BOSNA-HERSEK NOTLARI -2-

YAZAR : Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ ogmusharun@yahoo.com

İnsanların sırf müslüman kimlikleri sebebiyle büyük zulümlere maruz kaldığı ve -Saraybosna’da, Mostar’da ve daha başka yerlerde kurşunlarla delik deşik olmuş birçok binanın şuurlu olarak hasarlı hâlde muhafaza edilişinden anlaşıldığı üzere- savaşın hâtıralarının hâlâ unutulmadığı Bosna’da, bir kısmını tanıttığımız camilerin çevresi dışında maalesef İslâmî bir hava hissedilmiyor. Rehberimize; savaş esnasında Türkiye’ye, bu arada benim de o zaman yaşamakta olduğum şehre gelip halka hitap eden sarıklı-sakallı mücâhidlerin nerede olduğunu soruyorum.

“–Onlar hak ettikleri değeri görmediler abi!” meâlinde bir cevap alıyorum. Anlaşılan -böyle durumlarda genellikle olduğu gibi- yapılan anlaşma gereği onlar, zarurî olarak saf dışı edilmişlerdi. Saraybosna’da kaldığımız otelin yanında çay ocağı işletmekte olan Erzurumlu bir esnaf ise; aynı soruya, benim hoşlanmadığım ve bu sebeple burada aktarmayacağım türden, müslümanları ayrıştırıcı mahiyette bir cevap vermişti. Bununla birlikte ben, Mostar’da nehrin Hırvatlar tarafındaki yakasında tarihî köprüye yakın olan bir mescidde sarıklı-sakallı biriyle karşılaşma şerefine erdim! Acelesi olduğu anlaşılan ve bu sebeple kısa süre Arapça konuşup anlaşabildiğimiz genç yaşlardaki bu kişi, kendisinin «dâî/davetçi» olduğunu söyledi. Davetini ayrıştırıcı şekilde yapmaması kaydıyla, keşke davette bulunsun da ülkesinde İslâm’ın tezâhürleri artsın! İki günlük müşâhedelerimden hareketle mutlak hükümlerde bulunmak istemem, ama görebildiğim kadarıyla -ülkemizin büyük bir kesimi için olduğu gibi- Bosna’da da İslâm maalesef bir kimlikten ibaret! Bunu Boşnak kardeşlerimizi kınamak için yazmıyorum. Hâşâ! Ne yaptık ki bundan öte bir beklenti içinde olalım? Uğradıkları onca baskıya rağmen müslümanlıklarını muhafaza edebilmişler, bu şuuru kaybetmemişler ya, buna da şükür!

Yine de Saraybosna’da Hünkâr Camii ve Gazi Hüsrev Bey Camii çevresinde İslâmî atmosfer çok yoğun hissediliyor. İki cami de çok güzel ve bizimse süremiz çok kısa olunca, hangisinde daha çok vakit geçireceğimizi şaşırdık. Gündüz rehberimiz eşliğinde gezerken, Hünkâr Camii’nde bir nikâh merasimine rast geldik. Orada ikāme ettiğimiz akşam namazı sonrasında ise, Amme Cüzü’nü ezberlemiş çocuklar için yapılan icâzet kabîlinden bir ihtifâle tesadüf ettik. Kızlı-erkekli çocuklar, bir kandil gecesine tevâfuk eden o akşam; anne-babalarının da bulunduğu büyük bir kalabalık önünde kimi teker teker, kimi ikişerli-üçerli, kimi sûreleri paylaşarak bütün cüzü yaşlarına göre oldukça başarılı bir şekilde okudular. Biz programın sonuna doğru, yatsı namazına Gazi Hüsrev Bey Camii’ne yetişmek üzere ayrıldık.

İki gazinin eseri olan bu camilerin ve Çarşı Camii’nin Saraybosna’ya verdiği ruh ne ise, Mostar’da nehrin kuzeydoğu kısmında köprüye yakın yerde 1618’de yapılmış olan Koski Mehmed Paşa Camii’nin de bulunduğu şehre verdiği ruh o… Camiyi Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı restore etmiş ve ayrıca savaşta yıkılmış olan minaresini de yenileyerek ibâdete açmış. Adı geçen Koski Mehmed Paşa, Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa’nın yetiştirmelerinden imiş. Nehrin güneybatı kısmında, köprüye yakın mahallerde birkaç tarihî mescid daha var.

Menkıbevî bir yapılış hikâyesi olan Mostar Köprüsü; Sinan’ın talebelerinden Hayreddin tarafından yapılmış, 1993’te Hırvatların şu an büyük haçın dikili olduğu tepeden yaptıkları top atışlarıyla yıkılmış. Savaş sonrasında Dünya Bankası, Türkiye, Hırvatistan vb. ülkelerin katkılarıyla bir Türk firması tarafından aslına uygun olarak yeniden yapılmış. Söylendiğine göre, Mostar’da, oldukça yüksek görünen köprüden atlayamayan gence kız verilmiyormuş. Köprü üzerinde duran gençler; geçmekte olan turistlere, para karşılığında nehre atlamak sûretiyle heyecanı yüksek bir temâşâ sunmayı teklif ediyorlar. Köprü, şehri ikiye ayıran ve ileride Buna Nehri ile birleşen bir nehrin üzerine kurulmuş. Şehirde Hırvatların yerleşik olduğu kesimden akıp, ana nehre karışan başka nehirler de var. Türk Konsolosluğu ve Yunus Emre Enstitüsü de Koski Mehmed Paşa Camii’nin hizasında, köprüye yakın bir yerde hizmet veriyor.

Blagay; Mostar’ın 12 kilometre aşağısında yer alan, 8 bin nüfuslu ve yüzde 99’unu müslümanların oluşturduğu bir kasaba. Burası 1468’de fethedilen Hersek bölgesinin ilk fethedilen noktası imiş. Fetih esnasında yirmi hânelik küçük bir köy iken, daha sonra gelişmiş. Burada Horasan dervişlerinden Sarı Saltuk’un TİKA tarafından restore edilmiş tekke ve türbesi var. Benzer kişilerde hep olduğu üzere; Rumeli’nde 11 farklı yerde daha tekke ve türbesi olan, ama büyük ihtimalle Romanya’da bir yerde yattığı söylenen Sarı Saltuk, buralara fetihten önce insanlara dîni tebliğ etmek amacıyla gelip bu tekkeyi kurmuş. Her yıl Mayıs ayında, dünyanın dört bir yanından gelen dervişler burada toplanıyorlarmış. Tekke, altından Buna Nehri’nin çıktığı yalçın bir kayanın yanında kurulmuş. Bu kayayı ve belki ondan da yüksek bir kaya üstünde kurulmuş olan Potiçer’i düşünüyorum… Sonra Saraybosna’dan Mostar’a gelirken aştığımız etrafı uçurumlarla dolu yüksek dağları ve derin vadileri, coşkun akan nehirleri gözümün önüne getiriyorum… Ve sonunda kendi kendime şu hükme varıyorum: Böyle çetin bir coğrafya, ne kadar güçlü olursa olsun yalnızca askerî bir güçle fethedilemez!

Blagay’da ayrıca Sultan Süleyman Camii var. Tek taş minareli, çatılı bir cami. Kapı üstündeki eski yazılı kitâbeden hatırımda kalan bir mısra:

«Süleyman Hân-ı Kānûnî»

Namaz vakti geçtiği için açık değildi, bu sebeple namazımızı son cemaat mahallinde kıldık. Tamiri için yardım isteyen muhtelif dildeki yazılardan, tamire muhtaç olduğu anlaşılıyor.

Potiçer ise Blagay’ın da güneyinde yer alan, Şişman İbrahim Paşa tarafından fethedilmiş bir köy. Fetihten sonra gelişen köyün, mescidi de dâhil olmak üzere bir kısmı çok yalçın bir kaya üstünde kurulmuş. Gittiğimiz yerler içinde Adriyatik’e en yakın nokta olan Potiçer; 1699’da imzalanan Karlofça Anlaşması’yla Venedik’e verilmiş, ancak 1717’de geri alınmış. 1993’te Sırplar tarafından yıkılan köy, TİKA tarafından imar edilmiş. Şu an UNESCO’nun himayesi altında.

Hersek bölgesi Adriyatik’e yakın olduğu için, daha sıcak bir iklime sahip. Saraybosna-Mostar yolu üzerinde bulunan Kuriç ve Jablanica, Mostar’dan sonra bölgenin en büyük yerleşim yerleri. Her ikisinin de yüzde 70’i Boşnak, gerisi ise Hırvat. Her ikisinde de savaşın izlerini gösteren kurşun ve bombalarla delik deşik binaları görmek mümkün. Kuriç’te doğan Dectna Nehri Mostar’a kadar yol boyu akıyor. Üzerine birçok baraj kurulmuş. Nehir üzerinde 1682’de yapılıp İkinci Dünya Savaşı’nda Hitler tarafından yıkılan bir köprü, TİKA tarafından yeniden yapılmış. Kocaeli Belediyesi de Jablanica’da bir cami yaptırmış. Jablanica İkinci Dünya Savaşı tarihi bakımından da ehemmiyet arz eden bir yer. Tito; buradaki köprüyü yıkarak, Almanların silâh ve benzin ikmâli yapmasını engellemek sûretiyle Hitler’i güç durumda bırakarak mağlûp etmiş. Söz konusu köprü, hâlâ yıkık vaziyette durmakta. Yol boyunca Tito’nun yaptırdığı 8-10 kadar tünelden geçtik. Mostar’ı geçtikten sonraki düzlüklerde, çok bakımlı ve muntazam görünen geniş üzüm bağları uzanıyor. Aslında Mostar, Tito’nun zamanında kamyon ve uçak parçası imal edilen bir sanayi şehri imiş. Şu anda ise ziraat ve turizm şehri hâline gelmiş. Rehberimizin belirttiğine göre, ülkeye yapılan dış yardımlar da halkı meskenet ve tembelliğe alıştırmış.

Bosna-Hersek tabiat manzaraları bakımından da fevkalâde bir ülke. Her taraf yeşillik ve su… Âdeta her dağ ve taştan bir ırmak çıkıyor. Hususiyle Saraybosna’nın güney doğusunda millî park ilân edilmiş bir yer var ki, dağdan koca bir nehir çıkıyor ve beşe altıya ayrılarak her biri bir nehir hâlinde akıyor. Şehri ikiye bölen ve Hünkâr Camii önünden akan Milatka Nehri’nden daha önce söz etmiştim. Bunlardan başka Saraybosna’da Şenetza ve Bosna nehirleri de akıyor. Daha önce bahsettiğim Kuriç’te doğan Dectna Nehri ve hususiyle Sarı Saltuk’un tekkesinin yanındaki kayadan çıkan Buna Nehri insanı hayran bırakan tabiat manzaralarından. Mostar içinde ise zaten birçok nehir akıyor. Esasen Mostar, ismini bu nehirler üzerinde kurulan köprülerden alıyormuş. Çünkü «Mostar» kelime anlamı itibarıyla «köprü» demekmiş.*

Daha benim görmediğim hangi nehirler akıyor, bilmiyorum. Ben iki gün içinde gördüklerimi kalemim el verdikçe yazmaya çalıştım. Ancak en mahir kalem de olsa, asla orayı görmüş gibi tasvir edemez. Onun için imkân bulabilenler mutlaka Bosna’yı görmelidirler. Sadece tabiat manzaralarını temâşâ etmek için değil, Türkiye’nin sınırları dışındaki Türkiye’yi tanımak için de Bosna’yı görmek gerekir.

_______________________

* Bu yazıda müşâhedeler dışındaki malûmat ve özellikle rakamlar, gezi rehberinin verdiği bilgilere dayanmaktadır.