onlara sıkı sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç sapıtmazsınız. O emânetler; Allâh’ın kitabı Kur’ân-ı Kerim ve benim sünnetimdir.

Ey mü’minler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi muhafaza ediniz! Müslüman müslümanın kardeşidir ve böylece bütün müslümanlar kardeştirler. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz, başkasına helâl değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisi vermiş olsun. Nefsinize de zulmetmeyiniz! Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır… Cenâb-ı Hak her hak sahibine hakkını (Kur’ân’da) vermiştir…”

Hutbenin sona ermesinden sonra Peygamber Efendimiz huzurdaki o muazzam topluluğa;

“–Ey insanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne dersiniz?” diye sordu. Ashâb-ı kiram;

“–«Allâh’ın risâletini tebliğ ettin, risâlet vazifeni îfâ ettin, bize vasiyet ve nasihatte bulundun!» diye şahâdet ederiz.” dediler. Rasûl-i Ekrem; mübârek şahâdet parmağını göğe doğru kaldırarak, sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek üç kere;

“–Şahid ol yâ Rab! Şahid ol yâ Rab! Şahid ol yâ Rab!” buyurdu.

Bu hutbe; İslâm’ın temel hususlarına temas etmesi, câhiliyye adetlerini ortadan kaldırması, eşitlik, hürriyet, kan dâvâları, fâizin yasaklanması, emânet; özellikle insan hakları, aile hukuku içinde yer alan karı-koca hakları, vasiyet, nesep, zinâ, borç ve kefâlet gibi hukukî meselelere yer vermesi açısından oldukça önemlidir.

Hazret-i Peygamber Efendimiz’in bu hutbesi; yalnız müslümanlara okunmuş, sıradan bir hutbe olmayıp, bütün insanları kapsayan tarihî bir hutbe ve bir «İnsan Hakları Âlemşümul Beyannâmesi»dir.

Bu hutbede konu olan mevzuları kısaca tahlil edersek, görürüz ki; …

“Canlarınız… her türlü tecavüzden korunmuştur.” ifadesi; kanlarınız, yani canlarınız mukaddestir, dokunulmaz demektir. Buna göre, insanın yaşama hakkının tabiî bir hak olduğu ve câna dokunmanın, ona tecavüz etmenin dînen ve hukuken yasak ve haram olduğu ortaya çıkmaktadır. Zaten İslâm’a göre kişinin hayatına kastetmek, hayat hakkını elinden almak haramdır. Kur’ân-ı Kerim’de iki yerde bu konuda şöyle buyurulmaktadır:

“Allâh’ın yasakladığı câna haksız yere kıymayın…” (el-En‘âm, 151)

“Mallarınız her türlü tecavüzden korunmuştur…” ifadesi ise, insanların mallarının garanti altına alındığını, kişinin mülkiyetinde olan bir şeyin haksız yere alınamayacağını; ancak malın meşrû ölçüler dâhilinde elde edilebileceğini ortaya koymaktadır. Bu cümleden olarak Kur’ân-ı Kerim’de de şöyle buyurulmaktadır:

“Ey inananlar! Mallarınızı aranızda haksızlıkla değil, karşılıklı rızâ ile yapılan ticaretle yiyin, haram ile nefsinizi mahvetmeyin. Allah şüphesiz ki size merhamet eder.” (en-Nisâ, 29)

“Irzlarınız her türlü tecavüzden korunmuştur…” ifadesi de kişilerin ırz ve namusunun muhterem ve dokunulmaz olduğunu kesin çizgilerle belirlemektedir.

“Fâizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır.” buyururken, haksız kazancın yasak olduğunu belirtmiştir, sömürü ve tefecilik sistemini ortadan kaldırmıştır.

“…Câhiliyye devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır.” Böylece toplumu perişan eden terör ve anarşi ortadan kaldırılmıştır. Özlenen birlik ve kardeşlik tesis edilmiştir.

Bu hutbesinde Efendimiz’in üzerinde durduğu önemli konulardan birisi de, aile hukukunun özünü teşkil eden kadın hakları ve karı-koca haklarıdır. Rasûl-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Ey insanlar! Kadınların haklarına riâyet etmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim… Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır…” Bu noktada Efendimiz; hakların korunmasını tavsiye ederken, tersi durumda Allah’tan gelebilecek cezadan sakınılmasını istemektedir.

Ayrıca Peygamberimiz’in bu hutbesinde, fert ve toplum hayatında son derece önemli olan şu hususlara da dikkat çektiği görülmektedir:

Kur’ân-ı Kerîm’i emânet olarak insanlara bıraktığını belirterek, ona sımsıkı sarılmalarını tavsiye etmiştir.

“Müslüman müslümanın kardeşidir.” prensibinden hareketle Allâh’a ve diğer îman esaslarına inanan insanların arasında bir din bağının bulunduğunu belirtmiş, bütün müslümanların kardeş olduğunu hatırlatmıştır.

Hazret-i Peygamber Efendimiz; bizzat yaptığı tavsiyelerin, dinleyenler tarafından orada hazır bulunmayanlara da tebliğ edilerek anlatılmasını tembih etmiştir.

Vedâ Hutbesi’nde, görüldüğü gibi, hulâsa olarak; kişi dokunulmazlığı, hayat hakkı, mesken masûniyeti, sosyal güvenlik, aile hukuku gibi konular üzerinde durulmuştur.

Bu hutbenin îrâd olunduğu gün İslâmiyet; bütün kudret ve ihtişamıyla dünyaya hitap ediyor, câhiliyye döneminin bütün karanlıklarıyla ve sapkınlıklarıyla geçmiş ve kapanmış olduğunu bildiriyordu.

Vedâ Hutbesi; o gün, geleceğin hukuk, siyaset ve idare dünyasına çok yönlü tesir yapmış olan bir vesikadır. Bilhassa müslümanlar; hayatlarında Hazret-i Peygamber’i kendilerine örnek kabul ettiklerinden, her alanda O’nun izleri görülür.

Yüce Rabbimiz bu hutbeyi en güzel bir şekilde anlamayı ve sahâbe efendilerimiz gibi yaşamayı cümlemize müyesser eylesin!..

Âmîn…