ŞEHÂDETE SUSAMIŞ BİR SULTAN
YAZAR : Mücahid BULUT mucahidbulut@yandex.com
Sırp Sındığı ve Çirmen zaferleri…
Osmanlı Balkanlar’da üstünlüğü ele geçirmiş, yaptığı fütuhat çalışmaları ve Anadolu’dan getirip Balkanlar’da iskân ettiği Türkmenler ile İslâm’ın ve İslâm kültürünü oluşturan adâlet, kardeşlik, fedâkârlık ve güzel ahlâkın Balkanlar’da filizlenmesini sağlamıştı. Bu vaziyet bütün Avrupa’da Osmanlı korkusuna sebep oldu. Korku büyük bir ittifakı beraberinde getirdi. Hırvat, Leh, Macar, Çek ve bütün Balkan prenslikleri Osmanlı’ya karşı birleşti.
Osmanlı’yı Balkanlar’dan atma emeliyle toplanan haçlı ittifakı ile Osmanlı orduları 15 Haziran 1389 günü Kosova meydanında karşı karşıya geldi. Haçlı ordusu Osmanlı’dan kat be kat fazlaydı.
Fakat karşılarında Murad Han vardı…
1. Murad Han 27 senelik saltanatı müddetince 37 muharebeye katılmış, hepsinden de zaferle ayrılmıştı. Kendisine gelip haçlı ordusunun Osmanlı ordusundan üç kat büyük olduğunu söyleyen Sırp elçisine;
“Bir ordunun kuvveti sayıca fazla olmasından gelmez!” cevabını vererek kâfire aman vermeyeceğini ifade etti.
Murad Han muharebenin sabahında Allâh’a şöyle münâcatta bulundu;
‘‘Peygamber Efendimiz’in yüzünün suyu, Kerbelâ’da akan kan, ayrılık gecesinde ağlayan göz, aşkının yolunda sürünen yüz, dertlilerin hazin gönlü ve canlara tesir eden yakarışları için, lutfunu bizimle beraber kıl ve muhafazanı bizden eksik etme yâ Rabbî!
Yâ Rab! İslâm ehline yardımcı ol, düşmanın elini bizden uzak tut! Günahımıza değil, candan ve gönülden gelen âhımıza bak! Mücâhidlerini telef ve bizi düşman oklarına hedef ettirme. Vücutlarımızı mezardan sakla, İslâm’ı tehlikelerden uzak tut.
Bunca senedir ettiğimiz duâları ve din uğruna yaptığımız savaşları boşa çıkarma; adımı kahrın ile perişan, yüzümü halkın içinde siyah etme! İslâm topraklarını ayaklar altında çiğnetme, utanç içindeki insanların yaşadığı bir yer hâline getirme.
Yâ Rabbî! Bilirim ki İslâm ehline lütufların çoktur, bu lütuflarını bu savaşta da göster. Din yolunda şehîd olunacaksa beni et de âhirette saâdete ereyim.’’
Allah -celle celâlühû- o gün Murad Han’ın bütün duâlarını kabul etti. Önce Allâh’ın inâyetiyle sayıca bütün azametine rağmen haçlı ordusu yerle bir edildi. Osmanlı kat‘î bir zafere ulaştı. Sonrasında 1. Murad Han hâince kendisine yaklaşan Sırp Miloš Obilić tarafından şehid edildi. İlk ve tek şehid olan Osmanlı sultanının son sözleri şunlardı:
“İslâm’ın muzafferiyeti, benim şehîd olmama bağlı ise, şehidlik şerbetini nasip buyurmasını Cenâb-ı Hak’tan duâ ve niyaz etmiştim. Demek ki duam kabul buyuruldu. Allâh’a hamd ve senâ olsun! İslâm askerlerinin zaferini gördükten sonra hayatım son bulmaktadır!
Oğlum Bâyezîd’e bey‘at ediniz! Sakın esirleri incitmeyiniz! Mal ve canlarına tecavüz etmeyiniz! Ben artık sizleri, muzaffer askerlerimi ve devletimi Mevlâ’ma emânet ediyorum.”
Orhan Gazi’nin oğlu 1. Murad Han, üçüncü Osmanlı padişahıdır. 1326 senesinde Bursa’da doğmuştur. 1. Murad Han, devrinin zâhirî ve bâtınî ilimlerinde otorite olan büyük şahsiyetler tarafından yetiştirilmiştir. Bursa ve Sultanöyüğü (Eskişehir)’de sancakbeyliği yaptı. Rumeli fatihi olarak anılan kardeşi Süleyman Paşa’nın ölmesi üzerine veliaht ilân edilerek 1357’de önemli bir kuvvetle Rumeli’ye gönderildi. Şehzade Murad’ın emrinde Lala Şahin gibi yetenekli bir kumandanın yanı sıra Evrenos (Evrenuz) ve Hacı İlbey gibi serhat beyleri de bulunuyordu. Hiç ara vermeden Rumeli’de fütuhat hareketlerine girişti. Daha şehzadelik yıllarında Edirne’yi fethetti.
Orhan Gazi’nin vefatı üzerine Murad Han sultan oldu. Saltanatı müddetince babası Orhan Gazi döneminde 95.000 kilometrekare olan devlet toprakları onun devrinde yaklaşık 500.000 kilometrekareye kadar genişlemiştir. Gazâ ve cihad anlayışı vesilesiyle seferlerini Rumeli’ye yoğunlaştırmıştır.
Gazi Evrenos Bey, Hacı İlbey, Çandarlı Hayreddin Paşa’nın akınları ile; Osmanlı hudutları Kosova’ya kadar dayanmış, Selânik, Manastır gibi ehemmiyetli şehirler ele geçirilmiştir. Sırp Sındığı, Çirmen ve 1. Kosova zaferi ile Balkanlar’da Osmanlı hâkimiyeti sağlamlaşmıştır.
Anadolu’da sulh yoluyla Germiyanoğulları ve Hamidoğulları’ndan önemli topraklar edinmiş, kendisini ve Osmanlı’yı en fazla uğraştıracak Türk beyliği Karamanoğulları ile hudut komşusu olmuştur. 1. Murad, Rumeli’de seferde iken; aynı zamanda damadı olan Karamanoğlu Alâeddin Ali Bey’in Osmanlı topraklarını yağmalaması üzerine;
“Şu ahmak zalimin yaptığı işe bakın! Ben Allah Teâlâ yolunda; ülkemi bırakıp, bir aylık yol, kâfir içine gireyim, gece-gündüz ömrümü gazâya sarf edeyim, yiyip içmeyi terk edeyim, belâ ve mihneti seçeyim; o gelsin, bir kısım mazlum müslümanın üzerine düşsün, yağma etsin, incitsin!” diyerek seferden vazgeçmiş ve Karamanoğlu’nun üstüne yürümüştür.
Yapılan ilk muharebede Karamanoğlu’nun ordusu bozguna uğramış, Alâeddin Ali Bey Konya Kalesi’ne kaçmış, barış istemiştir. Lâkin Sultan Murad Han;
“Hey bedbaht, benim gazâma mâni olur, ben gazâda iken müslümanları incitirsin. Senin kökünü kazımayınca ben huzur içinde gazâ edemem. Gazâya mâni olanla gazâ etmek, en büyük gazâdır.” demiş. Konya Kalesi’ni muhasara altına almıştır. Kısa sürede kale düşmüş ise de 1. Murad, Alâeddin Ali Bey’in hanımı olan kızının talebi üzerine Karamanoğlu’nun canını bağışlamıştır.
Murad Hüdâvendigâr devrinde askerî ve devlet nizamında da önemli hamleler yapılmıştır. Yeniçeri ocağı, Topçu ocağı kuruldu. Tımar sistemi uygulandı ve tımarlı sipahiler oluşturuldu. Kazaskerlik ve defterdarlık makamı kuruldu. İlk kez vezîr-i âzam atandı.
Bizans tarihçisi Halkondil, Murad Han’ı şu şekilde anlatmıştır;
“Sultan Murad; Anadolu ve Rumeli’de otuz yediden ziyade harbi idare ederek, zafer üzerine zafer kazanmıştır. Düşmandan kaçtığı ve arkasını döndüğü hiç görülmemiştir.
O; askerini bir müddet istirahat ettirmeyi arzu ettiği zamanlarda bile, kendisine bir meşguliyet bulurdu. Tembellikten nefret ederdi, istirahat nedir bilmezdi. Askerleri istirahat ederken; o, ava çıkardı. Yaşlılığında da cevvâliyetini hiç kaybetmemiştir.
Kemâl-i sükûnetle boyun eğen milletlere ve sarayındaki ecnebî çocuklara şefkatle muamele ederdi. Mükâfat vermede de cömert ve süratli idi. Harbe gireceği zaman, askerini cesaretlendirip coştururdu. Yapılan yanlış hareketleri müsamahasız cezalandırırdı. Verdiği söze riâyet ederdi.
Murad Han’ın maiyeti, onun heybeti ve şiddeti ile titrerdi. Bununla beraber, onlara; bir kumandanın gösteremeyeceği yumuşaklık, şefkat ve muhabbetle muamele ederdi.”
Düşmanlarından dahî bu şekilde iltifata mazhar olan Sultan Murad, Kosova Muharebesi’nde şehid düşerek bize Kosova’yı kanıyla miras bırakmıştır. Mehmed Âkif, Murad Han’dan beş asır sonra Sırp çarıklarıyla çiğnenen bu mirasını mısralarında şöyle hatırlatır ve hüzünlenir:
Nerde görsem çıkıyor karşıma bir kanlı ova…
Sen misin, yoksa hayâlin mi? Vefâsız Kosova!
Şehâdet arzusuyla kendisini İslâm’ın zaferine kurban olarak adayan Murâd-ı Evvel, Osmanlıların, vardıkları her beldeye, can almaya değil «can vermeye» ihya etmeye gittiklerinin en güzel timsâlidir.