Kalbî Hayatımızın Gelişmesi İçin
YAZAR : Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com
Her insan normal hayat şartlarında; yer, içer, gezer, uyur, aile ve evlât sahibi olur, konuşur, güler, rütbesi yükselir, şöhreti artar, kazancı fazlalaşır, nimetler içinde yüzer yahut fakirlik çeker, rızkı daralır, hastalık sahibi olur, sıkıntıya düşer. Müslüman olarak üzerimize farz olan ibâdetleri; kimi mü’minler ihlâsla yapar, kimi de başından savuştururcasına yapar. Dünya hayatında yaşayan insanlar normal süreçte yaptıklarıyla değerlendirilirler. İcrâ edilenler bazılarına göre iyi iken bazılarına göre kötü olabilir.
Davranışların insan katında bir değerlendirmesi olduğu gibi, yüce Rab katında da değerlendirilmesi vardır. Nasıl güzel tavırlı, hoşgörülü, yumuşak, iyi davranışlı insanlar sevilirse Cenâb-ı Hak da pek tabiî kendi iyi diye değerlendirdiği kategoriye; kalbî hayata önem veren, yüreğinin sesini önemseyen, vicdanının gösterdiği ibreye dikkat edenleri koyar ve onları ebedî ikramlarla ödüllendirir. Böylelerini sıkıntılar, üzüntüler, belâlar, musibetler yıkmaz, çökertmez; bilâkis onlar dertlerini Mevlâ’dan gelen hediyeler olarak yapıcı bir şekilde değerlendirirler, yeise düşmez, işlerini âlemlerin Rabbine ısmarlarlar. Kendilerine ve dertlerine hakem olarak Allah -azze ve celle-’yi seçerler. Bu niyetle en ufak bir endişeye yahut tereddüde düşmezler, Cenâb-ı Hak’tan geleni alır ve kabul ederler. Onlara göre hayat; dert olsa da hoştur, olmasa da. Kalbî hayatı olanlar, nice sıkıntılar içinde bulunsalar dahî Cenâb-ı Hak ile olan beraberlikleri onların en büyük kazancıdır. Bunun değerine paha biçilmez.
“İnsan, bu imtihan âleminde muhabbet ettiği varlığın liyâkati nispetinde bir netice elde eder. Onun içindir ki; sonsuz bir iştihâ kabiliyeti ile yaratılmış olan insan kalbi, fıtrî olan sevme temâyül ve vasfını ancak Cenâb-ı Hak Teâlâ’ya yönelttiği takdirde muhabbette kemâle ulaşabilir. Aksi hâlde süflî ve boş gayeler peşinde koşmaktan kurtulamaz. Ömür, hüsran çalkantıları içinde nihayet bulur. Yani insanoğlu, tabiî ve fıtrî olan sevme meylini Rabbine ve O’nun sevdiklerine hasrettiği nispette ve rûhâniyetinin şiddeti derecesinde mânen yükselme nimetine sahiptir.
Nitekim insanın tâbî tutulduğu ilâhî imtihanlar, bir nevî muhabbeti nasıl kullandığı ile alâkalıdır. Bunun için Allah Teâlâ, insanın yapısına müsbet temâyüllerin yanında menfî hususiyetler de koymuştur. Bu istikamette Cenâb-ı Hak; mutlak varlık, mutlak güzellik ve mutlak hayır gibi üç büyük sıfatından insana nasip bahşetmiş ve onu bunların zıtları olan mutlak yokluk, mutlak çirkinlik ve mutlak şer ile de mâlul kılmıştır. Âyette buyurulur:
«(Allah) ona (yani insana) iyilikleri de kötülükleri de ilham etmiştir.» (eş-Şems, 8)
İşte insanın bir ömür; câzibesine kapıldığı biri menfî, diğeri müsbet iki sonsuz zıt kutup! Ancak bilmelidir ki; insan için asıl ve büyük iptilâ, menfî kutba yöneliştir. Zira bu kutba meyledenler, öyle bir körlük yaşarlar ki; sırf kendilerini ve yaptıklarını beğenirler. Bu ise, beşerî aczi fark ettirmeyen büyük bir gaflet ve zaaftır. Hattâ ruh hastalıklarının en zararlısıdır. Bu, ilâhî kudrete yabancı kalıp kendinde kudret vehmiyle «ben» diyerek kibirlenmek ve gururlanmaktır.”1
Böylesi takıntılardan nefsini arındıran, felâha kavuşan kalp ehli olmak insanın en büyük çabası olmalıdır. Kalbî hayatı olanlar yaşadıkları sürece başlarına gelen hâdiseleri hep yüce Yaratıcı gözüyle değerlendirip hakikî huzura erenlerdir.
Abdulkādir Geylânî Hazretleri Fütûhu’l-Gayb isimli eserinde şu hakikatlere işaret eder:
“İnsan; hayatı boyunca emir, yasak ve kader çizgisi içindedir. Hiçbir zaman bunların haricine çıkamaz. Dış görünüşünü Hakk’ın emirlerine uydurduktan sonra, iç âlemi için üç görev daha başlar. Bu görevler de şunlardır:
1. İnsan, öz varlığı olan kalbine, iç âlemine dönmeli…
2. Ruh ve iyilik tarafı olarak, kötülüğe meyilli olan nefsini muhasebe etmeli, hesaba çekmelidir…
3. Böylece bütün gidişâtını, yolunu Allah -celle celâlühû- yolunun hakikî yolcularına uydurmalıdır…”2
Kalbî hayatımızın gelişmesi adına yapılması gerekenler vardır.
İnanan kişi nehy edilen herhangi bir şeyi nefsi için değil, sırf yüce Yaratıcı emrettiği için terk etmelidir. Eğer bunu yaparsa o -tabiri câizse-; iliklerine kadar rûhâni bir lezzet, mânevî bir huzur hâli hisseder, aynı zamanda sevap kazanır. Bazen de sırf Allah Teâlâ emir verdiği için alır veya verir, bunun da ayrı bir mükâfatı vardır. Bu duruma gelmiş insanın kalbî hayatı başlamış demektir. O artık Rabbin emirlerine tamamıyla râm olur. Onlar dünya adına istediği şeylerin peşinde koşmazlar, nasipleri onların ayağına kendiliğinden kolayca gelir. Kalbî hayatı olan insanlar; dâimî huzura sahip, davranışlarında sakin ve telâşsızdır. Hep iyiye yönelik olan şahsî istekleri, onlardan fenalık çıkmasını önler. Her zaman ilâhî emirler çerçevesinde ömür sürerken, kaderin tecellîlerine hayat akışı içinde karşı çıkmayarak rızâ hedefli yaşarlar. Böyleleri Hak Teâlâ Hazretleri’nin kalbî hayata önem veren has kullarıdır.
Allah Teâlâ onları fazîletlerle donatır, lütuf ve keremine eriştirir. Onlar başlarına gelen hâdiselerin dünyevî boyutlarına değil, uhrevî boyutlarına odaklanırlar. Sabır ve edep ehlidirler, merhamet ve tevâzu sahibidirler. Her şeye karşı hoşgörülü ve tahammüllüdürler. Nefsî davranmazlar, nefsî isteklere hemen; «Evet!» demezler. Bu yapılırsa zaten kişiye mâneviyat kapıları kapanır. Zira o zaman hak ve hakikat terk edilmiş, yanlış yollara girilmiş olur. Onlar kötülüğe aynıyla mukabele etmezler, hep iyilikten yanadırlar. Koşarcasına hayır işlerine giderler, ihtiyaçlıların ihtiyaçlarını gidermek için yürekten çalışırlar, diğergâmdırlar. Bu hâller Cenâb-ı Hakk’ın onlara ihsan ettiği özel ikramlardır. Zaten onlar mihnetleri lütuf olarak değerlendirirler. Ufacık bir sıkıntı, onların gözünde çok farklı hikmetlere sebeptir.
Bu güzellikler kişiler için ne büyük kazançtır! Kazançlar da çok çeşitlidir. Dünyevî ve uhrevî kazançlar vardır. Onlar da kendi aralarında çeşitlenir. Uhrevî kazanç denince hemen akla altlarından ırmaklar akan cennetler gelir, hâlbuki cennetten de öte Hak Teâlâ Hazretleri’nin cemal tecellîlerine ulaşmak en büyük kazançtır. Dünyada yaşarken; herkes gibi sıradan bir hayat yaşamak, günahlardan sakınmak, helâl ve haram hudutlarına dikkat etmek, farzları yerine getirmek, îmân eden kişilerin zaten yapmaları gereken şeylerdir. Hiç şüphesiz bunların hepsinin ayrı ayrı getirileri vardır. Ama bir de görülenin üstünde, yapılması gerekenin dışında, incelikle yaşanan bir hayat vardır ki; onun getirisi pek tabiîdir ki çok, çok fazladır. Hayatı mümkün olduğunca incelikleriyle; tüm zarâfetiyle, nezâfetiyle yaşayan kişiler kalbî hayatı olan kişilerdir. Bu özellikler, Allah Teâlâ’nın o kişilere bir çeşit mükâfatıdır. Yüce Rab böylelerinin yâr ve yardımcısıdır:
“Hiç şüphesiz, benim velîm Kitâbı indiren Allah’tır ve O sâlihlerin koruyuculuğunu (velîliğini) yapıyor.” (el-A‘râf, 196)
Kalbî hayata ehemmiyet verenler, dünyalarını her şeye rağmen temiz tutmaya gayret ederler. Yüce Yaratıcı’nın huzûruna selîm bir kalp ile yüz akıyla çıkmak isteyenler; kötü davranışlardan ve kötü yerlere gitmekten, günahlardan hep sakınırlar. Kişilerin yüreğinde mânevî tarafın, maddî yöne göre daha ağır basmasıyla kalbî hayat ortaya çıkar.
Rabbim her birimizin kalbini, Hak tecellîlere uyandırsın. Bizleri mâneviyat iklimlerinde gezdirsin, her dâim hayır üzere kılsın inşâallah.
________________________________
1 Osman Nûri TOPBAŞ, Muhabbetteki Sır, İst, 2001, s. 11-12.
2 A. Geylânî, Fütûhu’l-Gayb, (Çev: Seyfettin ÖĞÜT), İst, Tarihsiz, s. 39.