Ahlâk-ı Muhamediyye’ den Misaller

YAZAR : İrfan ÖZTÜRK

Peygamber Efendimiz’in güzel ahlâkını anlatan nice eserler yazılmıştır.

Bunlardan bir seçme yapalım:

ÜÇ GÜNDÜR AÇ…

Üç gündür hiçbir şey yiyememiştir… Kızı Fâtıma’ya giderek evinde yiyecek bir şeyler olup olmadığını sorar:

–Kızım! Sende yiyecek bir şey yok mudur? Ben çok açım.

Hazret-i Fâtıma -radıyallâhu anhâ-;

“–Canım Sana fedâ olsun babacığım! Yemin ederim ki bende size yedirecek bir şey yoktur.” diye cevaplar.

Bu sırada peygamberliğinin yanında bir devletin de başkanıdır…

Başka bir gün kızı Fâtıma, yeni pişirdiği arpa ekmeğinden bir parça da peygamber babasına götürür. Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kızına;

“–Vallâhi kızım.” der. “Üç gündür baban bir şey yememiştir.” Bu sırada da devlet başkanıdır. (M. Yusuf Kandehlevi, Hayâtü’s-sahâbe: O’nun Güzel Ahlâkı, I/383 ve IV/482)

AYRICALIKLI OLMAYI SEVMEM!

Bir yolculuktadırlar… Yemek için mola verilir. Arkadaşlarının her biri bir vazife üstlenir. Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de;

“–Ben de ateş için odun toplayayım.” der.

Arkadaşları önüne geçmek isterler:

–Ey Allâh’ın Rasûlü! Siz dinlenin, biz o işi de görürüz.

Peygamberimiz bütün ciddiyetiyle cevaplar:

“–Gerçekten bunu isteyerek yapacağınızı biliyorum. Ancak ben bir topluluk içinde ayrıcalıklı bir durumda bulunmaktan hoşlanmam. Bunu Allah da sevmez.” buyurur ve odunları toplamaya koyulur. (Afzalu’r-Rahmân, Sîret Ansiklopedisi, I/63)

ÂLEMLERE RAHMET!

Peygamber Efendimiz bir gün Medineli bir müslümanın bahçesine girdi ve orada bir deveyle karşılaştı. Deve, Peygamber Efendimiz’i görünce inledi, gözlerinden yaşlar dökülmeye başladı.

Allah Rasûlü, devenin yanına gelip de hörgücünü ve kulaklarının arkasını okşayınca sesi kesildi.

Bunun üzerine Hazret-i Peygamber;

“–Bu devenin sahibi kim? Bu deve kimin?” diye sordu.

Medineli bir genç gelerek;

“–Yâ Rasûlâllah! Deve benim.” dedi.

Rasûl-i Ekrem ona şunları söyledi:

“–Cenâb-ı Hakk’ın sana verdiği bu hayvana kötü davranmaktan dolayı, Allah’tan korkmuyor musun?

Bu hayvan senin kendisini aç bıraktığını ve çok yorduğunu bana şikâyet ediyor.” (Müslim, Hayz, 79; M. Yaşar KANDEMİR, Peygamberimizden 101 Hâtıra, s. 95-96)

EVİNİN MUHABBETLİ REİSİ

Rahmet Elçisi’nin aile bağları; sevgi, saygı ve anlayış esası üzerine kurulmuştu. Hanımlarına karşı büyük bir sevgi ve yakınlık gösteren Peygamber Efendimiz; zaman zaman onlarla şakalaşır, onların hoşuna gidecek hitap tarzlarıyla kendilerine hitap eder ve sevgisini gösterirdi.

Hazret-i Âişe Vâlidemiz’e; «Ayşe, Uveyş (Ayşecik) Âiş ve Humeyrâ (pembe yüzlü)» gibi onun hoşuna gidecek hitaplarda bulunduğu, kendisiyle koşu yarışı yaptığı ve Hazret-i Âişe’nin başını omzuna dayayarak birlikte savaş oyunları oylayan Habeşlileri seyrettikleri bilinmektedir. (Mustafa FAYDA, «Âişe» DİA, En Güzel Örnekten Rahmet Damlaları, s. 190)

HASRETİNE NASIL DAYANIRIM?

“İbn-i Abbas -radıyallâhu anhümâ- anlatıyor:

Adamın biri Rasûlullah -sallâl­lâhu aleyhi ve sellem-’e geldi ve şöyle dedi:

«–Ey Allâh’ın Elçisi! Ben Sen’i kendimden ve çocuklarımdan daha çok seviyorum. Evimde iken Sen’i hatırlıyor, hasretine dayanamadığını için hemen gelip görüyor, yüzüne bakıyorum. Sen’in ve benim ölümümü düşündüm.

Anladım ki, Sen öldüğünde ve cennete girdiğinde peygamberlere mahsus yüce makamlarda bulunacaksın. Ben ise cennete girdiğimde Sen’i göremeyeceğimden korkuyorum!»

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona bir şey söylemedi. Birazdan Hazret-i Peygamber’e Nisâ Sûresi’nin 69. âyeti nâzil oldu. Allah Rasûlü âyet-i kerîmeyi sahâbîye okudu ve onun için duâ etti. Âyetin meâli şu şekildedir:

«Kim Allâh’a ve Rasûl’e itaat ederse işte onlar; Allâh’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!»” (M. Emin YILDIRIM, Efendimiz’i Sahâbe Gibi Sevmek)

O’NA SONSUZ SALÂT OLSUN!

Ashab’dan Übey Bin Kâ‘b -radıyallâhu anh- anlatıyor:

Bir gün Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e;

“−Yâ Rasûlâllah! Ben Sana çok salevât-ı şerîfe getiriyorum. Acaba bunu ne kadar yapmam gerekir?” diye sordum.

“−Dilediğin kadar.” buyurdu.

“−Duâlarımın dörtte birini salevât-ı şerîfeye ayırsam uygun olur mu?” diye sordum.

“−Dilediğin kadarını ayır. Ama daha fazla zaman ayırırsan senin için iyi olur.” buyurdu.

“−Öyleyse duâmın yarısını salevât-ı şerîfeye ayırayım.” dedim.

“−Dilediğin kadar yap. Ama daha fazla zaman ayırırsan senin için hayırlı olur.” buyurdu.

Ben yine;

“−Şu hâlde üçte ikisi yeter mi?” diye sordum.

“−İstediğin kadar… Ama artırırsan senin için hayırlı olur.” buyurdu.

“−Öyleyse duâya ayırdığım zamanın hepsinde Sana salevât-ı şerîfe getirsem nasıl olur?” deyince;

“−O takdirde Allah bütün sıkıntılarını giderir ve günahlarını bağışlar.” buyurdu. (Tirmizî, Kıyâmet, 23)

Bu itibarla peygamber âşıkları, salât ü selâmı dillerine vird edinirler. Zira salât ü selâmlar, mü’min gönüllerde muhabbet-i Rasûlullâh’ın ziyadeleşmesine vesile olur. Rasûlullâh’a lâyıkı veçhile tâbî olup O’nun üsve-i hasenesinden gereği gibi istifade edebilmek de, hiç şüphesiz mü’min gönüllerin muhabbet-i Rasûlullah’ta nâil oldukları seviye nisbetinde olacaktır.

Diğer taraftan; İslâmî âdâba göre duâlar da, Allâh’a hamd ve Rasûlullâh’a salevat ile başlayıp yine onlarla nihayete erdirilir. Zira Peygamber -aleyhissalâtü ves­selâm- hakkında Cenâb-ı Hakk’a bir duâ ve niyaz hükmünde olan salevât-ı şerîfenin reddedilmeyeceği yolunda bir kanaat mevcuttur. Duâlarımızın başını ve sonunu salât ü selâm ile süslemek de bu gerçekten kaynaklanmaktadır. Yani; kabul edileceği umulan iki duânın arasına kendi duâlarımızı sıkıştırmak, onların da kabulünü sağlamak düşüncesiyledir.

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- buyurmuştur ki:

“Duâ, semâ ile arz arasında durur. Rasûlullâh’a salevat getirilmedikçe, Allâh’a yükselmez.” (Tirmizî, Vitr, 21) (Üsve-i Hasene, Ömer ÇELİK, Mustafa ÖZTÜRK, Murat KAYA)

Ey Kardeş!

Ne güzel değil mi? Böyle bir Peygamber sevilmez mi? Allah cümlemize sünnetine tâbî olup kurtulmayı nasip eylesin.