Geleceği İnşâ Vasıtası; EĞİTİM
YAZAR : B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com
Dünyada, gelişme vetîresine bağlı olarak; nüfus artış hızı düşüyor, ortalama yaş sınırı yükseliyor ve buna bağlı olarak genç nüfusun nisbeti azalırken, yaşlı kesiminki artıyor. Dünya ölçeğinde güçlerini kaybetmek istemeyen veya güçlüler arasına girmek için yarışan ülkeler; kendileri için bir problem olarak karşılarına çıkan bu mevzuyu çözebilmek için, çeşitli tedbirler almak durumunda kalıyorlar. Tabiî bu durumun çözüme kavuşturulması ne kadar önemli ise, en az onun kadar önemli olan diğer bir husus da eğitimdir. Aksi takdirde, genç nüfus; hedefe varabilmek için bir avantaj değil, aksine problemler yumağı olarak gündeme gelecektir.
Ülkemiz; yüksek öğretim müesseseleri de dâhil olmak üzere toplam yirmi iki milyon civarında talebe mevcuduyla, kalkınmakta olan ülkeler içerisinde çok önemli bir üstünlüğe sahiptir. Ancak gelişmiş ülkeler, yaşlanmış nüfus problemlerini aşabilmekle uğraşırken; bizim gibi ülkeler de, âdeta bir yük hâline gelen genç nüfusun baskılarından kurtulmaya çalışıyorlar. Dünya siyasetine hâkim olan sömürgeci devletler; kendilerinde nüfus artış hızını yükseltmek için çeşitli tedbirlere başvururlarken, gelişmekte olan ülkelere de, tek çözüm yolu olarak doğum kontrolü hususunu gösteriyor ve teşvik ediyorlar.
Genç nüfus; milletin yarınlarını yüklenecek bir kesim olması itibarıyla, geleceği belirleyecek bir mahiyet arz eder. Eğitim meselesi üzerinde mesai sarf eden Prof. Dr. Seyit Mehmet ŞEN, bu hususla ilgili olarak şöyle diyor:
“Gençlik, bir ülkenin geleceğe uzanan elidir. Gelecek hesabı olan ülkeler, gençliği iyi yetiştirirler. Gençliğin iyi yetişmesi demek, her bakımdan güçlü olması demektir; bedenen, zihnen, rûhen güçlü bir gençlik… Bunun da yolu, iyi bir eğitimden geçer.”
Bir Çin atasözü;
“Bir yılı düşünüyorsan, buğday ek; on yılı düşünüyorsan meyve dik; yüz yılı düşünüyorsan adam yetiştir.” der.
Uzun vâdeli bir çalışma olan ve sonuçları sonradan alınabilen eğitim meselesi; ancak ufuklar ötesine bakabilen, uzağı yeterince görebilen maharet ehline sırrını fâş eder. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in müjdesine mazhar olan Fatih Sultan Mehmed Han, Enderûn’a ayırdığı tahsisatı fazla bulduğunu hissettiren maliye ile ilgili vezirine;
«Oradaki talebelerin ne kadarının istenen evsafta yetiştiğini…» sorar. Onun;
«Pek azı» olduğunu belirtmesi üzerine;
“Görüyor musun; ne kadar kıymetli bir mahsûl için çalışıyoruz.” diyerek, onu iknâ eder.
Kur’ân-ı Kerim’de, insanlar;
“Ey îmân edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (et-Tahrîm, 6) diye îkaz buyurulur.
“Hepiniz çobansınız; hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz…” (Buhârî, Cum‘a, 11) buyurarak insanları sorumlulukları hususunda îkaz eden Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; evlâtlarla ilgili olarak da şöyle tavsiye buyurur:
“Hiç bir baba, evlâdına güzel terbiye ve edepten daha değerli ve üstün bir miras bırakamaz.” (Tirmizî, 1953)
Mahlûkatın en şereflisi olmaya lâyık görülen insan; dünyaya temiz olarak gelir, hayat defteri orada doldurulur. Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bu vâkıayı;
“Her doğan, İslâm fıtratı üzere doğar. Sonra anne-babası onu, hıristiyan, yahudi veya mecûsî yapar.” (Buhârî, Cenâiz, 92) diye ifade buyurur. Bu cümleden olarak, kendilerine emânet buyurulan çocuklar üzerindeki ebeveynin sorumluluğu da şöyle belirtilir:
“Evlâtlarınıza değer verin ve onları güzel terbiye edin.” (İbn-i Mâce, Edeb, 3)
Çocukların yetişmesinde en önemli âmiller; aile, çevre ve okuldur. Karakterin şekillendiği yaşlarda, aile vasatında bulunan çocuklar; daha sonra okul şartlarının da tesiri altında kalmaya devam ederler. Çevre ise; yaşa ve ailenin tavrına bağlı olarak, bütün hayat boyunca yetişme üzerinde tesirlidir.
Her ebeveyn için, çocuklarının değerli görüldüğü muhakkaktır. Ancak bu keyfiyetin de, onların bu mefhumla ilgili idrakleri ile mütenâsip olacağı tabiîdir. İdrakleri, dünya hayatı ile sınırlı bir ebeveynin, evlâtları üzerindeki gayreti de bu çerçevede olacağı gibi; hayata bakış tarzındaki eksiklik de, bu sarf edilecek gayrette tecellî edecektir. Bütün mesele, insanın sadece dünyaya ait bir varlık olmadığını; bilâkis bu hayatın, âhiret denilen ebedî hayatın yanında bir hiç mesâbesinde kaldığını idrak edebilmek, hiçbir zaman bundan gafil kalmamaktır.
Geleceğimizin teminatı olan çocuklarımız, gerektiği ölçüde yetiştirilebiliyor mu? Geçmişin ve bugünümüzün hâli; maalesef, buna müsbet bir cevap verilemeyeceğinin göstergesidir. Modernlik takıntısındaki aileler; çocuklarını çok sevdikleri ve güvendikleri gerekçesiyle, hayat tarzını belirleme hakkının kendilerine verilmesi, eğriyi doğruyu kendilerinin bulması kanaatine sahiptirler. Bir kısım aileler, sorumluluk şuurundan mahrumken; bazıları da, bu vazifeyi okula havale etme kolaylığına sapmış durumdadırlar. Ait olduğu medeniyetin hayat tarzını ve mukaddeslerini çocuklarının ufkuna koymayıp; henüz hayatı tanımayan onları, meçhuller deryâsının başında yapayalnız bırakacaksa, aile vâkıasının hikmeti ne olsa gerektir? Böyle zayıf vasatlarda, karakterin teşekkül ettiği okul öncesi devresini tamamlayan çocukların; okul ve çevre şartlarına hazırlıksız girmeleri neticesinde, cemiyetin sağlıksız nesillerle temsil edilmesi bahis mevzuu olacaktır.
Eğitim sistemimizde; okulun seviyesine göre, umumî veya ihtisas dalına uygun olarak, bilgi vermek esastır. Birçok bilginin de, gerekli olup olmadığı ve yeterince öğrenilip öğrenilemediği araştırılmaya muhtaçtır. Bununla ilgili olarak, en çok dile getirilen hususlardan birisi de; tahsil süresi boyunca görülen, ancak bir parça konuşmaya bile yetecek kadar öğrenilemeyen yabancı dil dersleridir.
Bilgi, ancak hikmetle bir mânâ kazanır, irfana ulaşır; aksi takdirde, sadece ilgili mevzuda işe yarayıp, zihinde bir yük olarak kalır. Bilgi; hikmet boyutuyla temessül edilirse, rûhâniyeti kemâlâtla yüceltir. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;
“Allâh’ım! Fayda vermeyen ilimden, huşû duymayan kalpten, kabul olunmayan duâdan, doymayan nefisten Sana sığınırım!” (Müslim, Zikir, 73) buyuruyor. Sineğin gözünden, arının sindirim sistemine; atomun yapısından, kâinat sistemine… kadar bütün bilgiler, ancak hikmetle mütalâa edildiğinde, insanı saâdete ulaştıran faydalı ilim hâline gelir.
Ülkemizin, bir uçurumun kenarından döndüğü 15 Temmuz kanlı darbe teşebbüsü; eğitim meselesinin ne kadar önemli olduğuna dair de bir işarettir. En yüksek eğitimlerden geçmiş kişilerin, her kademeden başkaları ile de iş birliği yaparak; güvenliği sağlamak için emânet edilen silâhları millete çevirip barbarca katliâma girişmeleri, fevkalâde vahim bir hâdisedir. Bu milletin içinden çıkıp da, hasım dış mihrakların hizmetine girme zilleti, derinlemesine tahlil edilmesini gerektiren bir fâciadır.
Tahsilden maksat, sâlih bir kul; yani irfan sahibi, milletine hizmet eden iyi bir vatandaş yetiştirmek olmalıdır. Ancak çocuklarına iyi bir gelecek hazırlamak kaygısıyla onları yönlendiren aileler ve tahsil yapmak için ömürlerinin en kıymetli devirlerini harcayan gençler, ne nisbette bunun farkındalar? Kaç kişi; rahat bir hayat hasretinin yanında, cemiyete hizmet ederek, insanlara faydalı olarak Allah Teâlâ’nın rızâsını kazanmayı düşünüyor? Hâlbuki, hemen hemen bütün meslekler; az veya çok, insanların ihtiyaçlarını karşılamak için ihdas edilmişlerdir; yani hepsi de insana yöneliktir. Hadîs-i şerifte;
“Ameller (başka değil) ancak niyetlere göredir; herkesin niyeti ne ise eline geçecek odur…” (Buhârî, Bed‘u’l-Vahy, 1) buyuruluyor. Niyet güzel olursa, çekilen onca emekler zâyî olmaz; sâlih bir kul olmakla Allah Teâlâ’nın rızâsını kazanıp, dünya ve âhiret saâdetine nâil olmak mümkün hâle gelir.
Mazlumlar coğrafyası, bütün ümidi ile milletimize bakıyor. Yarınlardaki saâdetimiz; vatanına-milletine bağlı, ilim-irfan ehli nesillerle mümkün olacaktır. Geleceğimizin bu yönde inşâsı, eğitim meselesinin köklü bir şekilde ele alınarak, buna imkân verecek şekilde yeniden tanzimi ile mümkündür.