YAŞLILARIMIZIN
AİLE İÇİNDEKİ YERİ
YAZAR : Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com
Toplum, ailelerden oluşur. Aile kurumuna tarih boyu bütün toplumlarda bir kutsiyet atfedilmiştir. Bunun; ahlâkî, dînî, kültürel ve sosyal sebeplerinin var olduğu malûmdur. Ailedeki bu yapıların teker teker çökmesi, o toplumun ve dolayısıyla da sistemin çöküşüne giden süreci hızlandırmaktadır.
Memleketimizdeki aile yapısı çok şükür ki; kalıcı ve güçlü mânevî-millî değerlere dayalı inanç sistemimizdeki prensiplerle, toplum temelinde pompalanan tahribatlara rağmen hâlâ ayaktadır.
Fakat içinde yaşadığımız modern çağda; kadın ve erkek rollerindeki değişim ve gelişim (!), yoğun stres altında yaşama, hızla akan çağa uygun beklentilerin yükselmesi, her şeyin makineleştiği bir çağda lüks hayatın normal bir hayat gibi görülmesinin getirdiği problemler, ne yazık ki aileleri git gide psikolojik ve sosyal olarak bunaltmakta ve zorlamaktadır.
Çağdaş ve modern hayat, tüketim çılgınlığı, reklâmlarla sürekli teşvik edilen rekabet; fertlerin beklentilerini ve hayat standardını yükseltti. Eskiden küçük şeylerle mutlu olabilen insanlar yerini, her şeye sahip olduğu hâlde bir türlü mutlu olamayan insanlara bıraktı. Batı toplumlarında yapılan istatistiklere göre; her on kişiden üçü mutlu, yedisi mutsuzdur. Tabiî ki bunun pek çok sebebi var. Fakat en önde gelen sebep ailelerdeki mutluluğun ferdîleşmesidir.
Ferdiyetçilik, sadece kendi istek ve arzularının ön plânda tutulduğu bir hayat tarzının evlere hâkim olma şeklidir. Bu tür evlilikler, maalesef «benmerkezli» evlilikler oldu. Oysa «ben» değil, «biz» diyerek sosyalleşip bütünleşmeli ki; ailede sağlıklı iletişim kurulabilsin. Bu sebeple de bugünkü ailelerde, pek çok problem üredi ve türedi.
Bunların yanı sıra modern hayatta çekirdek aileler öne çıkarıldığından aileler iyice küçüldü. Büyükler aile içinden çıkarıldı ya bir köşeye itildi ya da huzurevlerine gönderildi. Büyükler sayılmayınca; çekirdek ailenin anne-babaları da kendi çocukları tarafından sayılmadı, sözlerine itibar edilmedi. Büyüklere tahammül etmeme ve gereken saygının gösterilmemesi sonucu, onların ev dışına itilmesiyle; çekirdek aile mutlu olacak sanıldı. Sadece anne-baba ve çocuklardan oluşan bu küçük ailede de pek çok problem baş gösterdi. Bu sefer eşler birbirlerine tahammül gösteremezken, saygı duymazken, hak ve hukukuna riâyet etmezken; çocuklar da, anne ve babasına tahammül edemez ve saygı göstermez oldu. Hattâ çocuklar aynı hislerle kendi aralarında geçim sağlayamadılar. Neticede aile içerisinde herkes, başına buyruk havasına girdi, kendi odasına çekildi, yalnızlaştı. Böylece aynı evin içinde yaşayan aile üyeleri; gerekli sosyalleşmeyi sağlayamadılar, aynı çatı altında yalnızlaştılar.
Peki, neden? Devamlı tetiklenen bencilleşmenin ailede hâkim olması bir sebeptir. Diğer bir sebep ise; ailede dînî ve ahlâkî vecîbelerin terk edilmesidir.
Elbette modern çağdan kopamayız; ancak bugün içinde yaşadığımız çağdaş dünyanın problemlerine, yepyeni çözümler üretmekle beraber, terk ettiğimiz değerleri de geri kazanmalıyız.
Bizde genelde her fert, kendi yetiştiği aile ortamından aldığı müspet veya menfî prensiplerle eğitiliyor. Günümüzde parmakla gösterilecek kadar azalan müsbet örnekleri çoğaltmamız lâzımdır.
Toplumda, ailelerin kendi değerlerimize uygun kurulmasına özen gösterilmesi elzemdir. Bunun gerçekleştirilmesi için çalışmalar yapılmalıdır. Aile üyelerinin her birine; tecrübeleriyle olumlu katkılar sunabilecek aile büyükleriyle birlikte yaşama isteği aşılanmalı ve toplumda teşvik görmelidir. Bu toplum adına bir kalitedir. Toplumun kalitesi insanın kalitesini artırır. Bu yapılmadığı sürece; toplumun temelini teşkil eden «çekirdek aile»lerde kırılmaların, yozlaşmaların devam edeceği âşikârdır.
Yaşlıları aile dışına koyamayız, onları bir başına yalnız yaşamaya mecbur bırakamayız. Unutulmasın, onlar ailenin rahmet tecellîleridir. Onlar bizim baş tâcımızdır. Ailenin temel unsurlarıdır. Ebeveynler; kendi ebeveynlerini önemsemeliler ki, çocukları da kendilerini önemsesinler. İleride ömrü olan herkes aynı noktalara gelecektir. Kim ne yaparsa kendine yapar. Yaşlılarımızı yalnızlaştırmayalım, onlara en latîf muameleyi yapalım isteği ve duâsındayız.
Bilindiği gibi insanlar yaşlandıkça iyice hassaslaşıyor, daha hisli daha kırılgan daha titiz oluyorlar. Kendi yakın ve uzak çevreleri özellikle de eskiden emek verdikleri kişiler tarafından; sık sık aranmak, sorulmak istiyorlar. Aranmayı, sorulmayı kim istemez? Ama yaşlı insanlar bunu diğer insanlardan daha çok arzu ediyorlar. Aranıp sorulmasa darılıyorlar, kırılıyorlar. Bazen kırgınlıkları uzun sürebiliyor, küsüyorlar. Bu sebeple onları sık sık aramalı, hatırlarını sormalı, sağlık problemleriyle ilgilenmelidir. Hem zaten bu insanlığın bir gereğidir.
Onlar yaşları ilerledikçe, eski hâllerinden farklı bir hâlet-i rûhiye içerisinde olurlar. Ufacık hâdiseler sebebiyle hemen ağlayıverir, küçük bir olumsuzlukta hemen kızıverirler. Yaşları gereği; yürekleri daha bir rakikleşir, alınganlaşır, çabuk üzülür, çabuk kırılırlar. Sonra tamir etmesi de uzun zaman alır. Yaşlıların gönlünü kırmamak gerekir.
Yaşlılarımızla ilgili bir diğer husus da; torunlarının mızmızlıklarına, yaramazlıklarına tahammül gösteremeyebilmeleridir. Bilhassa da dedelerin, kafaları götürmeyebilir. Gençliğinde çok çile ve ızdırap çektiklerinden dolayı; torunlarını çok sevmelerine rağmen onların azıcık gürültülerini çekemezler, hemen yakınmaya, şikâyet etmeye başlarlar.
Etrafın kalabalığından bazı yaşlılar rahatsız olur, kimisi de kalabalıktan hoşlanır. Herkesin onları ziyaret etmesini, çocuklarının sürekli onlara gelmesini ister dururlar, ilgisizliğe tahammül edemezler. Mütemâdiyen yakınlarından ilgi ve alâka beklerler.
Yaşlılar aynı çocuklar gibi hassaslaşıyorlar, çünkü onlar eskiden bu yana sinir sistemlerini gereğinden fazla kullanmış ve yıpratmışlardır.
Bize düşen; onların bu yönünü anlayışla karşılayıp, mümkün olduğunca güzel davranışlar sergilemek olmalıdır. Onlar nasıl bize küçüklükte tahammül ettiler ise, biz de onların yaşlılığında pek çok şeyine tahammül etmeli, o yaşlı ve mahzun gönülleri hep hoşnut etmeye çalışmalıyız.
Yetişkin insanlar, bilhassa da gençler; günümüzde, çoğunlukla yaşlıların kendilerine verdikleri nasihatlerden hoşlanmazlar.
“Şimdi o devirlerde değiliz, artık farklı bir çağda yaşıyoruz. Bak her şey sizin zamanınızdan nasıl da farklı!” diyerek yaşlılarımız hor görülüp, söylediklerine kulak asılmıyor. Hâlbuki onların geçmişte yaşadıkları ciddî bir hayat birikimleri ve tecrübeleri var. Bunu etraflarıyla da paylaşmak isterler. Onların tecrübe birikimleri neden önemsenmesin? Velev ki; önemli olmasa bile, en azından kibarca dinleyip onu önemsediğimizi göstermek çok mu zor? Bir yaşlı gönlü yapmış ve onun duâsını almış olursunuz.
Bizim inanç değerlerimizde; yaşlılarımıza hürmet edilir, saygı duyulur. Bilgi ve tecrübelerinden istifade edilir. Onlar; kendilerinden, bilgi ve birikimlerinden yararlanılacak rahmet hazineleridir. Hürmet ve saygıyla elleri öpülüp, dertleri dinlenmeli, azıcık nazlarına katlanmalıdır. Zira onlar da yıllar önce, nice nazlara katlandılar. Kendileri gibi sağlık problemleri de önemsenmeli.
Bir de şu konu var: Kalabalık şehir hayatında çekirdek aile modeli, maalesef yuvalarda yaşlılara hayat hakkı tanımıyor. Çekirdek ailedeki yoğun hayat, ev içindeki herkesin okullara ve işe gitmesi; eğer evde varsa ağzı duâlı nine ve dede; onları bütün gün tek başına evde oturmak zorunda bırakıyor. Hattâ kentlerdeki evlerde, büyüklerin kalabileceği bir oda dahî bulunmuyor. Misafir odası, yatak odası, çocuk odası bulunuyor şehir tipi evlerde. Ancak yaşlı aile büyüklerinin kalabileceği bir yer düşünülmüyor.
Peki, yeni dünya düzeni; ömrü uzayan, sayıları artan bu yaşlı insanlar için ne düşünüyor?
Araştırmacılar; yeni dünya düzeninde, yaşlıların hayata ve ekonomiye kazandırılması için çalışmalar yapıyorlar. Gelecekte daha dinamik, sosyal hayat ve sosyal medyayla daha çok uyum ve iletişimde olan bir yaşlılık tablosu oluşturmayı plânlıyorlar. Eskiden; emekliye ayrılmış, köşesine çekilmiş, hayattan kopmuş olarak görülen ya da kendisine yalnızca torun bakma rolü biçilen bir yaşlı ihtiyar konumu tasarlanmıyor. Tecrübesi ve hayat tecrübesiyle, bizzat sosyal hayatın içinde bir «bilge adam» veya «âkil insan» tabirine uygun yaşlılar düşünülüyor. Ayrıca; gençliklerinde yapmayı tasarlayıp da yapamadıklarına daha çok zaman ayırarak, kendini belli hususlarda yetiştirmeyi hedefleyen bir yeni nesil yaşlıları hedefleniyor.
Biz de âcizâne bu fikirlere ilâve olarak;
“Bu yaşlı kesimin farklı hususlarda donanımlı olanlarından, gençlerin faydalanmasını temin edecek ortamların hazırlanması sağlanmalı ve onların tecrübelerinden istifade edilmeli.” diyoruz. Yaşlılarımızın bilgelik ve birikimleri hebâ olup gitmemeli. Yaşlar kemâle erince; kemal vasıflar gençlere de bulaşmalı, belki vakıflar bu işe aracılık etmeli. Gelecek dönemlerde yaşlılar için; «dînî, ilmî ve bilgi hususlarında istekleri artmış, etraflarıyla barışık, ömürlerinin son dönemlerini hem dünyaları hem ukbâları adına daha verimli geçirsinler.» diye temennî ediyoruz. Yaşlılarımızın; evin bir köşesine terk edilmiş, devamlı azarlanmaya müstehak kişiler olarak değil de, evin en değer verileni, eli öpülüp duâsı alınan, kıymet gören büyükler olarak görülmesi tek dileğimizdir. Yine yaşlılarımızın; evsiz, sevgisiz, ilgisiz bırakılarak, huzurevlerine terk edilip, tek başına kaderleriyle baş başa bırakılan değil, devamlı aranıp sorulan, yuvalarımızın temel direkleri olarak görülen bir konumda olmasını yürekten arzuluyoruz.
Tabiî bu bir eğitim işidir. Zaman içinde inşâallah bu günlere ulaşmak temennîsiyle yaşlılarımızın hürmet ve saygıyla ellerinden öpüyoruz efendim…