HÜZÜN TÜRKÜLERİ…

ŞAİR : Servet YÜKSEL servety@t-online.de

Bir kötüye düşüp, solan dilberin,
Elâ gözlerinden akar türküler…
Kapımızı çalan kara haberin,
Ardından yakılır; yakar türküler…

Yaylalarda kuzularla meleşir,
Kırşehir’in bağlarında eğleşir,
Gurbetlerde turnalarla söyleşir,
Hasretle yollara bakar türküler…

Boynu bükük, uzaklardan ünlermiş,
Bülbüllerin feryâdını dinlermiş,
«Gelme ecel gelme!» diye inlermiş,
Hele ayrılıktan bıkar türküler…

Koç yiğitler gibi pusatlanırmış,
Kıratın yanında kanatlanırmış,
Zalimi, kalleşi, merdi tanırmış,
Köroğlu’yla dağa çıkar türküler…

Toroslarda elif elif esermiş,
Şairlerin nefesini kesermiş,
Sevdiğine nazlanır da küsermiş,
Bazı kaşlarını yıkar türküler…

Yalnızlığın dumanında, sisinde,
Çoban ateşinde, kaval sesinde,
Sıla toprağında, yâr sînesinde,
Mor menekşe, çiğdem kokar türküler…

Âşıklar, ozanlar saza vuranda,
Çaresizlik dört yanımı saranda,
Sevdam kaldı ağam tipi-boranda,
Yaman Erzurum’da hep kar türküler…

Ah Mehmed’im hâlâ çöllerde misin?
Her sabah ağlayan güllerde misin?
Sonsuzluğa esen yellerde misin?
Yemenlerde hüzün, efkâr türküler…

Bir hayal mi oldu Aslı-Şirinler?
Nerelerde allı-telli gelinler?
Gönül, çeşme başlarında serinler,
Kızları peşine takar türküler…

Bu meydanda davul, zurna çalmalı,
Elbet söz, kılıçtan keskin olmalı,
Şânı, nâmı nağmelerde kalmalı,
Efemdeki heybet, vakar türküler…

Aşk üstüne döner küremiz bizim,
Cânâna can vermek töremiz bizim,
Öyle güzel ki her yöremiz bizim,
Bir başka makamda çakar türküler…