Hayat Yolculuğunda UNUTAMADIĞIM KARELER -18-

YAZAR : Mehmet MENCET

mehmet_mencet_yuzakidergisi_temmuz2016

YARGITAY KARARI

İnsan Rabbimin yeryüzüne gönderdiği en güzel sûret… Rabbim mahlûkat içerisinde ona akıl vermiş. Âyet-i kerîmede;

“Biz insanı mükerrem kıldık.” (el-İsrâ, 70) buyuruyor. Mükerrem kılınan insanın da güzel davranışlarda bulunması gerekmez mi?

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“Yüce Allah, yaptığınız işi sağlam ve iyi yapmanızdan hoşnut olur.” (Beyhaki, Şuabu’l-Îmân, 4/334) buyuruyor.

Karşınızda birisi olsun veya olmasın, yaptığımız işler hep güzellikten yana olsun. «Ben yaptım oldu.» veya; «Kimse görmedi.» düşüncesiyle yapılan işler; hem eksik kalmış olur, hem de kul hakkına girmekten dolayı vebal gerektirir. Hayatın her safhasında;

Eğer evlâtsanız iyi bir evlât,

Eğer ana-babaysanız iyi bir ana-baba,

Eğer evliyseniz iyi bir eş,

Eğer kardeşseniz iyi bir kardeş,

Eğer komşu ve akraba iseniz onların hukukuna dikkat,

Eğer yöneticiyseniz; çalışanların emeklerine, haklarına dikkat,

Eğer iş görenseniz almış olduğunuz sorumluluğa ve emânete riâyet,

Eğer öğrenci veya öğretmenseniz, iyi bir tahsil için çaba,

Eğer alıcı veya satıcı iseniz kimseyi zarara sokmamak,

Eğer cemaat veya hoca iseniz onların rûhuna hitap edebilecek vesileler arayın.

Yani hangi konumda olursak olalım, ne yaparsak yapalım; insan şeref ve haysiyetine yaraşan en güzel davranış ve işleri yapmak zorundayız. Hem bu dünyada hem de âhirette tek tek hesabın ödeneceği mahkeme-i kübrâda.

Allah yarattığı her mahlûkun rızkına kâfi değil mi? Bugün kendini varlıklı, güçlü sanan;

“Çalışanıma, işçime istediğim gibi davranırım. Parasını ben veriyorum; ibâdetini ben belirleyebilir veya engelleyebilirim.” diyen nicelerini ve onların hazin âkıbetlerini çok gördük. Malına güvenip büyük konuşmalar, küçük görmeler… Emânet kendisinden alınınca; aklından bile geçiremeyeceği, hırsızlık, dolandırıcılık, yangın vs. gibi hâdiselere dûçâr olanlar… Hattâ yiyecek ekmeğe muhtaç olacak kadar, rızık kaygısı çekenler… Sayısız örnekler…

Kulluk için mazeret yok.

Bir kardeşimiz vardı; becerikli, hizmet ehli, çalışkan, elinden her iş gelir. Yalnız çalıştığı işyerinin patronu Cuma namazı için izin vermez;

“Çalışmak da ibâdettir kardeşim, eğer Cuma’ya giderseniz öğle yemeğinden vazgeçeceksiniz.” derdi. Zaten iki-üç kişi gidiyor. Onlar Cuma’yı tercih ediyorlar. Özel günler, bayramlar da pek bir şey ifade etmiyordu. Makine gibi ruhsuz bir işverendi. Kardeşimiz orada, birkaç yıl çalıştıktan sonra ayrıldı. Biraz işsiz kaldı; ama Rabbim lutfundan, çok daha güzel bir iş nasip etti. Şimdi vakit namazlarını da kılabiliyor.

KİMİNİN DUÂSI

İnsan eğer isterse, içindeki cevheri geliştirebilir. Herkes tahsil yapma imkânı bulamayabilir, ama kadere küsüp; «Ne yapayım benim imkânım olmadı!» diye olduğu yerde durmamalı. Hayatı, yenilikleri, olayları; kısaca içinde bulunduğu ortamı iyi değerlendirmeli, kendini yenilemeli, geliştirmeli.

Çalıştığım mahkemede Mehmet adında bir mübâşir vardı. Ama kendini öyle yetiştirmiş ki, dosyaları bütün ayrıntılarına kadar bilirdi. Bir hâkimden daha tecrübeli idi. Biz daha Antalya’ya gelmeden birkaç yıl önce Isparta-Antalya arasında bir yere keşfe gitmişler, keşif bitmiş. Hâkime;

“Cuma namazına gidebilir miyim?” diye sormuş. O da;

“Tabiî…” deyince gidip namazını kılmış. Namazdan sonra bir bakıyor ki Hâkim beyin emriyle; beklememiş, orada bırakıp gitmişler. Şimdiki gibi vasıta yok, sapa bir yer, ellerini açmış, ağlamaklı;

“Yâ Rabbî! Senin bir müslüman hâkimin yok mu benim hâlimden anlayacak?” demiş. Kim bilir kimin duâsı insanın hayatına yön veriyor. Yoksa Antalya, aklımızın ucundan bile geçmezdi…

1990’lı yıllarda Antalya’nın güzel ve değerli sahillerinden Kundu Köyü civarında; Sultan Abdülaziz döneminden kalan, çok sayıda çam fıstığı ağacının bulunduğu bölgede keşifler yaptık. Hazineye ait bölümleri ayırdık. Kalanının özel şahıslara tescili için karar verdim. Evveliyâtını bilmiyorum, ben sadece Yargıtay’ın içtihâdını yerine getirdim.

Takriben 1986’da daha önce bahsettiğim kadastro mübâşiri Mehmet Bey; Orman Bölge Müdürlüğünün düzenlediği seminerler için, Alanya’da tatillerini yapan Yargıtay üyelerini Antalya’ya Murat marka arabasıyla getirmiş. Antalya’ya gelirken yol boyunca konuşmuşlar. O arada Mehmet Bey, onlara;

“–Benim adâlete, Yargıtay’a güvenim yok! Çok haksızlık yapıyorsunuz.” demiş.

Tabiî arabadaki Yargıtay üyeleri bu ifadeyi çok saygısız bulup onu azarlamışlar;

“–Sen ne demek istiyorsun?” diye. O da;

“–Efendim siz şu şu dosyalarda ayrıntılı ve ciddî bir araştırma yapmadınız. Haksızlığa sebep oldunuz, şahısların tapusunun dışında yüzlerce tescile karar verdiniz, hazine zarara uğradı.” diye cevap vermiş. Bunun üzerine üyeler ilgilenmişler, dosyaların tekrar gönderilip kendilerine bildirilmesini istemişler.

Hukukta müracaat süreleri sınırlı; tebligatlar yapılmış, ancak karar kesinleşmiş. Mehmet Bey, tebligatları yırtarak, hazine avukatına gelmiş. Kararların düzeltilmesi için müracaat etmeleri uyarısında bulunmuş. Yeniden Yargıtay’ın kararını tebliğ etmiş. Böylece yüzlerce dönüm arazinin hazineye tescilini sağlamış. Böylece fedâkârlığı ve dürüstlüğü ile ülkemize ait büyük bir alanın, hazine tesislerine geçmesini sağlamıştır. Herkes kendi gücüne göre gayretli olmalı; fedâkârlık yapmalı, dürüstçe vatanı için, bayrağı için, milleti için bir çabanın içinde olmalı. Milyonlarca şehid kanı uğrunda bizlere kalan bu güzel vatanımız için; el birliğiyle, hizmetleri küçümsemeden, fedâkârlık yaparak, severek, birbirimize saygı duyarak çalışmak ne güzel ve elzem! Yüce Allâh’ımızın isteği de bu değil mi? Evlâtlarımıza, yuvalarımızdan başlayarak; anaokulundan itibaren hayatları boyunca Allah, Peygamber, vatan, bayrak sevgisini anlatmalıyız.

1965’lerde Kabataş Erkek Lisesindeyken, fizik hocamız rahmetli Vahit BAŞAR mübalâğasız bir aya yakın;

“İyi vatandaş nasıl olur?” konusunu işlerdi. Fizikle ne alâkası var; gibi düşünülebilir ama, her meslekten, her vatandaşın nasıl davranmasını gerektiğini, vatan ve milletine neler borçlu olduğunu bilmesi fizikten, kimyadan daha önemlidir. Belki fizik kanunlarını hiç kullanmadık hayatımız boyunca; ama bu bilgiler bizim mes’ûliyetimizi kalıcı olarak hâfızamıza nakşetmiştir. Her fırsatta, her öğretmenin bunları öğretmesinin gerekli olduğunu düşünüyorum.