Hayat Yolculuğunda UNUTAMADIĞIM KARELER -17-

YAZAR : Mehmet MENCET

Man's Hands Signing Document --- Image by © Royalty-Free/Corbis

VAKIF

Yaptığımız her işin, yaşadığımız her olayın; dünyevî ve uhrevî bir vebâli var. Bazı yaptığımız yanlışlar, hata ve sevaplar sadece bizi ilgilendirir. Fakat mesleğimiz veya kamu adına yapılan yanlışlıklar; sadece kişileri değil, onların soyundan gelecek kuşakları bile tesiri altına alır. Bir anlık gaflet veya dünya menfaati -Allah korusun- bize hem dünyada hem de âhirette büyük bir mes’ûliyet yükler.

Büyüklerimiz de sık sık bu meseleye temas eder. İnsan hayatındaki iki önemli müessir; insanın yediği helâl lokmalar ve arkadaşlık ettiği kişilerdir.

Antalya’da vazifeye başladığımda; kadastro mahkemesinde karşıma çıkan binlerce dâvâ, Murat Paşa Vakfı’na ait taşınmazların ihtilâflarıyla ilgiliydi. Tek bir kadastro mahkemesi ve aynı konuya bakan asliye hukuk mahkemesindeki dâvâlar vardı. Antalya, âdeta Murat Paşa Vakfı üzerine yerleşen bir şehir konumundaydı. Antalya’nın girişinden; Düden Şelâlesi’ne, Varsak’a kadar geniş bir alana sahip. Tapulu yerlerin problemi vardı. 1958 yılında vakıf ve hazine arazisindeki ihtilâfın çözümü için bir hakem kararı ve karara dayanak olan krokiler vardı. O zaman bu ihtilâflara bakan Yargıtay’a gittim. Problemleri anlattım;

“Bu kroki ve haritalar esas alınsın, bu şekilde problemler çözülsün.” dediler.

Tapu kaydının kuzey tarafında Varsak Kasabası’nın cephesi vardı. Geniş bir alan olduğu için, dâvâ çokluğu sebebiyle, vakıf arazisinin yanlışlıkla vatandaş adına tesciline karar vermişim. Bu kararı vakıflar idaresi;

«Nasıl olsa haritada bize aittir.» diyerek temyiz etmemiş, gözden kaçırmış.

Vatandaş da;

«Nasıl olsa vakfa kaldı.» diyerek kararı okumamış bile.

Varsak eski belediye başkanı Osman YARBAŞ; inşaat işleriyle uğraşırken, bizim karar verdiğimiz yer -konumu itibarıyla- değerli olduğundan, vatandaşa;

“–Burayı bana sat!” demiş. O da;

“–Ben vakfa ait yeri nasıl satarım?” deyince, o;

“–Tapu senin adına kayıtlı, haberin yok mu?” demiş.

“–Hayır benim değil!” deyince;

“–Senin adına olan tapuyu getireceğim.” demiş.

“–Eğer öyleyse yarısı senin olsun, yarısını satarım.” demiş.

Tapuyu getirince vatandaşın avukatı, vekâlet ücreti vs. için asliye hukuk mahkemesinde dâvâ açmış. O zaman vazifede olan Mehmet TAŞ isminde âdeta kadastro hâkimi gibi işlere vâkıf bir mübâşirimiz vardı. Emekli oldu benden evvel. Oğlu avukat olunca oğluna ilk söylediği;

“Oğlum haklı olan her dâvâyı alabilirsin ama; babası oraları bilir, tanıdıkları var, diye sana dâvâ getirebilirler. Asla kadastro ile ilgili dâvâları alma!” diye tembih edecek kadar da güzel ve şahsiyetli bir insandı.

Mehmet mübâşir;

“Bunda bir problem var.” diye şüphelenmiş. Bana geldi anlattı. Ben de hemen tapu sicil müdürlüğünden dosyayı getirttim. Tapu tam sınırda. Antalya bölümünde kalan yer vakfa ait, dışındakiler vatandaşa ait. Ben büyük bir üzüntü yaşadım. Yanlışlıkla vakfa ait yeri vatandaşa vermişim. Ama anlaşılıyor ki; ne vakıflar idaresi ne de vatandaş kararı okumamış, olması gereken bu diye. Benim vakıflar üzerindeki hassâsiyetimi bilirler. Hattâ o kadar önem verirmişim ki;

“Acaba bu hâkim vakıfların bursuyla falan mı okudu da bu kadar üzerinde duruyor?” derlermiş.

Yanlışlığı söyledim, yeni mâlik kuvvetli ve büyük bir arazinin sahibi.

“–Bizim kararımız yanlış, bu kararı düzeltme işlemleri uzun sürecek, bu arada ben de çok üzüleceğim, sıkıntıya düşeceğim.” deyince Osman YARBAŞ;

“–Hâkim Bey! Senin sıkıntıya düşmen beni rahatsız eder. Ufak bir ayrıntı size yanlış karar verdirmiş. Bilerek ve kasıtlı yapmadınız. Bu yeri ben satın alsam bile, tekrar vakıflar idaresine teslim ederim.” dedi.

Kendi cebinden harç ve masraf ödeyerek bu taşınmazı vakıf idaresine satmış gibi devretti. Böyle harama helâle dikkat eden güzel insanlarımız var elhamdülillâh.

Osman YARBAŞ’la ilk tanıştığımız zaman, Varsak Kasabası belediyesinin doğu hududunda, Gaziler Belediyesi’yle kadastro sınır uyuşmazlığı vardı. Bu uyuşmazlığı, tarafların rızâsıyla çözdük. Mülkiyet hakkının esas olduğunu; kadastro çalışmalarının kesinleşmiş sınıra ihtiyacı olduğunu açıklayarak, tarafları ikna ettim. Böylece kavgalı dövüşlü; hattâ evveliyâtında cinayet çıkan mevzuyu hâlledince aramızda bir dostluk oluştu.

Yıllar sonra Varsak’ta keşif sebebiyle tarlaya getirmişler; fakat hastalıktan dolayı arabadan inecek durumda değildi, yanına gittim hatırını sordum. İyilik hiçbir zaman unutulmaz…

Bir ay evvel yine Varsak’a gittiğimde vefat ettiğini öğrendim. Evine gittim, rahmet dileyip, evlâtlarına babalarının yaptığı fedâkârlığı anlattım. İnsanın kalan en güzel mîrası; helâl lokma, güzel ahlâk ve arkasından; «Ne güzel bir insandı!» dedirtebilmek. Ne mutlu, yüz akıyla âhirete göçebilene!

Ölüm her yerde ve her zaman nefesi ensemizde. Şairin dediği gibi:

Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.

Ecelin ansızın geldiği iki misal:

Bir emekli albay yıllardır Antalya’ya gelmemiş;

“Haydi bu sene bir değişiklik olsun.” diyerek Antalya’ya gelmiş. O zamanlar Konyaaltı plâjlarının bir kısmında, yazlık baraka konaklama tesisleri vardı. Oraya gelip kahvaltısını yapıyor; eline hortumu alıp çiçekleri sularken, taa tepedeki varyanttan bir taksi takla atarak adamcağızın tepesine düşüyor. Arada bayağı mesafe var. Ayarlasanız isabet ettiremezsiniz…

Yine bir arkadaşımız otobüsle İstanbul’a giderken; Gerede yakınlarında kamyondan fırlayan bir takoz, otobüsün içinde ikinci sırada oturan bir hanımın başına isabet ediyor…

Özellikle seçmiş gibi… Ecel bizi nerede bekliyor bilemiyoruz. Her an hazırlıklı olmalıyız ama, dünya bizi o kadar sarıp sarmalamış ki kurtulamıyoruz. Şu duâ her şeyi ne güzel özetliyor:

“Allâh’ım! Benim için bir korunak olan dînî hayatımı ıslah eyle! İçinde hayatımı sürdürdüğüm dünyamı benim için yararlı kıl! Dönüp varacağım yer olan âhiret hayatımın her bakımdan güzel olmasını nasip et! Âmîn…”